Ahı
Ahı Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Anadolu'da
kurulan üretici, esnaf ve çiftçi yardımlaşma teşkilatı,
Ahî Arapça'da "Kardeşim", Türkçe'de "Cömert"
olan akı anlamında kullanılmaktadır. İslam
ortaçağında ortya çıkmış bulunan ve daha çok
bir esnaf teşkilatı olan Ahîlik (veya fütüvvet) yiğitlik
ve cömertlik esasları üzerinde kurulmuştur. Öncelikle esnafın
mensup olduğu bu teşkilat daha sonraları ve özellikle sınır
boylarında fetihlerin Batı'ya doğru götürülmek istendiği
noktalarda bütün sınır boyu sakinlerinin katıldığı
bir kuruluş haline gelmişti. Arapça'da genç, yiğit,
delikanlı ve cömert kişi anlamında olan "Feta"
kelimesinden türetilerek adına "Fütüvvet" denilen bu teşkilatın
mensupları birbirlerine kardeşim anlamında olan "Ahî"
kelimesiyle hitap ettikleri için bu kelimeden alınarak teşkilat
mensuplarına da "Ahîler" denilmekteydi. Ahîlik teşkilatı
özellikle Anadolu'nun yurt edinilmesinde ve bilhassa halk ve esnaf arasında
İslamî prensip ve emirlerin uygulanmasında büyük bir rol
oynamıştır.
Gerek Selçuklu ve gerek Osmanlı
Sultanlarından bazılarının ve özellikle ilk Osmanlı
sultanlarının da bu teşkilata vezirleriyle birlikte üye
olduklarını görüyoruz. Anadolu'nun birçok şehrinde
tekkeleri olan Ahîler Osmanlı devletinin kuruluşu dönemlerinde
fetih hareketlerinde büyük rol oynamış ve aynı zamanda
gazî ünvanı ile cihad hareketine katılmışlardı.
Bundan anlaşıldığına göre
Ahîler yalnız kendi üyeleri ve mensuplarının
haklarını korumak gayesiyle aralarında
oluşturdukları bir örgüt olmaktan çok; inanç birliği için
biraraya gelmiş, İslam'ın menfaatlerini koruyan bir
kuruluş idiler. Toplum içinde bir dayanışma
sağladıkları gibi, halkı ve devlet
adamlarını cihada ve fetihlere teşvik ediyorlardı.
Ahîlik, aslında, ilk kuruluşu ve
gelişmesinde, asla bir tarikat değildi. Fakat tarikatların
prensip ve teşkilatından yararlandığı
muhakkaktır. Daha sonraları bu teşkilatın
mensupları Mevlevî ve Bektaşî tarikatlarına
girmişlerdi. Mevlevîlerin ileri gelenlerinden Mevlana
Hüsameddin'in babası olan "Ahî Türk" Konya'daki
Fütüvvet* teşkilatının başı idi. Aynı
şekilde Kırşehir'deki bir Bektaşî zaviyesi
şeyhinin Ahîlik teşkilatına bağlı olduğunu
görüyoruz. Fakat bütün bunlara rağmen Ahîlik teşkilatı
Sünnîlik ve ılımlı Şiilik çizgisini korumuştur.
Anadolu'daki Ahîlerin en ileri gelen reislerinden olan Ahi Evren'in
Sünnî ve Şafî olduğu bilinmektedir.
Ahîlerin Fütüvvet teşkilatına tam üye ve
layık olabilmeleri için, ilim ve san'atla uğraşmış
veya uğraşmakta olan kimseler olması gerekir. Özellikle
üyenin cuma akşamları yapılan toplantılarda okunan
Kur'an-ı Kerim, hadîs, menakıb, tasavvuf edebiyatı ve
hikmet gibi derslere ve ilim meclislerine katılması gerekir.
Ahî teşkilatının prensip ve
özelliklerini en iyi anlatan ve yansıtan onların "Fütüvvetname"*
adıyla yazdıkları belgelerdir. On üçüncü yüzyılda
yazıldığı bilinen bir fütüvvetname'de ahîlik
prensipleri ve ilkeleri şöyle tesbit ediliyor:
"Bir ahînin ancak on sekiz dirhem gümüşe
eşit bir sermayesi bulunabilir. Ahî mutlaka helalinden kazanmalıdır.
Bütün ahîlerin bir sanatı olmalıdır. Ahîler yoksullara
yardım etmelidir. Ahî en iyi şekilde cömert olmalıdır.
Alimleri sevmeli onlara saygı duymalıdır. Ahîlerin iyi,
anlayışlı ve temiz giyimli kimselerle sohbet etmesi lazımdır.
Ahîler fakirleri sevmelidir. Hakkı kaybolanların
hakkını aramak teşkilatın görevidir. Ya bu hak alınır
yahut helal edilir. Ahî alçak gönüllü olup, namazını asla
kazaya bırakmamalıdır. Utanma duygusuna sahip ve nefsine hakim
olmalı, beylerin ve zenginlerin kapısına gitmemelidir.
Aksine sultanlar onun kapısına gelmelidir. "
Ahilik teşkilatında mertebe sistemi şöyle
idi. En başta bir "Şeyhu'lMeşayih" adıyla
bir lider bulunur. Buna Ahî-Baba denirdi. Bunun altında bir önceki
lider olarak "Şeyh" ünvanını taşıyan sabık
şeyh yer alır.
Üçüncü mertebede "Halife", ondan sonra
"Nakipler" gelirdi. Daha sonra altı bölükten oluşan
ve ilk üç bölüğüne "Ashab-ı Tarîk" (Yol arkadaşları)
adı verilen "Ahîler" yer alıyordu. Teşkilatın
en son mertebesinde "Yiğitler" vardı ki bunlar
teşkilata yeni katılan kimseler idiler.
Ahîlerin kendilerine özgü kıyafetleri
vardı. Başlarına beyaz keçe külah giyer, üstüne sarık
sararlardı. Ayaklarında şalvar, bellerinde yünden
örülmüş bir kuşak bulunurdu. Ayaklarına mest giyer,
bellerinde uzun kamalar taşırlardı.
Ahîler gündüz çalışır, akşam
"tekke'ye* gelip yemeği birlikte yerlerdi. Bu tekkelerinde misafir
ve yolcu eksik olmazdı. Çünkü misafir ve yolculara karşı
çok iyi ve misafirperver davranırlardı. Ahîler zalim ve haksızlara
karşı amansız bir mücadele verdikleri gibi, kendi aralarında
da herhangi bir üye Ahîlik prensiplerine aykırı davranıp
müşterisini aldatırsa, yalan söylerse derhal Ahî-Baba tarafından
yargılanır ve mutlaka cezalandırılırdı.
İşte bundan dolayı Ahîlik teşkilatı İslamî
ticaret anlayışını koruyan, bir iman, yiğitlik,
cihad ve ahlak ocağı idi.
Moğolların Anadolu'yu istilaları
sırasında Ahîler tam bir cihad* anlayışıyla bu
amansız düşmana karşı koyarken, aynı dönemde yaşayan
Mevlevîler* ise Moğollarla işbirliğine gitmişlerdi.
Ama bütün bu güzelliklere rağmen bu teşkilat da her teşkilat
için mukadder olan akıbete uğramış ve zamanla
bozulmuştur. İlk dönemlerde teşkilatta tam bir Sünni
akîde hakim iken daha sonraları bu çizginin dışına
çıkılmış; devlete karşı isyan eden ahlaksızlığa
meyilli, kimliği belirsiz kimseler bu teşkilat içinde
görülmeye başlayınca eski özelliklerini kaybetmiştir.
Fatih devrinden sonra ahîlik teşkilatı eski
itibarını kaybedip, gücünü koruyamamıştır.
Ahmed AĞIRAKÇA
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.