Daru'l-hadis
Daru'l-hadis
Hadîs ilimlerinin ihtisas seviyesinde öğretildiği
özel eğitim müessesesi.
Kur'an-ı Kerim'den sonra, İslam'ın
ikinci ana kaynağı olan "Sünnet" ve bunun sözlü
ifadesi olan "Hadis" öğretimi büyük bir önem arzeder.
Hz. Peygamber, sözleri, fiilleri ve tasvipleriyle İslamî
hükümleri pratik hayata aktarmış, müslümanlar için canlı
bir model olmuştur. O'nun hayatı bütünüyle iyi bilindiği
ve müslümanların yaşayışına
aktarıldığı ölçüde İslamiyet ferdî ve sosyal
hayatta müsbet etkisini gösterecektir.
İslamiyet'in ilk dönemlerinde öğretim ve
eğitim faaliyetleri daha çok mescid ve camilerde yürütülmekte idi.
İbadet yeri olan mescidler, bu dönemde aynı zamanda dershane görevini
de yapmakta idiler. Hadis öğretiminin ilk
yapıldığı cami, Mescid-i Nebevî'dir. Hz. Peygamber
döneminde Ashab-ı Suffa, mescidin bir bölümünde Rasûlullah'tan
hadis öğreniyorlardı. Ashab arasında en çok hadîs
rivayet eden Ebu Hüreyre burada yetişmiştir. Sünen-i İbn
Mace de rivayet edildiğine göre, bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.)
camide Kur'an tilaveti, dua ve ilim öğrenmekle meşgul olan iki
ayrı halkaya rastlamış ve onlara iltifat etmiştir (İbn
Mace, Mukaddime, 17). Bu haberden de anlaşıldığı
gibi, Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashab döneminde İslamî ilimlerin
öğretildiği yer mescitlerdi.
Emevîler döneminde çocuklar için "mektepler"
inşa edilirken, Abbasîler döneminde ise "medreseler"
tahsil müesseseleri olarak kurulmaya başlanmıştır.
Bunların dışında "mecalis" denilen ilmî
toplantılar da hadîs, ilimlerinin öğretildiği yerlerdi.
Bu dönemlerde, cami ve mescidler yine ilim merkezi olarak kullanılmaya
devam etmiştir. Ancak; hadîs ilminin önemi dolayısıyla
sonraları, hadis ilimlerinin ihtisas seviyesinde öğretildiği
"darü'l-hadîs" denilen özel müesseseler kurulmaya başlanmıştır
ki, bu müesseseler birer hadîs araştırma merkezi mahiyetinde
idiler.
Hadîslerin tetkîki için çok iyi düzeyde Arapça
bilmek ve belagat, tefsir, usûl-ı hadîs ve diğer şer'î
ilimleri de bilmek gerekiyordu. Bunun için özel müesseseler kuruldu.
Medreselerde okutulan derslerde icazet alanların kabul edildiği
bu ihtisas okullarının ilki, Atabek Nureddin Mahmud İbn
Zengi (541-569/1146-1174)tarafından hicrî 563 yılında
Şam'da kuruldu. Kurucusunun adına nisbetle bu darü'l-hadîs'e
"Nuriye Medresesi" denildi. İkincisi Musul'da kurulan bu
hadis medreseleri daha sonraları çoğaldı. Hadisle birlikte
Kur'an ilimlerinin de okutulduğu medreselere ise "darü'l-Kur'an
ve'l-hadis" ismi verildi.
Anadolu sahasındaki ilk darü'l-hadîs,
İlhanlılar zamanında Başvezir Şemseddin Cüveynî'nin
670/1271-1272 yılında Sivas'ta kurduğu çifte minareli
medresedir. Anadolu Selçukluları devrinde verir. Sahip Ata
tarafından Konya'da yaptırılan ince minareli medrese, darü'l-hadislerin
en meşhurlarındandır.
Osmanlılar döneminde önce Bursa'da, sonra da II.
Murat tarafından 1447 yılında Edirne'de darü'l-hadîs
kuruldu.
İstanbul'daki ilk darü'l-hadîs ise, Kanuni
Sultan Süleyman tarafından Süleymaniye Camii'nin tam karşısında
ve tabhanenin bulunduğu yerde kurulan Darü'l-Hadîs'tir. Binası
bugün de ayakta duran bu medrese, kubbeli bir oda, kubbesiz ondokuz
odadan müteşekkildir. Süleymaniye Darü'l-Hadîs'i, paye bakımından
medreselerin en yükseği olduğu için, buraya ilk tayinlerinde
müderrislere yüz akçe, bilahare elli daha artırılarak yüzelli
akçe yevmiye verilirdi. Payelerine göre darü'l-hadîs müderrislerine
verilen yevmiye on ile yüzelli akçe arasında değişiyordu.
Ayrıca imkanlar nisbetinde talebelere de burs veriliyordu. Mesela,
Birgi Darü'l-Hadîs'inde okuyan yedi öğrenciden her biri dörder
akçe yevmiye alıyordu.
XV. ve XVI. yüzyıllar arasında
Osmanlılar tarafından, on üçü İstanbul' da olmak üzere
yirmi darü'l-hadîs yaptırılmıştı. Geri
kalanlardan ikisi Amasya'da, ikisi Edirne'de, diğerleri de İznik,
Birgi ve İstip'te kuruldu. Ayrıca Anadolu'nun Konya, Aksaray,
Niğde, Kayseri, Sivas, Alanya, Erzurum, Urfa, Adana, Tokat, Ankara,
Bursa, Manisa şehirlerinde darü'l-hadîs'ler vardı. Evliya
Çelebi'ye göre, XVII. yüzyılda darü'l-hadîs'lerin sayısı
yüzotuzbeşi buluyordu. 1882'de yapılan umûmî nüfus sayımı
dolayısıyla yapılıp bastırılan
istatistiğe göre, İstanbul'da çeşitli semtlerde onbir darü'l-hadîs
görülmektedir.
Darü'l-hadîs'lerde, usûl-i hadîs ile birlikte
Kütüb-i Sitte okutulurdu. Bunlardan Buharî* ve Müslîm üzerinde
bilhassa durulur, hadis kritiğine oldukça önem verilirdi. Darü'l
hadîs'ler genellikle vakıf kurumları olduğu için,
buralarda okutulan kitaplar, vakfın şartına, -vakıf
herhangi bir şart koşmamışsa- o beldenin örfüne
göre okutulan eserlerdi. Bu sebeple darü'l-hadîs'lerde takip edilen
program ve kitapları kesin olarak tespit etmek mümkün olamamaktadır.
Ancak, Osmanlı alimlerinden Kemal Paşazade'nin Edirne Darü'l-Hadîs'inde
müderris iken Sahîh-i Buharî'ye şerh yazması (Taşköprüzade,
Şekaikûn-Nu'maniyye, 381), Mevlana Haydar'ın ise Darü'l-Hadis
müderrisi iken Sahîh-i Buharî'yi, Kirmanî şerhiyle birlikte
okutması (a.g.e. 425) genellikle son devirde darü'l-hadîs'lerde
metin olarak Buharî ve şerhlerinin okutulduğunu göstermektedir.
Darü'l-hadîs'ler en yüksek medreseler olduğu için
müderrisleri hem en yüksek yevmiye alıyorlar, hem de törenlerde
öteki müderrislerin önünde bulunuyorlar ve onlara başkanlık
ediyorlardı. İlim, eğitim ve kültür hayatımızda
önemli hizmetler gören darü'l hadîs'ler, diğer birçok müessese
gibi kapatılınca, tarihe karışmış olup;
tekrar ihya edilerek İslam'ın yeniden hakim kılınacağı
günleri beklemektedir.
A. Rıza TEMEL
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.