Hılfu'l-fudul
Hılfu'l-fudul
Zulme karşı İslam öncesi Arapların
yaptığı Hz. Peygamber'in de katıldığı
antlaşma.
Bütün cahili toplumlar gibi İslam öncesi Arap
toplumu da kuvvet sahibi zorbaların hakim olduğu, zulüm ve
haksızlığın kol gezdiği bir toplumdu. Fil
olayının yirminci yılında Ficar savaşı
olarak adlandırılan kanlı kabile kavgalarından sonra
Mekke'de hiçbir yabancı ve koruyucusuz kimsenin mal, can ve namus güvenliği
kalmamıştı. İşler çığırından
çıkmıştı. Yabancı tacirlerin malları
alınır, parası ödenmezdi. Hac için gelenlerin hoşa
giden kadın ve kızları zorla ellerinden alınır,
kimsenin feryadına kulak asılmazdı.
Böyle bir ortamda Yemen Zebid kabilesinden bir adam
Mekke'ye satmak için bir deve yük mal getirmişti. Mekke'nin ileri
gelenlerinden As b. Vail, Zebidî'nin mallarını almış
fakat parasını ödememişti. Zavallı Zebidî parasını
almak için Mekke'nin güçlü ailelerine başvurdu ise de bir sonuç
alamadı. Başvurduğu kimseler yardım etmek bir yana,
aşağılayarak kovmuşlardı adamı.
Uğradığı zulümden bağrı
yanan Zebidî, bir sabah Ebu Kubeys dağına çıkarak Kabe
çevresinde toplanan Mekke halkına, "ey Fihr halkı"
hitabıyla uğradığı zulmü şiir biçiminde
haykırdı. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in amcası Zübeyr
bir daha böyle olayların tekrarlanmasını engellemek düşüncesiyle
girişimlerde bulundu. Kendisine katılan Haşim, Muttalib, Zühre,
Esed, Haris ve Teymoğullarının ileri gelenleri ile
birlikte Mekke'nin zengin ve saygı değer adamlarından
Abdullah b. Cud'an'ın evinde toplandılar. Uzun görüşmelerden
sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve yerli kimsenin zulme
uğramasına meydan verilmemesi, hakları alınıncaya
kadar mazlumların yanında hareket edilmesi yolunda karar
aldılar.
Yakubî'ye göre antlaşma şu şekilde gerçekleştirildi:
Abdulmuttalib'in kızı Atike veya Beyda ortaya
hazırladığı bir çanak koku koydu. Oradakiler birer
birer ayağa kalkıp elini çanaktaki kokuya batırarak,
"Vallahi, bundan böyle Mekke'de yerli olsun, yabancı olsun,
zulme uğramış hiç bir kimse bırakmayacağız.
Zulme meydan vermeyeceğiz. Mazlumlar zalimlerden haklarını
alıncaya kadar mazlumlarla birlikte hareket edeceğiz. Denizlerin
bir kıl parçasını ıslatacak suları
kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağları yerlerinden silinip
gidinceye, Kabe'ye istilam ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu
ahdimizde sebat edeceğiz" diye and içtiler.
Bu antlaşma, daha önceki zamanlarda aynı amaçla
Cürhüm ve Katura kabilesinde Fadl ve Hidayl adlı bir kaç kişinin
yaptıkları andlaşmaya çok benzediği için onların
adına izafe edilerek "Fadl'ların andlaşması"
anlamındaki "Hıtfu'l-Fudûl" olarak adlandırılmıştır.
Fudûl kelimesi "fazlalık şey" anlamına da
gelmektedir. Bu antlaşmayı yapanlar zulmedenlere fazladan zulmen
alınan mallarını geri vermek üzere yemin ettikleri için
bu isimle anılmıştır da denilir.
Andlaşmaya katılanlar ilk iş olarak As
b. Vail'in kapısı önüne dikilmiş ve ondan Zebidî'nin
hakkını almışlardır. Daha sonra da benzeri
olaylarda zulmün ortadan kaldırılması yolunda
başarılı girişimleri olmuştur. Bunlara örnek
olarak anılan iki olay şöyledir:
Has'am kabilesinden birisi kızı ile birlikte
Hac için Mekke'ye gelir. Mekke'nin güçlü kişilerinden Nübeyh b.
Haccac çok beğendiği kızı babasının elinden
zorla alarak evine kapatır. Kızını kurtarmak için çırpınıp
duran adama Hılfu'l-Fudûl'a başvurması tavsiye edilir.
Adamın başvurusu üzerine hemen Nubeyh'in evi kuşatılır
ve çaresiz kalan zalim, kızı babasına teslim eder.
Sumale kabilesinden bir tacir mallarını bir
kısmını Mekke reislerinden Ubey b. Halef'e satar. Ancak
Ubey üzerinde anlaştıkları bedeli tacire ödemez. Hılfu'l-Fudûl'a
başvuran adama, "şimdi sen hemen Ubey'e git ve ona Fudulî'lerden
geldiğini, ödemeyi derhal yapmazsa biıim gelişimizi
beklemesini söyle" derler. Bu haber Ubey'e ulaşınca vakit
geçirmeden adamın parasını öder.
"Fadl'lar Andlaşması"na, o zaman
yirmi yaşlarında olan Rasul-i Ekrem (s.a.s) de
katılmıştır. Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre
Hazret-i Peygamber bu antlaşma hakkında şöyle demiştir:
"Abdullah b. Cud'an'ın evinde yapılan And'da ben de
bulundum. Bence o and kırmızı tüylü bir deve sürüsüne
malik olmaktan daha sevgilidir. O zaman Haşim, Zühre ve Teym Oğulları,
deniz bir kıl parçasını ıslatacak kadar suya malik
oldukça mazlumlarla birlikte bulunacaklarına and içmişlerdi.
Ben ona İslam devrinde bile çağrılsam icabet
ederdim"(Ahmed b. Hanbel, I,190, 193).
Andlaşmaya katılanlar sonradan aralarına
başka kimseleri alamadıkları için onların ölümüyle
"hılfu'l-fudûl" son bulmuştur. Fakat fiilen devam
etmese de yıllarca sonra bile hılfu'l-Fudûl'dan söz etmek
zalimleri korkutmaya yetmiştir. Nitekim Muaviye'nin yönetimi
döneminde Medine valisi Velid b. Utbe, bir meseleden dolayı
kendisine zulmetmeye kalkışınca Hazreti Hüseyin, "vallahi,
ya adalete riayet eder hakkımı verirsin, yahut
kılıcımı sıyırarak Rasûlullah'ın
Mescidi'nin kapısına dikilir halkı Hılfu'l-Fudûl'a
davet ederim." diyerek onu tehdit etmiştir. Bunu duyan Abdullah
b. Zübeyr, "Vallahi, eğer Hüseyin böyle bir davette bulunacak
olursa, ben de kılıcımı çeker, ona adalet üzerine
hakkı verilinceye kadar onunla birlikte ayaklanırım, yahut
hep ölürüz" demiş, buna daha başkaları da
katılınca Velid çaresiz Hazreti Hüseyin'e hakkını
teslim etmiştir.
Ahmed ÖZALP
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.