Fıtrat
Fıtrat
Yaratılış, yapı, karakter, tabiat,
mizaç, Peygamberlerin sünneti, Kalb-i selim, adetullah. Ayrıca
hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü,
istidat gibi manalara da gelir. Terim olarak fıtrat: "Allah Teala'nın
mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir
hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır (İbn Manzur, Lisanü'l-Arab,
Beyrut, (t.y.), V, 55).
Fa-ta-ra fiil kökünden türeyen fatr: yarmak, ayırmak;
iftar: orucu açmak; infitar: yarılmak, açılmak; futûr: yarıklar,
çatlaklar anlamındadırlar. Fıtrat; ilk
yaratılışı kavramlaştırdığı
gibi, sürüp giden her yaratılışı da anlamında
toplar. Yani herhangi bir şeyin bir maddeden veya ilk
yaratılıştaki gibi yokluktan ilk icadı ve ilk çıkışına
fatr, bunun ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı
özellikleriyle birlikte görünüşüne fıtrat denir.
Yaratığın fitrat üzerinde kazandığı öz
niteliklerine de tabiat denilmiştir. Kainatın Allah'ın
fitratı üzere işleyişi İslamî dilde adetullah,
sünnetullah, fitratullah ifadeleriyle isimlendirilmektedir (Ragıp
el-İsfahanî, el-Müfredat, 38 vd.; M. Hamdi Yazır, Hak Dini
Kur'an Dili, III, 1889 vd.; Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar,
İstanbul 1986, 198 vd).
Fıtratın geniş anlamları
Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde açıklanmaktadır:
"Sen Hakka yönelerek kendini Allah'ın
insanlara yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine
ver. Zira Allah'ın yaratmasında değişme olmaz.
İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu
bilmezler" (er-Rûm, 30/30).
"Allah sizi annelerinizin karnından bir
şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz
diye size kulak, göz ve kalb vermiştir'' (en-Nahl, 16/78).
"Allah'ın kanununda bir değişme
bulamazsın " (el-Fatır, 35/43; Ayrıca bk. el-İsra,
17/77; el-Ahzab, 33/62; el-Mümin, 40/85; el-Feth, 48/23).
"Nefse ve onu şekillendirene... Ona
bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini
temizleyen iflah olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır.
Semûd, azgınlığından yalanlandı... Rableri de günahları
yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz
etti" (eş-Şems, 91/7-14).
"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki
yol gösterdik" (el-Beled, 90/10).
"Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya
nankör olur" (el-İnsan, 76/3).
"Rabbimiz, her şeye
yaratılışını verip sonra onu doğru yola
iletendir" (Taha, 20/50).
"Kendini tezkiye eden mutluluğa ermiştir''
(el-A'la, 87/14).
"O (adamın) tezkiye olmamasından sana
ne?" (Abese, 80/7).
"De ki: Herkes yaratılışına göre
davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir"?
(el-İsra, 17/84).
"Nefislerinizde olanı gözlemiyor musunuz?"
(ez-Zariyat, 51/21).
"Öncekilere uygulanan yasayı görmezler mi?
Sen, Allah'ın kanununda bir değişiklik bulamazsın"
(el-Fatır, 35/43)
"Dilediğini yaratır ve onlar için hayırlı
olanı seçer" (el-Kasas, 28/68).
"De ki: Yeryüzünde gezin ve bakın,
yaratılış nasıl başlamış?" (el-Ankebût,
29/20).
"Yaratıcıların en güzeli olan
Allah'ın şanı ne yücedir" (el-Mü'minûn, 23/14).
"Onlar nefislerinde olanı
değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez"
(er-Ra'd, 13/11).
Kur'an-ı Kerîm'deki bu ayetler birbirini tefsir
ederek fıtratın anlamını açıklar. Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in şu hadisleri bu anlamı apaçık bir şekilde
genişletmektedir:
"Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen
müminsin" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 251-252).
"Her çocuğu annesi fıtrat üzere
dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam
eder, sonra ebeveyni onu hristiyan; yahûdi, mecûsî yapar. Eğer
ana-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur" (Buhari,
Cenaiz, 79; Müslîm, Kader, 23-25; İman, 264; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
II, 233, 435).
"Beş şey fıtrattandır: Sünnet
olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları
kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri
yolmak" (Buhari, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahara, 49; Ebû
Davûd, Tereccül, 16; Tirmizî, Edeb, 14).
''Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk
söz Lailaheillallah olsun " (Abdurrezzak Sananı, Musannef,
Beyrut 1970, IV, 334)
"İçini tırmalayan, kalbinde çarpıntılar
oluşturan, gönlünü bulandıran şeyi terket" (İbn
Hibban. Hakîm).
"Hayr, nefsin kendisine
ısındığı, kalbin rahatladığı, yüreğin
oturduğu şeydir. Şer de nefsin kendisine
ısınamadığı, kalbin mutmain
olmadığı, içinde tereddüt ve ıztırablar meydana
getiren şeydir, her ne kadar müftiler hilafına fetva verseler
de. " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 194).
"Müftiler sana fetva verseler de bir kere kalbine
danış" (Darimî, Buyû, 2). "Ameller niyete göredir"
(Buhari, Itk., 6).
"Seni işkillendiren şeyi bırak,
işkillendirmeyene geç" (Hanbel, Nesaî, Taberanî), "Kötülük,
insanın içine sıkıntı verir" (Müslim, Birr,
14).
"Rabbim buyuruyor ki: Ben bütün insanları
Hanif (salim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar
onu dinden saptırdılar. Benim helal ettiklerimi onlara haram
ettiler, insanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa
o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim" (Müslim,
Cennet, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 162).
Bütün bu açıklamalar fıtratın
anlamını belirlemektedir:
Her doğan Allah'ın en güzel yaratması
ile doğar.
Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya
İslam üzere devam ettirir, yahut fıtratı bozarak
yaratılış amacından saptırır.
Bütün insanlar Hanif üzere yaratılmakta, sonra
şeytan ve nefis onları bozmaktadır.
Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak
yaratmış, şeytanın hilelerine karşı yine de
kullarını kurtarmak için peygamberler aracılığıyla
onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir.
Allah'ın yaratılış kanunu kevnî ve
şer'î şekillerde değişmeyen bir yasadır.
İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle
dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet
(vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratım
korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi,
herhangi bir şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya
kalble kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an
şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin
edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidayete çevirmek
İslam dininin görevidir. İslam, fıtratı korur,
geliştirir, nefsi arındırarak insanların
kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını
en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek
karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata
aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni-
saptırır. Bu aşamada İslam ancak bir öğüt, bir
tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar.
İslam ümmeti insanları
yaratılışlarındaki hayra eğilimli
taraflarını ortaya çıkarmak ve onları en yüksek
ahlaka ulaştırmakla yükümlüdür.
İnsanlığın günah ve şirk
bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanların
ilahı saflığına dönüşü, takva ile en güzel
olana uyulması için ilahı, kutsal bir nur yani İslam'ın
rehberliği şarttır.
-İnsanlar fert olarak nefislerinde olanı gözlerlerse
veya kainattaki her çeşit, sayısız nimetleri aklederlerse
veya geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret
alabilirse hakikati idrak edebilirler.
Her insan, nefsine ve topluma karşı
yaptıklarında bir kötülük oluştuğunun
farkındaysa vicdan azabı duyabiliyorsa onda bozulmamış
bir ahlakı yapı vardır. "En güzel ahlakı"
tamamlamıştır, artık geçerli olan onun ahlakıdır.
Bütün yaratılmış varlıklar bu kainatta
Allah'ın değişmeyen yasası (adetullah)na göre
yasamaktadırlar. İnsan bu kainatta halife olarak yaratılmış
ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur: Allah'ın
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye
yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine
şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(el-A'raf,
7/132). Allah insanı yaratmış, ona düzen ve ölçülü bir
biçim vermiştir. Onu en güzel şekilde yaratmış,
doğruyu ve yanlışı göstermiş, insan da ya şükreder
yahut inkar eder halde temkin edilmiştir. Bundan sonra dünya hayatında
kendini arıtan, yüzünü hanif olarak Allah'a çeviren, kendisini
fatr edene ibadet eden kurtulacaktır (bk. el-İnsan, 76/3;
et-Tîn, 95/4; el-Beled, 50/10; en-Nisa, 4/28; el-İsra, 17/51;
el-Mülk, 67/3; el-İnfitar, 82/7-8).
Yine Kur'an-ı Kerîm'deki kutsal bilgilendirme
yolu, insanı afak ve enfüsteki ayetleri düşünmeye,
akletmeye çağırdığı gibi, insanın en çok
acz içindeyken, mesela denizde bir gemide yol alırken aniden gelen
bir fırtınada deniz orasında acz içinde kalınca, bütün
yalanlama, fitne ve fücûru, ortak koştuklarını unutan
insan, hemen Allah'a dua etmektedir. Bu, insanın fıtraten
Allah'ın bilincinde olduğuna bir delildir. Bu manevî hak
duygusu her ferdde mevcuttur ve İnsanı yoldan çıkaran,
işlediklerini süslü göstererek onu asi yapan şeytandır
(Münavî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, V. 34; Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1978, VI, 3822).
Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, saf,
her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış
yapısını konuşma çağına kadar sürdürür.
Bundan sonra ona Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın
anlamıyla eğitilmezse ailesi onu yahudi, hıristiyan,
mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir kişilik
yapısı gelişir. Halbuki Allah: "Yüzünü samimiyetle
ve tamamen bu dine çevir. Allah'ın sıfatlarında sebat et
ki o insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır.
Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte
doğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler"
(er-Rûm, 30/30) buyurmaktadır.
Buna göre bütün insanlar Allah'a inanmak ve ona
kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah'ın öğütlerinden
yüz çevirerek, bağımsız davranarak, ayetleri yalanlayarak
fıtrata aykırı düşüleceği gibi, bu sebeple
Allah'ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı
bozmak, Allah'a karşı gelmek demektir. Mesela müşrikler,
fıtrata uygun doğan hayvan' yavrularının
kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri
diri toprağa gömerlerdi. Kabe'de Allah'a ortak koştukları
birçok putlar bulundururlardı. Fıtratı inkar etmek için
kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması
gerektiğini ileri sürerlerdi. Onların helak edilmeleri de bu
yüzden oldu. Hiç kimse Allah'ın insanı kul olarak
yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye
kalkanların azabla kuşatılması da bir kanun olarak
uygulandı.
İslam'a göre hayatın anlamı ancak
fıtrata uygun yaşamaktır. Yeryüzündeki gelmiş geçmiş
hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik
laik çağdaş düşünce sistemleri, vahye karşı
"doğal-pozitif akıl laiklik" karşıtlığıyla
oldukça, basit ve insan fıtratıyla uyum sağlamayan bir
şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir
yola sokmak istemişlerdir. Ancak insanın fıtratı her
şeye rağmen, her türlü muhteşem teknik gelişmelere,
maddi ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu
bulamamakta, büyük bir manevî boşluğa düşmektedir. Bu
boşluk Allah'ın sınırlarını aşmak ve
nefsine zulmetmektir (et-Talak, 65/1). Bu boşluğu çeşitli
dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı
muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslam'dan başka
kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar.
Çünkü: "Kalpler ancak Allah'ı sanmakla huzur bulur"
(er-Ra'd, 1 3/28).
M. Emin AY
Sait KIZILIRMAK
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.