Bey' Bı'l-ıstıglal
Bey' bı'l-ıstıglal
Bey', satmak ve satın almak; istiğlal ise,
gelirini istemek, kar ve gelirini almak, sömürmek gibi anlamlara gelir.
İstiğlal yoluyle satış, bey bi'lvefa*, yani vefa
yoluyle satış sonunda ortaya çıkabilir. Bu iki çeşit
satış şekli de ödünç para bulabilmek için başvurulan
yollardandır. Şöyle ki;
Paraya ihtiyacı olan bir kimse sermaye sahibine
gidip "Bana yüz altın ver, buna karşılık sana
falan dükkanımı borcumu ödeyinceye kadar geçici olarak satayım.
Borcumu ödeyince dükkanı geri alırım. Bu arada dükkanın
kira gelirinden yararlanabilirsin" der. Sermaye sahibi bu teklifi
kabul edip parayı verince "bey' bi'l-vefa" akdi
yapılmış olur. Burada dükkanı teslim alan sermayedar,
onu bizzat kullanabilir, ya da kiraya verebilir. Çünkü bu, temelde
rehin (ipotekli mal) niteliğindedir. (Ali Haydar, Dürerü'l-Hukkam
Şerhu Mecelleti'l-Ahkam, İstanbul 1912, I, 664-666; Mecelle;
madde 397) Hanefilere göre rehin alan kimse, mal sahibinin izni olunca
ondan yararlanabilir. İşte alacaklı böyle bir dükkanı
mal sahibine kiraya verirse, bu muameleye "bey'bi'l-istiğlal"
adı verilir (Mecelle, madde, 119).
Osmanlılar devrinde faize düşmeden bu
şekilde satım, hibe veya kira akdi gibi muamelelere borçlunun
fazla bir meblağ ödemesi işlemlerine "muamele-i
şer'iyye"; fazla olarak alınan meblağa "ribh-i
şer'î" denilmiştir. Bu muameleleri sermaye sahipleri
yanında para vakıfları da uygulamıştır.
Çünkü hanefilerden İmam Züfer, para, yiyecek, ölçü veya tartı
ile alınıp satılan menkûl malların da vakfedilmesini
caiz görmüştür. Hanefi ve Şafiî mezhepleri genel olarak
muamele-i şer'iyye'ye cevaz verirken, Malikî ve Hanbelîler bunu
temelde reddederler. (İbn Rüşd, Bidayetü'l-Müctehid, Mısır
(t.y.) II, 123, 124; Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu,
İstanbul 1969, 5, 47, 48). Bey'bi'l-İstiğlal da Malikî ve
Hanbeliler'in reddettiği satışlardan biridir.
İstiğlal yoluyle satışta, mal
sahibinin ipotekli mülkünü müşterinin bu yeri kabzetmesinden
sonra kiralaması gerekir. Böylece, başlangıçta kiralama
şartıyle satış ihtimali kalkmış olur. Bu
durumda mal sahibinin kiracı sıfatiyle, kira süresince kira
bedelini, süre bittikten sonra ise ecr-i misili* ödemesi gerekir (İbn
Abidîn, Reddü'l- Muhtar, Beyrut (t.y.) 4, 248).
İslam hukukuna göre, mislî malların
ödünç verilmesi ariyat* akdi kabul edilmiştir. Karzda verilenden
fazlasını almanın faiz sayılması ödünç para
temininde güçlükler meydana getirince, bu mûameleler uygulamaya girmiştir.
Çünkü ödünç sırasında kararlaştırılan veya
örfleşmiş bulunan menfaat faiz olur. (es-Serahsî, el-Mebsut,
14, 31, 35; İbn Abidin, a.g.e., 4,179,182,195). Kimi zaman da
borçlunun borcunu vadesinde ödememesi veya geciktirmesi mağduriyete
sebep olur. Bu durumlar karz-ı hasenin işleyişi önündeki
engellerdir.
İşte, sermaye sahibi verdiği ödünç
parayı zamanında alabilmek için borçludan teminat isteme hakkına
sahibtir. Rehin borç ödenmediği takdirde satılmış
sayılması onun teminat yönünü güçlendirir. İpotekli
malı kiracı sıfatıyla da olsa borçlunun kullanması,
ona ödeme gücü kazandırır. Malı istiğlal yoluyla
elinde tutan malik kiracı, onu alacaklının izni olmadan
başkasına satamaz. Borçlunun durumu da böyledir. Bu hak,
tarafların mirasçılarına intikal eder. (el-Kasanî,
Bedayiu's-Sanayi', 6, 135, 138; el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, 2, 20).
Borçlu, alacaklı ile kira sözleşmesi yapmakla, bu maldan onun
yararlanmasına izin vermiş sayılır.
Sonuç olarak; başkasına borç para veren
kimse menkûl veya gayri menkûl bir malı teminat olarak isteyebilir.
Ayrıca, bu malı vefa yoluyle satın alarak borç
ödeninceye kadar malikine kiraya verebilir. Bu mal temelde rehin niteliğinde
olduğu için, mal sahibinin izniyle alacaklarının bundan
yararlanması mümkündür. Kira gelirini almak da yararlanma kapsamına
girer. (Ali Efendi, Fetava, İstanbul, 1311, I, 300-302)
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.