Harp Emırı
Harp emırı
Kur'an-ı Kerim'de kendilerine Allah'ın ve
Rasûlü'nün çizdiği sınırlar içinde kalmak ve masiyette
olmamak kaydıyla itaat edilmesi emrolunan (en-Nisa 4/59) "emir
sahipleri'nden savaş işlerine bakan kumandan.
Herhangi bir devlette savunma meselesi hayatî
meselelerden biridir. Özellikle İslam gibi, Kur'an'ın da açıkça
ifade ettiği üzere "habisin çok olduğu' (el-Maide,
5/100), fitne ve fesadın kol gezdiği bir dünyada iyiyi, güzeli
ve adaleti temsil eden bir dinin kendini savunması gerektiği açıkça
ortadadır. Bunun yanısıra, Hz. Ömer devrindeki İran
savaşlarında Rebî' İbn Amir'in Sasanî Orduları
başkomutanına söylediği gibi, "İslam'ın,
insanları sahte dinlerin karanlığından kendi
aydınlığına, kullara kulluktan Allah'a kulluğa ve
yerlerin basıklığından göklerin enginliğine çağırmak
için" gönderildiği de göz önüne alınırsa, bu
gereklik daha da vazgeçilmez bir hal alacaktır. Bu yüzden, İslam'ın
en temel müeyyidelerinden biri olan Cihad, daha Hz. Ömer devrinde bir
müessese haline getirilmiştir. Hz. Ömer, memleketin bütün insan
gücünü, fiilen hizmet etmekte olanlar ve evlerinde oturmakla birlikte
ihtiyaç halinde silah altına alınabilecekler şeklinde iki
ana bölüm halinde tek bir ordu yapmak fikriyle bir harp dairesi kurdurmuştur
(Şiblî Numanî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet
İdaresi, II: 139-142).
Cihad göreviyle yükümlü her müslümanın güç,
yetenek ve liyakatine göre er veya çeşitli kademelerde komutan
olarak oluşturduğu İslam ordusunu başkomutanı
tarih boyunca daima halifeler olagelmiştir. 19'uncu yüzyılın
sonlarına gelinceye, yani tüm karmaşık yapı ve
ilişkileriyle modern devletler ortaya çıkıncaya kadar,
kendilerine "mü'minlerin emiri' de denilen halifeler, harp
dairesinin de başkanıydılar. Gerçi; halifelerin ordularının
başında bizzat savaşlara katılmaları zorunlu
değildi. Rasûlullah (s.a.s)'ın yaptığı gibi, ya
bizzat katılırlar, ya da tam yetkili harp emirleri tayin
ederlerdi. İdarî olsun askerî olsun, hemen tüm devlet işlerinin
en yetkili ve sorumlu kişisi olarak, Darü'l-İslam'ın
sınırlarını korumak ve İslam'ın
tebliğini yapmakla yükümlü bulunan halifeler (Maverdî,
el-Ahkamü's-Sultaniyye, çev. A. Şafak s. 19), istişare sonucu
savaş açmak veya sulh yapmak gibi askerî görevleri de uhdelerinde
bulundurduklarından, kendi yerlerine tayin ettikleri harp emirleri de
ordu politikasını, harp sevk ve idaresini, barış yapma
ve ganimetleri bölüştürme gibi görev ve yetkilere sahip olurlardı.
Harp emirlerinin seçiminde yaş, neseb ve
zenginlik gibi unsurların etkisi yoktur. Rasûlüllah'ın Mute
Savaşı'nda azatlısı Zeyd İbn Harise'yi ve vefatından
az önce de Zeyd'in oğlu Üsame'yi daha 18 yaşındayken, içlerinde
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi Ashab'ın büyüklerinin de bulunduğu
orduya kumandan tayin etmesi bunun en güzel örneklerindendir. Harp
emirlerinde aranan şartlar, Halife'de aranan şartlara
yakındı: Adalet, ehliyet, takva, bilgi, hüner, cesaret ve sağlık
bunların en başta gelenleriydi (Maverdî, a.g.e., s. 6).
Halifeler, harbe gönderdikleri komutanlara emir ve
tavsiyelerde bulunurlardı ki, Hz. Ebu Bekir'in Hz. Üsame'ye bu
konudaki emirleri tarihin altın sayfalarındandır: "Hıyanet
etmeyiniz, arkadan vurmayınız. İnsan cesedi üzerinde
tahribat yapmayın. Çocukları, ihtiyarları ve
kadınları öldürmeyiniz. Yemiş veren ağaçlara
dokunmayınız. Yollarda manastırlarda ibadet eden abidlere,
keşişlere dokunmayınız." (Ö. R. Doğrul,
Asr-ı Saadet, IV: 53). Ayrıca geniş bilgi için bk. Cihad
Emiri.
Ali ÜNAL
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.