Borç
Borç
Geri verilmek üzere alınan para veya eşya;
bir veya birkaç kişiye yahut bir kuruma karşı yerine
getirilmesi gereken yükümlülük, ödünç.
Borç yahut fıkhî terim olarak "deyn"
genellikle borçlunun ödemeyi teahhüt ettiği nakit veya borçlunun
zimmetinde bulunan mislî eşya; yani ölçü, tartı vb. yollarla
benzeri ile ödenebilen eşya karşılığında
kullanılan bir terimdir. Borcun zimmetinden maksat da
şahsın borcu yüklenme kabiliyetidir.
İnsanların birbirleriyle
yardımlaşma yollarından biri de borç alıp vermedir.
Borç alıp verme işlemi İslam'da nakit para gibi sayılabilen;
buğday, arpa, pirinç gibi ölçülebilen; yahut altın, gümüş
ve et gibi tartılabilen; ya da yumurta ve ceviz gibi büyüklükleri
birbirlerine yakın olan mallarda geçerlidir. Fakat hayan vs. gibi
her birinin kendine göre ayrı ayrı değer ve özelliği
bulunan mallarda borçlanmanın olup olmayacağı hususu ise
İslam hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Böyle
bir borçlanmanın caiz olmadığı kanaatinde olan Hanefî
hukukçuları; "alınan borç harcanır, sonra benzeri
ödenir. Canlı bir koyun borç alındığında
tamamen aynı özelliklere sahip bir koyun bulunmayabilir. Onun için
bu gibi borçlanmalarda taraflardan biri mağdur olabilir"
demektedirler. Borç alınan para para ile; buğday buğday
ile ödenir. Fazla bir şey verilmez, istenirse faiz olur.
Borç verme İslam'da sevaptır. Dinimiz bunu
teşvik etmiştir. Hatta bazı durumlarda sadaka vermekten de
sevaptır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Eğer
Allah'a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için
kat kat artırır ve sizi bağışlar. " (et-Teğabun,
64/17). Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir sadakaya on misli sevap
verileceğini, borç vermeye ise onsekiz misli sevap verileceğini
bildirmiştir (et-Tergîb ve't-Terhîb, II, 40).
Bir kimse borç verdiği para vs.'nin bir
kısmını veya tamamını
bağışlayabilir. Borçlusu güç durumda ise ona kolaylık
gösterilmesine, hatta mümkün ise alacağını
bağışlamasını teşvik etmiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de:
"Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar
ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu
bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır"
(el-Bakara, 2/280) buyrulur. Yani şayet borçlulardan herhangi bir
kimse zor durumda kalmış ise "darda ise, eli
genişleyinceye kadar mühlet veriniz. " Böyle bir durumda
verilecek olan hüküm, onun borcunu rahatlıkla ödeyebileceği
zamana kadar imkan tanımaktır.
" Eğer bilirseniz sadaka olarak
bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.
"
Borçlunuz olan kimse borcunu ödeyemeyecek kadar zor
durumda olursa ona mallarınızı veya bir
kısmını sadaka olarak bağışlamanız
kıyamet gününde sizin için daha hayırlıdır. Burada
"eğer bilirseniz" şartının getirilmesi
teorik olarak bilmeden kasıt, beraberinde amelin de söz konusu olduğu
bir bilgidir. Buna göre takdirî mana şöyle olur: "Şayet
sizler bunun Allah katında olduğunu bilerek gereğince amel
edecek olursanız, ona sadaka olarak bağışlamanız
için daha hayırlıdır."
Tebaranî'nin Ebu Umame (r.a.)'den nakline göre
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kendi gölgesinden başka
hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde Allah'ın
kendisini gölgelendirmesini arzu eden bir kimse, zor durumda kalmış
olana kolaylık sağlasın veya onun borcunu indirsin."
Bu manada pek çok hadis vardır. (İbn Kesîr,
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1984, I, 491).
Buhari Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet etmektedir:
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "İnsanlara borç
veren bir tüccar vardı. Zor durumda kalmış birisini görünce
çocuklarına, onun borcunu affedin, belki Allah bizi
bağışlar derdi. Nihayet Allah da onu
bağışladı. " (İbn Kesîr, aynı yer).
İmam Ahmed'in rivayetine göre İbn Ömer
şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Duasının
kabul olunmasını, kederlerinin açılmasını
isteyen, borcunu ödeyemeyen, zorda kalmış kimseyi bu durumdan
kurtarsın." (Ahmed b. Hanbel, II, 23)
Taberani İbn Abbas'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Borcunu
ödemekte zorluk çeken birisine kolaylıkla ödeyeceği zamana
kadar mühlet veren bir kimseye, Allah da günahı sebebiyle tövbe
edinceye kadar mühlet verir. " İbn Abbas'ın rivayet edip
İmam Ahmed'in kaydetmiş olduğu hadise göre Rasûlullah (s.a.s.)
şöyle buyurmuştur: "Borcunu ödemekte zorluk çeken
birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını
bağışlayan kimseyi yüce Allah Cehennem ateşinden
korur" (Buharî, Buyû' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Buyû' 67;
İbn Mace, Sadakat 14; Ahmed b. Hanbel I, 327, II, 359).
İmam Ahmed Bureyde'den rivayetle: "Peygamber
(s.a.s.)'in şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte
zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimse her gün için onun gibi
bir sadaka vermiş gibi olur." Bureyde devamla dedi ki: Sonra da
onun şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk
çeken birisine mühlet veren bir kimseye, mühlet verdiği her gün
için iki katı sadaka yazılır. " Bunun üzerine ben:
"-Ey Allah'ın Rasûlü, seni, borcunu
ödemekte zorluk çeken birisine mühlet verene her gün için onun gibi
sadaka vardır, derken dinledim; sonra da yine seni, borcunu ödemekte
zorluk çeken birisine mühlet veren kişiye her gün için iki kat
sadaka verilmiş gibi olur buyurduğunu işittim" Hz.
Peygamber şu cevabı verdi:
"Borcun vadesi gelmeden önce verdiği her bir
mühlet için onun gibi bir sadaka vardır. Borcun vadesi
geldiğinde ona mühlet verecek olursa iki katı sadaka
vermiş gibi olur." (Ahmed b. Hanbel, IV, 442-443, V, 300, 308)
Borçlunun alacaklıdan biraz indirim
yapmasını istemesi caizdir. Malikîlerden bazıları
bunu mekruh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete katlanma
vardır. Kurtubî: "İhtimal kerahati mutlak söyleyenlerin
maksatları bunun hilaf-ı evla olduğunu anlatmaktır."
demiştir. Aynî, İmam A'zam'ın görüşünün de böyle
olması gerektiğini söylemiştir. Nevevî indirim istemekte
beis olmadığını söyledikten sonra: "Lakin
zarûret yokken ısrar derecesine, nefsi tahkîre veya ezaya vardırmamak
şarttır." diyor.
Rasûlullah (s.a.s.) borçlu olarak ölenin cenazesini
kılmazdı. (Bir gün) bir cenaze getirildi.
Rasûlullah (s.a.s.):
"- Onun borcu var mı?" diye sordu.
- Evet iki dinar borcu var, dediler. "-
Arkadaşınızın namazını
kılınız, " buyurdu.
Bunun üzerine, Ensar'dan olan Ebû Katade;
- O iki dinarı ben yükleniyorum, Ya Rasûlullah,
dedi. Hz. Peygamber de adamın namazını kıldı.
Allah (c.c.), Rasûlüne fetihler müyesser buyurunca,
efendimiz:
"Ben her mümine kendi nefsinden daha evlayım.
Her kim borç bırakırsa (borçlu ölürse) onu ödemek bana
aittir. Kim de mal bırakırsa varislerine aittir." buyurdu.
(Buharî, Feraiz 15; Müslim, Feraiz, 16; Ebû Davûd, Buyû, 9;
Tirmizî, Cenaiz, 69; İbn Mace, Mukaddime,11; Sadakat 13; Nesai,
Cenaiz, 67; Iydeyn, 22).
Rasûlullah (s.a.s.) bir kafileden, yanında
parası olmadığı halde bir dana satın aldı.
Danaya kar verildi. Rasûlullah da sattı. Karı, Abdülmuttaliboğullarının
muhtaç kadınlarına dağıttı ve: "Bundan
sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın
almayacağım" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, I, 235, 323).
Diğer bir husus da borcun gereksiz ve mazeretsiz
olarak geciktirilmesidir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
"Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz
(alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin (Buharî,
Havale 1-2; İstikraz, 12; Müslim, Müsakat, 33; Ebû Davûd, Buyû',
10; Nesai, Buyû, 100, 101; Tirmizî, Buyü', 68; İbn Mace, Sadaka,
8; Malik, Buyü', 84; Darimî, Buyû', 48; Ahmed b. Hanbel II, 71, 245,
254, 260).
Burada matl (geciktirme): bir kimsenin borcunu vermeyi
geciktirmesi, alacaklıyı oyalaması, savsaklaması
karşılığında kullanılmıştır.
Kurtûbi bu kelimenin, "ödemesi gereken borcu, imkanı varken
ödememek" manasına olduğunu söyler.
Hadis-i şerif'te, önce borcunu ödeme imkanına
sahip olduğu halde, borcu ödemeyip geciktirmenin zulüm olduğu
belirtilmektedir.
Bazı alimler ise bu cümlenin "zengine olan
borcu geciktirmek zulümdür." manasına geldiğini söylerler.
Bu durumda hadisi "Zengine olan borcu ödemeyip geciktirmek zulüm
olduğuna göre, fakire olanı geciktirmek öncelikle zulümdür"
şeklinde anlamak gerekir. Ancak, yukarıda da işaret
edildiği gibi, alimlerin büyük çoğunluğu önceki manayı
benimsemiş ve hadis "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür"
şeklinde anlamışlardır.
Rasûlullah (s.a.s.) genç bir deve borç almıştı.
Kendisine, sadaka develeri geldi. Bana, (alacaklı) adama genç
devesini ödememi emretti. Ben efendimize: "Develer arasında
altı yaşını doldurmuş güzel bir deveden başkasını
bulamadım" dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"-Adama onu ver, şüphesiz insanların en
hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir. " buyurdu (Müslim,
Musakat, 118, 128; Tirmizî, Buyû', 73; Nesai, Buyû', 64; İbn Mace,
Ticaret, 62; Darimî, Buyû', 31; Malik, Buyû', 89; Ahmed b. Hanbel,
VI, 375, 390).
Nevevî ise "Zekat mallarını
başkasına teberru olarak vermek caiz olmadığına göre,
nasıl olmuş da Hz. Peygamber aldığı borcu, zekat
develerinden fazlasıyla ödemiştir" şeklindeki
muhtemel bir itiraza cevap verirken şöyle der: Hz. Peygamber (s.a.s.),
genç deveyi kendisi için ödünç almıştı; sonra zekat
develerinden birisini satın aldı ve borcunu ödedi. Ebû
Hureyre'nin rivayetindeki, "Onun için bir deve satın alıp
alacaklıya verdiler" şeklindeki ifade de buna delalet eder."
Görüldüğü gibi Nevevî, Hz. Peygamber'in genç
deveyi kendisi için satın aldığı görüşündedir.
Hz. Peygamber'in deveyi kendisi için borç alıp
bunu ihtiyaç sahiplerine vermiş olması da mümkündür.
Hadîs'in zahiri, hayvanı borç alıp
vermenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Evzai, Leys, İmam
Malik, İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler.
Hanefilere göre, yukarıda ifade edildiği
gibi sadece para ve mislî olan mallar borç verilebilir.
Mislî mal; piyasada benzeri bulunan, telef edildiğinde
değeri değil, misli ile tazmin olunan mallardır. Bunlar,
mekil (ölçekle alınıp satılan mallar) mevzûn (tartı
ile alınıp satılan mallar) ve ceviz, yumurta gibi büyüklükleri
biribirlerine çok yakın olan aded-i mütekarib mallardır.
Hanefiler bu sayılanların
dışındaki mallarda borç alıp vermeyi kabul etmezler.
Çünkü bu adaletli bir ödemeye imkan vermez. Hayvan da, borç olarak
verilmesi caiz olmayan mallardandır.
Nevevî bu hadislerin Hanefiler aleyhine delil olduğunu,
delil olmadan nesh davasının kabul edilemeyeceğini söyler.
Hanefi alimleri Hz. Peygamber'in hayvan ödünç aldığına
delalet eden hadislerin mensuh* olduğunu ve nesh*
davasının delilsiz olmadığını söylerler.
Tahavî, Meani'l-Asar adındaki eserinde, hayvanı borç
vermenin caiz olmadığına işaret eden bazı
hadisler rivayet eder.
İbn Abbas (r.a.) şöyle der: "Hz.
Peygamber (s.a.s.) veresiye olarak hayvan mukabilinde satmayı
nehyetti." (Şerhu Meani'l-Asar, IV, 60).
Cabir (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.s.) -peşin olarak iki
hayvanı bir hayvan karşılığında satmakta bir
beis görmez, fakat veresiye olarak satışım kerih görürdü
(Şerhu Meani'l-Asar, IV, 60).
Tahavî; bu hadislerin hayvanı hayvan mukabilinde
veresiye olarak satmayı caiz gören hadisleri neshettiğini:
hayvanı ödünç almanın da aynı hükümde olduğunu söyler.
Tahavî daha sonra, karşı görüş sahipleri tarafından
ileri sürülen bazı itirazlara işaret ederek, bunları
cevaplandırır.
Hadis-i Şerif'in delalet ettiği diğer
bir anlam da şudur:
Borç alan kişi, borcunu aldığından
daha üstün bir şekilde ödeyebilir. Çünkü Hz. Peygamber borç
olarak genç bir deve almış ve bunu yedi yaşına
girmiş iyi bir deve ile ödemiştir.
"Bekr" denilen genç deve, yedi yaşına
giren deveye nisbetle daha az değerlidir. Üstelik bu iyi bir davranıştır,
müstehaptır. Üstünlük borcun miktarı yönünden olabileceği
gibi; kalitesi yönünden de olabilir. Mesela bin TL. borç alan bir
kimse,borcunu binyüz TL. olarak verebilir. Yine ikinci kalite buğday
borç alan, borcunu öderken birinci kaliteden ödeyebilir. Ancak bunun
borç verme esnasında şart koşulmamış olması
gerekir. Ama borç alınırken borcu daha fazlasıyla veya
daha iyisiyle ödeme, ya da borçlunun alacaklıya fayda temin edecek
başka bir şeyi yapması şart koşulursa bu caiz
değildir; faizdir. Peygamber Efendimiz bir hadisinde "Menfaat
sağlayan her türlü borç faizdir." buyurmuştur (Suyutî,
el-Camiu's-Sağir, II, 94).
İmam Malik'e göre şart
koşulmamış bile olsa, borcu miktar olarak fazlasıyla
ödemek caiz değildir. Hadisteki
"insanların en hayırlısı,
borcunu en iyi şekilde ödeyendir" cümlesi İmam Malik'e
karşı delil olarak ileri sürmüştür.
Borcun Yazılması: Kur'an'daki her hüküm
ayetindeki açıklık gibi borçlanma konusunda da öylesine
pratik bir hüküm ortaya konmuştur ki, bu hükme uyanlar hiç bir
zaman öteki hükümleri kabul edenler gibi perişan olmazlar.
Çünkü Kur'an, müminler için rahmet ve şifadır. Onun
şifa oluşu ona teslim olanlar tarafından görülmüş
ve yaşanmaktadır. Hakikatte onu kabul eden ve fakat hükmüne
teslim olmayan için Kur'an, ne rahmet, ne de şifadır. Bugün alışverişlerini
Kur'an'a göre yapmıyanlar, ekonomik bir takım prensiplerden
medet ummaktadırlar. Oysa Allah Teala'nın emri dikkate
alınmış olsa ve bu emirle yaşanmış olunsa bütün
iç ve dış borçlanmalar kendiliğinden ve Allah'ın
yardımıyla bir rahmet olarak karşımıza çıkar.
Kur'an'da toplum içinde yerleştirilmek istenen
prensip, malın yok olmaması ve muayyen bir zaman için alınan
borçlar hususunda borcun miktarının
yazılmasıdır. Bunu yazmak isteğe bağlı
olarak değil, ayet-i kerîme ile farz kılınmış
bir husustur. Ayet de hiç bir yoruma tabi tutulmayacak kadar açıktır.
"Ey iman edenler, muayyen bir zaman vaadiyle borçlandığınızda
onu yazın. Aranızda bir katip de doğrulukla yazsın.
Yazan Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan
çekinmesin. Yazsın. Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın.
Şayet, borçlu, sefih, küçük ve kendisi yazdıramıyacak
durumda ise, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerden iki de
şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa Şahitlerden
razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda
diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahitler
çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç,
küçük veya büyük olsun onu müddeti ile beraber yazmaktan üşenmeyin.
Bu Allah yanında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam,
şüpheye düşmemenize de daha yakındır... "
(el-Bakara, 2/282).
Süfyan es-Sevrî... "Ey iman edenler, muayyen bir
vade ile borçlandığınız zaman onu yazın. "
ayet-i kerîmesi hakkında İbn Abbas'tan şu sözü
nakleder: "Bu ayet-i kerîme belli bir vade ile yapılan selef (vadeli
satış) hakkında nazil olmuştur."
Katade İbn Abbas'tan rivayet ediyor ki, O:
"Ben şehadet ederim ki belli bir vade taşıyan selef (vadeli
satış)'ı Allah Teala helal kılmış ve buna
izin vermiştir" deyip, sonra da: " Ey iman edenler, muayyen
bir vade ile borçlandığınız zaman, onu
yazın." ayet-i kerîmesini okumuştur.
Süfyan İbn Uyeyne tarikıyla İbn Abbas'tan
rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.s.) Medine'ye geldiğinde
Medineliler bir, iki ve üç senenin meyvesinden selef (vadeli satış)
yapıyorlardı. (Parayı peşin alarak bir, iki ve üç
senenin mahsulünü satıyorlardı). Rasûlullah (s.a.s.) şöyle
buyurdular:
"Kim selef yaparsa belli bir ölçü, belli bir ağırlık
ve belli bir vade ile selef yapsın." (Buharî, Selem, 7).
İbn Cüreyc der ki: Kim borçlanırsa
yazsın, kim alış-veriş yaparsa şahit tutsun.
Katade der ki: "Bize anlatıldığına
göre, Ebu Süleyman el-Mar'aşî Ka'b'ın
arkadaşlarından birisiydi. Bir gün arkadaşlarına
şöyle sordu: "Rabbına dua ettiğinde duasına
icabet edilmeyen mazlûmu biliyor musunuz?" ona "Bu nasıl
olur?" diye sorduklarında:
"Bir adam belli bir vade ile satış
yapar, şahit tutmaz ve yazmaz, malının zamanı gelince
sahibi bunu inkar eder, o da Rabbına dua eder, ama duasına
icabet edilmez. Çünkü o, Rabbına isyan etmiştir." dedi.
"Aranızda bir katip de doğrulukla (hak
üzere) yazsın. Yazarken kimseye ihanet etmesin. Ne eksik ne fazla;
tarafların ittifak ettiği şeyi yazsın. Yazan
Allah'ın kendisine (bilmediği şeyleri) öğrettiği
gibi (herhangi bir zarûret olmasa da insanlar kendisinden bir Şey
yazmasını istedikleri vakit) yazmaktan çekinmesin ve yazsın."
İlahî hükmü ile bu hususta görev yapacakların tavır ve
görevleri de belirleniyor.
Allah'u Teala buyuruyor: "Hak kendi üzerinde
olan (borçlu da zimmetinde olan borcu yazdırsın. Rabbi olan
Allah'dan korksun da ondan bir şey (gizleyip) eksiltmesin. Şayet
borçlu beyinsiz sefih, küçük (ya da deli) veya (konuşamama ya da
yanlıştan doğruyu ayııamıyacak derecede
cahil olması sebebiyle) kendisi söyleyip yazdıramayacak
durumdaysa, velisi dosdoğru yazdırsın."
Allah Teala'nın: "Erkeklerinizden iki de
şahit yapın." buyruğu, yazıyla birlikte daha
sağlam olması için şahit tutmayı emretmektedir.
"Eğer iki erkek bulunmazsa... bir erkek... iki kadın
olabilir." Bu durum ancak mallarda ve kendisiyle malın
kastolunduğu şeylerde (akidlerde) olabilir.
İslam'ın insanlığa getirdiği
güzel mesajlardan biri müsamaha ve sevimliliktir. İslam,
tamahkarlık, bencillik, egoistlik ve cimrilik sahrasında,
insanoğlunun sığınabileceği yegane gölgeliktir.
Bu din hem borçlanan, hem de borç veren için ve gölgesine sığınan
bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat
kucağıdır.
Çağdaş cahiliyyenin bencil duygularıyla
yetişmiş olan kimselere bu kelimeler bir mana ifade etmez.
Bilhassa faizle beslenmiş kapitalistlerin dünyasında bu güzel
duyguların hiç yeri yoktur.
Şamil İA
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.