Asabıyet
Asabıyet
Sinirlilik; akrabalık, soy
yakınlığı. Akraba, soy, kavim, vatan, millet, din
gayreti gütmek, bir toplumun ileri gelenleri. Bir kimsenin baba tarafından
akrabaları .
İslam öncesi Arap toplumunda bir kimse
kabilecilik his ve gayretiyle baba tarafından olan
akrabasını yahut da umumiyetle kendi kabilesinden olan birini,
haklı haksız her konuda başkalarına karşı
korur, ona destek olurdu. Bu anlayışa göre, korumada önemli
olan, kişilerin zalim veya mazlum olmaları değil, himaye
edenlerin kabilesine mensup olup olmamalarıdır. Aynı telakki,
bir cahiliye devri şiirinde şu şekilde ifade
edilmiştir: "İster zalim olsun ister mazlum,
kandaşın olan kişinin yardımına koş. "
Kur'an-ı Kerim'de asabiyet kelimesine rastlanmaz. Ancak, akraba olsun
ya da olmasın bir cemaat anlamı ifade eden "usbe"
tabiri geçer. Bunun yanısıra kavmiyetçiliği reddeden
ayetler vardır. Asabiyet kelimesi Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in
hadislerinde görülmektedir. Bu hadislerden birinde asabiyet, "Bir
kimsenin kavmine zulümde yardım etmesidir." şeklinde
tanımlanmış ve bu şekilde zulümde yardımlaşmayı
sağlayan asabiyet şiddetle men edilerek "İnsanları
bir asabiyet için toplanmağa çağıran bir asabiyet için
savaşan ve asabiyet uğrunda ölen bizden değildir. "
buyurmuştur. (Ebû Davûd, Edeb, 112). Hadis bilginleri içerisinde,
bu hadiste geçen asabiyet kelimesini yalnız "zalime
yardımcı olma" şeklinde yorumlayanlar olmuştur.
Halbuki İslam'da, "zalimin zulmüne engel olma" emredilmiştir.
Nitekim Ashab-ı Kiram "Mazlum da olsa zalim de olsa din
kardeşinize yardımcı olunuz" şeklindeki Hz.
Peygamber'in ifadesini açıklamasını isteyince, "Zalimi
zulmünden engellemek ona yardımcı olmaktır."
buyurmuştur.
Büyük tarihçi ve sosyolog İbn Haldun, asabiyeti
tarihî hadiselerin meydana gelmesinde önemli rol oynayan etkenlerden
biri olarak görmüştür. Ona göre, insanlar arasında
karşılıklı yardımlaşma, nesep
birliğinden veya çeşitli yollarla meydana gelen sebebî akrabalıktan
hasıl olur. Bir insanın yakınına yapılan zülüm,
onun ağırına gider. "Keşke akrabamın maruz
kaldığı haksızlıkları önleyebilsem"
diye arzu eder. İnsanın akrabalarını düşünmesi,
onların meselelerini kendi meselesi gibi telakki etmesi asabiyet
duygusundan kaynaklanmaktadır. Asabiyet hissi çoğunlukla nesep
birliğine dayandığından, nesebin
karışmamış veya çok az karışmış
olduğu Bedevîler arasında daha çok yaşatılmıştır.
Şehirlerde ise nesep
karışıklığının fazlalığı,
hukukî ve idarî işlerin bir yönetim tarafından tanzim
edilmesi gibi sebeplerle asabiyet şuuru azalmış hatta
giderek kaybolmuştur. Kuvvetli bir asabiyete sahip olmaları
sebebiyle Bedeviler, lüks ve refah içinde yaşayan şehirlilere
göre daha savaşçıdırlar. Bir bedevî kabilesinin içinde
çeşitli aileler vardır. Bunlar içinde en kuvvetli asabiyete
sahip olan bir reis, diğerlerine üstünlük sağlayarak,
onları kendine tabi kılar. Daha sonra gücü oranında
diğer kabilelere hakim olur. Zevk ve sefaya dalmadıkça, daha da
genişleyerek büyük devletler kurabilir.
İbn Haldun'a göre, tebliğ ve irşad
faaliyetleri asabiyete dayanmadan tamamlanamaz. Hatta peygamberlerin
başarıya ulaşmalarında da asabiyetin büyük bir rolü
vardır. Zira toplumlarda ortaya çıkan sosyal
değişmelere karşı tabiî bir mukavemet ve muhalefet
mevcut olduğundan peygamber bunu kıracak kadar asabiyet sahibi güçlü
bir kabileden değilse, şüphesiz zor durumlarda kalacaktır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah, bir peygamberi, sadece
kavminin metin ve bahadır (şerefli ve güçlü) taifesinden
gönderir" buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki,
peygamberler en şerefli kabîlelerden gelmişlerdir.
Asabiyetin gayesinin mülk (hakimiyet, iktidar) olduğunu
söyleyen İbn Haldun asabiyeti kötüleyen hadisleri şu
şekilde telif eder: "Resulullah'a göre dünya ve dünya işleri
ahiret için bir binek ve vasıtadır. Vasıtadan mahrum olan,
maksada ulaşmaktan da mahrum olur. Resulullah insanın bir
fiilinin terk edilmesini isterse, bundan maksadı, o fiilin tamamen
atılması, fiilin kaynağını teşkil eden tabiî
kuvvetlerin ve vasıfların işlemez hale getirilmesi değildir.
Maksadı, o fiilleri ve kuvvetleri doğru olan hedeflere yöneltmek
için son haddine kadar gayret sarf etmektir.
Resulullah, insandan "gadab (hiddet)"ın
tamamen kalkmasını istememiştir. Zira insandan "gadab
kuvveti" gidecek olsa, "Hakka yardımcı olma"
özelliği yok olur, bunun neticesinde de cihad ihmal edilir. Çünkü
cihat yapma sadece gadab kuvvetinin varlığıyla mümkün
olur. O. sadece kötü maksatlar uğrunda kullanılan gadabdan
sakındırmıştır. Yoksa gadab Allah
rızası için olursa arzu edilen hedef ve noktaya ulaşılır.
Hz. Peygamber'in şehvetleri kötülemesi de böyle
olup, gayesi bunları tamamen yok etmek değildir. Bir kimsede
şehvetin bulunmayışı onun için eksiklik olur.
Şehvetten maksat, onun, meşru yollarla bazı faydalar ihtiva
edecek şekilde kullanılmasıdır.
Resulullah'ın asabiyetini yermesi de, aynen bunun
gibidir. "Akrabalarınızın ve evlatlarınızın
size bir faydası olmaz" (Mümtehine, 60/3) ayetinden maksat
cahiliye döneminde olduğu gibi asabiyetin, batıl ve
batılla ilgili haller üzerine olması; bir kimsenin
diğerine karşı gururlanması ve asılsız yere
hak iddia etmesidir. Bunlar da akıllı kimselerin özellikleri
olmayıp faydasız şeylerdir. Ancak asabiyet, bir
iyiliğe binaen ve Allah'ın emrini yerine getirmede olursa arzu
edilen birşey olur."
Yine ibn Haldun'a göre İslam, asabiyetin zararından
çok faydasını görmüştür. Asabiyet, grup hissi, hizip
duygusu, cemaat dayanışması, belli grup üyelerini
birbirine bağlayan manevî rabıta, birlik şuuru gibi
şekillerde görülmesi halinde çok daha geniş uygulama
alanları bulunabilmekte, millî topluluklara bağlı
kalmamaktadır. Mesela, belirli din, mezhep ve ideolojilere bağlı
olan fertler, asabiyet bağı ile birbirine bağlanarak,
diğer din, mezhep ve ideoloji sahiplerine karşı birbiriyle
bütünleşmiş bir toplum olarak ortaya çıkmakta, asabiyet
şuuru ile varlıklarını devam ettirmektedirler. Bu
sebeple asabiyeti, sadece kavmî tesanüt olarak değil, aynı
zamanda ideoloji ve din tesanüdü şeklinde görmek gerekir. Yoksa
kavmiyetçilik ya da onun izlerini taşıma düşüncesi
İslam'da kesinlikle yasaklanmıştı.
Zira Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edilen bir
hadîste de asabiyet duygusuna kapılanların İslam ve Allah
nazarındaki durumları en güzel bir şekilde dile
getirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah cahiliyetten kalma bir duygu olan babalar ve atalarla
övünmeyi yasaklamıştır. Bu atalar ister mü'min ve
muttakî, ister facir ve günahkar olsun farketmez. Siz Adem'in
neslindensiniz ve Adem de topraktan yaratılmıştır.
Sizden kavimlerle övünen bir kimse olmasın (kavimlerinizle
övünmeyesiniz). Atalarla övünenler Cehennem kömürlerinden bir
kömürdürler. Onların bu hali Allah nazarında burnuyla pislik
yuvarlayan pislik böceğinden daha kötüdür. " (Ebû Davud,
Edeb, 112).
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in koyduğu bu ölçü
ve prensipler İslam'ın asabiyete ve ırkçılığa
bakış açısını en güzel bir şekilde
değerlendirmektedir.
Fransız ihtilalinin getirdiği yeni
fikirlerden birisi de milliyetçilik fikridir. Bu fikirlerden sonra gerek
Balkanlarda, gerek Ortadoğu'da asabiyete dayalı hareketler
olmuş, Allah'ın nizam ve İslam kardeşliği
unutularak asabiyete bağlı olarak devletler kurulmuştur.
Asabiyet, dinin bağlarını gevşetmiş, yerine
aşiret, kabile ve kavim temellerine dayanan devletler
kurulmuştur. O günden bu yana İslam'a ters gelen bu uygulama
müslümanlar arasında hala devam etmektedir.
Abdurrahman KURT
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.