Kadi'l-kudat
Kadi'l-kudat
Kadılar kadısı, başkadı,
kadıların başı.
İslam'ın, gerek Kur'an, gerekse Hz.
Peygamberin hadisleri vasıtasıyla üze rinde ehemmiyetle durduğu
konulardan biri de adalettir. İnsanlar arasında adalet
dağıtıcısı olarak vazife alacak olanların bu
prensibe titizlikle riayet etmeleri gerektiğini birçok İslamî
emirde görmek mümkündür. Gerçekten Allah, adalete uygun davranmamızı,
her türlü iş ve davranışımızda bu prensibe
riayet etmemizi emreder (en-Nahl, 16/90).
İnsanlığın
başlangıcından bu yana, devam edegelen
anlaşmazlıkların çözülmesi ve ihtilafların ortadan
kaldırılması için kurulan bir müessese vardır, buna
kadılık diyoruz. Hangi isim ve şekil altında olursa
olsun her toplumda bunu görmek mümkündür. Öyle ki bu teşkilatın
tarihini insanlık tarihine kadar uzatmamız mümkündür.
Çünkü insan, varoluşundan itibaren kendisi ile başkaları
arasında meydana gelen anlaşmazlıkları çözecek başka
bir insana daima ihtiyaç hisseder olmuştur. Bu bakımdan,
tarihin uzak dönemlerinden beri, insanlar arasındaki
ihtilafları halleden dirayetli kimseler vardır.
İslam gelince, anlaşmazlıklarda
yargılama görevini bizzat Hz. Peygamber yürüttü. O, dinin
emirlerini tebliğ ederken aynı zamanda kadılık görevini
de yerine getiriyordu. Bununla beraber İslam ümmetinin bu
dönemdeki sadeliği ve sınırların dar olması
sebebiyle Hz. Peygambere fazla dava intikal etmiyordu.
Fakat zamanın geçmesi ve İslam topraklarının
genişlemesi, İslam ülkesinde de birçok anlaşmazlığın
meydana gelmesine sebep oldu. Bu yüzden her büyük şehre birer
kadı tayin edildiği görülmektedir. Gerek Hulefa-i Raşidîn,
gerekse Emevîler döneminde bu şekilde devam eden kadı
tayinleri, Abbasîler döneminde bir merhale daha katederek kadıların
bir reise bağlanması sağlandı.
Abbasî dönemi adliye teşkilatının en
önemli gelişmelerinden biri de günümüz "Adliye Bakanlığı"na
benzeyen " Kadi' l-Kudat "lık müessesesinin kurulmuş
olmasıdır. Kadi'l-Kudat, merkezde oturup diğer
kadıları tayin ederdi. Bu dönemde ilk defa bu müessesenin başına
getirilen, Halîfe Harun Reşid'in kendisine büyük bir saygı
duyduğu ve İmam Azam Ebû Hanîfe'nin talebesi olan Ebû
Yusuf'tur. Endülüs Emevî Devleti'nde bu vazifeyi gören kimseye "Kadi'l-Cemaa"
ünvanı verilmekteydi (Hasan İbrahim Hasan-Ali İbrahim
Hasan, en-Nuzum el-İslamiyye, Kahire (ty) s. 273).
Başlangıçta her vilayete bir kadı tayin
ediliyordu. Daha sonra ülke sınırları genişleyince
her yere bir kadı tayin etmek ve hatta büyük şehirlere birkaç
kadı birden tayin etmek icab etti. Abbasî halîfesi Harun Reşid
zamanında Bağdad büyük bir şehir haline geldi. Ebû Yusuf,
halîfenin kendisine son derece hürmet ettiği bir kimse olarak ilk
defa (kadi'l-kudat) ünvanı ile vazifeye getirildi. Kendisine tevcih
edilen bu makama büyük hizmetleri dokunan Ebû Yusuf, ilk defa bilginler
(ulema) için özel bir kıyafetin tahsis edilmesini sağladı.
Ebû Yusuf'tan sonra gelen kadi'l-kudatlar, önce Bağdad
kadılarını daha sonra da bütün memleket kadılarını
tayin etmeye başladılar. Gerek Abbasî dönemi, gerekse onlardan
sonra gelen devletler, Abbasîlerin bu uygulamasına aynen uydular (Corci
Zeydan, Medeniyet-i İslamiye Tarihi, trc. Zeki Megamiz,
İstanbul 1328, I, 217).
Abbasîlerden sonra kurulan diğer müslüman
devletlerde de kadıların tayin ve idaresinden sorumlu bir "kadi'l-kudatlık"
müessesesi vardı. Nitekim Memlûklularda Sultan Baybaros zamanında
aynı müessesenin bulunduğunu ve başında Bedreddin
es-Sincarî adında bir kimse getirildiğini biliyoruz. Bu kurum
Osmanlılarda "Kazaskerlik" şeklini
almıştır (Geniş bilgi için bk. Kadı maddesi).
Ziya KAZICI
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.