Fırak-ı Dalle
Fırak-ı dalle
Fırak kelimesi fırka kelimesinin çoğulu
olup, fırkalar, topluluklar demektir. Fırka kelimesi de lügatta
kendilerini başkalarından ayırdedecek özelliklere sahip
insan toplulukları, zümreler anlamında olup tarihimizde ve Türkçede
fırka kelimesi parti anlamında da
kullanılmıştır: Terakki Perver Fırka, Cumhuriyet
Halk Fırkası, Serbest Fırka gibi, Siyasi parti
manasına gelmiştir.
Dalle kelimesinin aslı dalletun'dur, dalle
fiilinin ikinci mastarı olup isim gibi mana kazanır; sapmak,
doğru yoldan ayrılmak, kayıp olup telef olmak
anlamlarına gelir. Böylece ele aldığımız terkip
doğru yoldan sapmış, ayrılmış fırkalar,
topluluklar anlamına gelmektedir.
Bu fırak-ı dalle tabiri, dini terim olarak
İslam Dininin belirlediği doğru yoldan, sıratı müstakimden
ayrılan, ondan uzaklaşan, kendi heves ve arzularına uyan
topluluklar, insan grupları veya kendilerine göredini inançlara
sahip partiler, zümreler demektir. Fırka-ı Naciye'nin yani
Cehennem azabından kurtulup saadete erenlerin takip ettiği, Yüce
Allah'ın beyan ettiği, Sevgili Peygamberimizin gösterdiği
yoldan ayrılıp kendi anlayış ve düşünce tarzına
göre başka başka yollara girerek parça parça olarak küçük
küçük topluluklar oluşturanlara, büyük ve kalabalık
İslam toplumundan ayrılanlara fırak-ı dalle adını
vermek adet olmuştur.
Türkçede dini topluluklar anlamında
kullanılan fırka kelimesinin karşılığı
olarak "mezheb" kelimesi kullanılmaktadır. Zira mezheb
kelimesi gidilen, takip edilen yol anlamındadır ve İslam
dininde itikadı (inanç ve iman esasları) ve amelî (ibadet ve
muamelat esasları) sahadaki düşünce ekolleri, grupları
ister siyası ve itikadi olsun, isterse amelî ve fıkhı
olsun dilimizde müştereken "mezheb" ismiyle
anılmaktadır.
Halbuki fırak-i dalle daha özel bir tabir olup Fırka-ı
Naciye'den ayrılan, daha geniş bir ifade ile Kur'an-ı Kerîm'in
beyan buyurduğu hükümlerden ve Hz. Peygamber'in Sünnetinde işaret
edilen esaslardan ayrılan topluluklara verilen isim olmuştur. Görüldüğü
gibi bu toplulukların, grupların kendilerin diğerlerinden
ayırdedici ilk özellik, akaid sahasında, iman esaslarında
Sünnetten ve Cemaatten (Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat) ayrılmaları,
yani Hz. Peygamberimiz ile onun büyük sahabîlerinin inanç sahasında
takibettikleri yolu terkedip bid'ata düşmeleridir. Bu itibarla
fırak-ı Dalle'ye Ehli Bid'at da denir.
Bid'at kelimesi bede'a fiilinden mastar olup, örneği,
benzeri ve modeli olmaksızın bir şeyi ortaya çıkarmak
meydana getirmek, yeniden icad ve ihdas etmek demektir. Öyleyse bid'at
eskiden olmadığı halde sonradan icad edilip ortaya çıkarılan
şey demektir. Dini terim olarak Hz. Peygamber'den sonra, dinde
olmadığı halde icad ve ihdas edilmiş şeylerin
hepsine bu ad verilmektedir.
Bu sebeble bid'at, yani Yüce Allah'ın Kitabı
olan Kur'an-ı Kerîm'e ve Hz. Peygamberimizle ashabının büyüklerinin
sünnetine aykırı olmak, dinin akaid ve ibadet kısımlarında,
dini hükümlerin asıllarında vukû bulmaktadır ki, bunda
ittifak vardır. Bazıları da bid'atı adet ve ananelere
teşmil etmişler, İslam Dininin esasından ve temel hükümlerinden
olmayan, kıyafet, ev ve mutfak aletleri, tasıma
vasıtaları gibi sonradan ortaya çıkan alet, araç ve
gereçleri de bid'ad diye isimlendirmek istemişlerdir ki, bu
hatalıdır.
Şüphesiz, ortaya çıkan her yeni şeyi
dinen meşru görmemek, bid'at diye isimlendirmek mümkün değildir.
Nitekim Sevgili Peygamberimizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte
şöyle buyurulmuştur:
"Kim benden sonra terkedilmiş bir sünnetimi
ihya ederse (canlandırıp ortaya çıkarırsa), onunla
amel eden herkesin aldığı sevab kadar, o kişi de sevap
alır, hem de ötekilerin sevabından hiç bir miktar eksilmeden.
Kim de Yüce Allah'ın ve Peygamberinin rızasına uygun düşmeyen
sapık bir bid'atı (dalalet bid'atı) icad ederse, onunla
amel eden insanların bu yüzden hakettikleri günahları kadar o
kişiye de günah yüklenir, hem de ötekilerin günahlarından hiçbir
şey eksiltmeden" (Tirmizî, el-ilm, 16; Müslim, el-ilm, 6).
Görüldüğü gibi burada Sevgili Peygamberimiz
icad edilen kötü bid'atı, doğru yoldan saptıran ve
ayıran bid'atı "dalalet bid'atı" diye
isimlendirmekle, her sonradan icad edilen şeyin birinci anlamda
bid'at olmayacağına da işaret etmiş bulunmaktadır.
Nitekim II. Halife Hz. Ömer, Teravih namazını yirmi rekat
olarak bir İmam arkasında camide cemaatle
kılınmasını icad ve emir buyurduktan sonra ertesi gün
ve daha sonraki gün müminlerin büyük bir arzu ve vecd içerisinde
Teravih namazını cemaatle eda ettiklerini görünce: "Bu ne
güzel bid'at oldu" demiştir ki, bu da her yeni şeyin
bid'at olmayacağına güzel bir örnektir. Çünkü bu ve benzeri
şeyler ibadet sahasındaki zaruretler sebebiyle ortaya çıkmışlardır,
bunlarda asla kötü bir niyet, heva ve hevese uyma kasdı yoktur.
Bu yüzden: "Her bid'at dalalettir, Her mübtedi
(yeni bir şey ortaya koyan) daldir (sapıtmıştır,
doğru yoldan ayrılmıştır); fakat her dal olan (doğru
yoldan ayrılan), ehl-i nar değildir, yani azabı hak edip
Cehennemlik olmaz" şeklinde bir rivayet vardır ki, bid'at
veya dalalet ehli, maksadın, niyyetine göre, ya mazu olur, Cenabı
Hak affeder, veya günaha girer, azam ile karşı
karşıya kalır. Hz. Peygambere muhalefet etmek, ona
aykırı ve zıt bir şeyler ortaya koymak arzusu ve
niyeti içinde değilse, isabetli bir görüş veya fiil ortaya
koyamadığı için mazur sayılır.
Fırak-ı Dalle sayılan fırkalar
Ehl-i Sünnetin dışında kalan şu dokuz
fırkadır: Hariciler (Havariç), Gulat-ı Şia,
Mu'tezile, Mürci'e, Müşebbihe, Cehmiyye, Dırariyye,
Neccariyye, Kilabiyye. Ayrıca Hariciler onbeş, mu'tezile
altı, Mürci'e oniki, Şi'a otuziki grub veya topluluğa
ayrılmışlardır. Bunların hepsine aynı
zamanda "ehl-i bid'at" da denir.
Bu dokuz fırkanın küçük topluluklarından
bazılarının adları şöyledir: Haricilerin kısımlarından
bazıları: Ezarika, Necedat, Acaride, Şu'aybiye, İbadiyye...
Mu'tezile'den bazıları: Vasiliyye, Huzeliyye,
Nazzamiye, Hişamiyye, Cübbaiyye...
Şi'a'nın bazı kısımları:
Zeydiyye, İsmailiyye, Kamiliyye, Bakirıyye, Şumeytiyye...
Fırak-ı Dalle'nin veya Ehl-i Bid'at'ın
genel özellikleri:
1- Şayed bir fırkanın, bir
topluluğun veya zümrenin görüşleri içinde dinin asılları,
temelleri ve kaidelerinden birine aykırı düşen bir
fikirleri veya fırka-ı Naciye'nin, yani Ehl-i Sünnet ve'l
Cemaatin mezhebinin kabul ve tasdik etmiş olduğu kullî ve genel
bir hükmünde veya kaidesinde onlara zıt bir görüşleri varsa
ve onların takib ettiği hak yolda sapma olmuşsa, işte
o topluluk bu görüşleri veya bu durumları sebebiyle ehl-i
Bid'at sınıfına girmiş olur. Buna
karşılık küllî ve genel sayılmayan hususlarda ortaya
çıkan aykırılık, Fırka-ı Naciye'den ayrılmayı,
değişik bir fırka kurmuş olmayı gerektirmez.
Eğer bir mesele, müslümanlar arasında düşmanlık,
kin, nefret ve ayrılık (tefrika) doğuruyorsa, o mesele dini
ve meşru değildir, diğer ifadeyle bid'at ve dalalettir.
2- Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerîm'in
ayetlerinden bazıları muhkem ayetlerdir ki, manaları açık
ve bunlardan çıkarılan hükümler kesin ve kat'îdir. Bazıları
da mütesabihtir ki, onları açık ve kesin bir tarzda anlamak
pek kolay değildir ve bunlar gelişi güzel te'vil edilip
yorumlanamaz. Nitekim Yüce Allah Alu İmran Suresinin Yedinci
ayetinde: ".... kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak,
kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına
uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir..." buyurmakla
ehl-i bid'atın bu özelliğini beyanı buyurmuştur.
Şu halde müteşabih ayetlere tabi olmak, onları kötü
niyyetle yorumlamak ehl-i Bid'at'ın özelliklerinden bir diğeridir.
3- Kitap ve Sünnete uymak, bunların hükümleriyle
amel etmek yerine, kendi heva ve heveslerine, nefsanî arzularına ve
anlayışlarına uymak da ehl-i Bid'atın bir başka
özelliğidir. Çünkü bu topluluklar kendi görüşlerinin
doğruluğunu isbat etmek ve taraftarlarını çoğaltmak,
diğer mezhebleri kötülemek için doğru yolda
olduklarını iddia ederek, ayet ve hadislere
sarılırlarsa da, bunları kendi arzularına, kendi kötü
emellerine, nefsanî menfaatlerine göre tevil edip yorumladıklarından
Ehl-i Sünnetin yolundan ve görüşlerinden
ayrılmışlardır. (Geniş bilgi için bk.
Tehanevî, Keşşaf, "bid'at ve dalalet" maddeleri,;
eş-Şatibî, el-İ'tisam, I, s.36; İsfahanı, Müfredat,
ilgili maddeler; Abdülkahirel-Bağdadî, el-Fark Beyne'l-Fırak,
Mezhebler Arasındaki Farklar, Terc. Doç. Dr. E. Ruhi Fiğlalı;
el-Cîlanı, el-Ğunye, I, s.59, Kahire, 1331).
Cihad TUNÇ
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.