Ashabu's-suffe
Ashabu's-suffe
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mescidine bitişik sofada
barınan ve islamî tedrisatla meşgul olan sahabiler.
Suffe, eski evlerdeki seki, sed gibi yüksekçe eyvan
demektir. Dilimizde buna sofa da denir. İslam tarihinde "suffe"
denilince, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'deki mescidinin bitişiğindeki
bu isimle anılan yer anlaşılır. Burada barınan
sahabîlere de "ashab-ı suffe" veya "ehl-i suffe"
denir. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VII, 46).
Ashab-ı suffe ictimaî, siyasî ve askerî
nedenlerle Medine döneminde ortaya çıkmıştır. Kavim
ve kabileleri arasında İslam'ı yaşama imkanı
bulamayıp gerek Hz. Peygamber (s.a.s.)'le beraber Mekke'den ve
gerekse muhtelif yerlerden Medine'ye hicret eden fakir, yeri, yurdu
olmayan kimseler burada barınırlardı. İslamiyet'te
ilk yatılı medrese burası olmuştur. Bundan sonra
buranın durumu örnek alınarak İslam aleminde medreseler
hep camilerin etrafına yapılmıştır. (Elmalılı
M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, II, 940).
Medineli müslümanlar olan Ensar evini-barkını,bütün
mal varlığını geride bırakarak şehirlerine
hicret eden müslümanlara maddî ve manevi yönlerden çok yardımcı
oldular. Fakat buna rağmen, yer-yurt sahibi yapılamıyan
bazı kimsesiz müslümanların açıkta kalmaması için
böyle bir yer yapıldı. Suffe ehlinin ihtiyaçlarıyla Hz.
Peygamber (s.a.s.) bizzat ilgilenir, Beytü'l-mal'e ve kendisine gelen
malların büyük bir kısmını onlara
ayırırdı. Kendisinin yetişemediği hallerde
Ashab'a tavsiye eder, evlerine Suffe ehlinden götürebilecekleri kadar
misafir almalarını söylerdi. Bu sebeple bunlara:
Edyafu'l-müslimîn (Müslümanların Misafirleri) de denilmiştir.
(Buharî, Rikak, 17) Suffe ehlinin ihtiyaçlarıyla Peygamberimiz,
kendi ailesinin ihtiyaçlarından daha çok ilgilenirdi. Bir defasında,
değirmen çekmekten yorgun düştüğü için bir hizmetçi
isteğinde bulunan kızı Fatıma'ya peygamberimiz:
"Kızım! sen ne diyorsun? Ben, daha henüz Ehli Suffe'nin
ihtiyaçlarını temin edebilmiş değilim. "
demişti.
Ashab-ı Suffe hayatlarını Peygamber
medresesinden ilim ve irfan tahsil etmeye adamış seçkin
kimselerdir. Bunlar daima Mescid-i Nebevî'de bulunurlar, kendilerini ilim
ve ibadete verirler, hep oruçlu olurlar, Kur'an tahsil ederler, Hz.
Peygamber'in vaz ve irşadını dinlerler, onunla beraber
savaşlara iştirak ederlerdi. Onların geçimleriyle bizzat
Hz. Peygamber ilgilenir ve ashabın zenginlerini de onla ra
yardım etmeye teşvik ederdi.
Gücü kuvveti yerinde olan Suffeliler, dağdan
sırtlarında odun taşımak dahil olmak üzere ellerinden
gelen işleri yapıyor, mümkün mertebe ihtiyaçlarını
sağlamaya çalışıyorlardı. Yoksa Suffe, bir
tembeller yuvası değildi. Son derece ihtiyaç ve zaruret içinde
olsalar da, iffet ve vakarları onlara, başkalarından bir
şey istemeye izin vermiyordu. Şu ayetin onlar hakkında
indirildiği rivayet edilir. (Kurtubî, el-Cami'u li Ahkami'l-Kur'an,
III, 340)
"Sadakalarınızı, kendilerini Allah
yoluna adayıp yeryüzünde dolaşamayanlara; hayalarından
dolayı, kendilerini tanımayanların zengin
sandıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın;
yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler.
Sarfettiğiniz iyi bir Şeyi, Allah Şüphesiz bilir. " (el-Bakara,
2/273)
Peygamberimize bir şey ikram edildiği zaman
Efendimiz, ne maksatla getirildiğini sorardı. Sadaka olduğu
söylenirse kendisi kabul etmez Ashabı Suffe'ye gönderirdi.
Şayet hediye olduğu söylenirse, bir kısmını
ailesi için alıkor, bir kısmını yine Ashab-ı
Suffe'ye gönderirdi.
Buharî'nin rivayet ettiği bir hadis-i
şerifde Resulullah (s.a.s.): "İki kişilik
yiyeceği olan, Ashab-ı Suffe'den bir üçüncüsünü, dört kişilik
yiyeceği olan, bir beşincisini, yahut da
altıncısını alıp birlikte götürsün"
buyurmuş ve bizzat kendisi on tanesini evine götürmüştür.
Ebû Bekir (r.a.) da üç tanesini götürmüştür. (Tecrid-i Sarih
Tercümesi, II, 540)
Suffede sadece, kimsesiz sahabîler değil, zaman
zaman, sevgili peygamberimizi görmek için gelen ve kalacak başka
bir yeri olmayan misafirler de kalıyordu. Bunun yanında, evlenip
ev-bark sahibi olarılar da Suffe'den ayrılıyordu. Bunun için,
Ehli Suffe'nin sayısı daima aynı kalmamıştır.
Kaynakların bildirdiğine göre Suffeliler'in sayısı;10-30-70-90-400
arasında değişmektedir. Bu rakamlar da,
sayılarının zaman zaman değiştiğini göstermektedir.
Peygamberimiz Suffe ehlinin sadece maişetiyle
değil, ibadet ve ilim hayatıyla da yakından ilgileniyordu.
Şu hadise bunu göstermektedir: "Bir gün Resulullah (s.a.s.)
evinden çıkarak mescide girdi. Mescidde iki halk ile
karşılaştı. Bunlardan biri Kur'an okuyor ve Allah'a
dua ediyor, diğeri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu.
Bunları görünce "İkisi de hayır işliyorlar.
Bunlar Kur'an okuyor ve Allah'a dua ediyorlar. Allah,
dilerse verir, dilerse vermez. Ama şunlar, ilim öğreniyor ve öğretiyorlar.
Şüphesiz ben bir muallim (öğretmen) olarak gönderildim"
buyurdu ve ilimle meşgul olanların yanına oturdu." (Darimî,
İbni Mace)
Bu iki topluluk da Ehli Suffe'den idi. Çünkü onlar,
gündüzleri mescidde ilim ve ibadetle meşgul olur, Suffe'yi
yatakhane ve ilmî müzakere yeri olarak kullanırlardı. (Ebû
Davud, Büyû', 36) İlimle meşgul olan Suffe ehline başta
Kur'an-ı Kerîm olmak üzere; yazı, hadisler, çeşitli dînî
bilgiler öğretiliyordu. Öğretmenleri ise; başta sevgili
Peygamberimiz olmak üzere, Abdullah b. Mes'ud, Übey b. Ka'b, Muaz b.
Cebel, Ebu'd-Derda, Ubade b. es-Samit gibi bilgin sahabîler idi. Ehli
Suffe ilme son derece düşkündü. Dünyevî meşgaleleri de
olmadığı için zamanlarının çoğunu, ilmî
müzakerelere ve Peygamberimizle beraber olmaya verebiliyorlardı.
Belki de Peygamberimiz, böyle bir imkanın doğması için
onların ihtiyaçlarını gidermeye bu kadar ihtimam göstermiştir.
Ashab arasında,1000'den fazla hadis rivayet
edenlere "Müksirûn*: Çok hadis rivayet edenler" denir ve
bunların hepsi yedi sahabîdir. Bu yedi sahabînin de üçü; Ebû
Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî idi. Bu sahabîlerden
Ebû Hüreyre şöyle der:
"Benim fazla hadis rivayet etmem çok görülmesin!
Muhacir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticaretle, Ensar
kardeşlerimiz de tarlada bahçede ziraatle uğraşırken
Ebu Hüreyre, boğaz tokluğuna Peygamber'in mübarek nasihatlarını
ezberliyor, onların şahit olmadığı olaylara
şahit oluyordu." (Buharî)
ilme ve Hz. Peygamber'in yanında olmaya düşkünlüğünden
olsa gerek ki, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Suffe'de kalmayı,
Mescid-i Nebevî'ye hayli uzak olan baba evine tercih etmiş ve ilimle,
hadis öğrenme ile daha fazla meşgul olmuştur.
Peygamber Efendimiz Suffe'de yetişen bu
elemanları, bilgi ve kabiliyetlerine göre çeşitli hizmetlerde
kullanıyordu. Mesela;
Yeni müslüman olan kabilelere Kur'an ve diğer dînî
bilgileri öğretmek, onları İslamî yönden eğitmek için
Ehli Suffe'den muallim ve mûrşidler görevlendiriyordu. Raci' ve
Bi'ri Maûne* vak'alarında kalleşçe şehit edilen
yetmiş kurra, böyle bir göreve giderken müşrikler
tarafından şehit edilmişti. İslam'ı öğrenmek
için kısa bir süre Medine'ye, Hz. Peygamber'in yanına gelenler;
bir taraftan sevgili Peygamberimiz'le görüşürken, öbür taraftan,
bilhassa Suffe ehlinden olan muallimlerden çeşitli İslamî
bilgileri öğreniyorlardı. Peygamberimiz, Suffe ehlinden olan
Bilal-i Habeşi ve Abdullah b. Ümmü Mektûm'u müezzinlikle
görevlendirmişti.
Kısacası Suffe; leylî-meccanî (parasız-yatılı)
bir eğitim ve öğretim yuvası, çeşitli hizmetler için
de hazır bir kuvvet idi.
Ehli Suffe'den olan ve yukarıda ismi geçen
sahabîlerden başka, bu babda Ebû Zerr el-Gıfarî, Huzeyfe,
Ammar, Habbab, Ebû Hüreyre, Selman-ı Farisî, Suheybi'r-Rûmî,
Ukbe b. Amir, Ükkaşe, Abdullah b. Mesud, Bera b. Malik gibi
önemli sahabileri sayabiliriz.
Akif KÖTEN
Durak PUSMAZ
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.