Kafir
Kafir
İslam'ı inkar eden, nimete nankörlük eden,
uzak kalan, kaçınan, örten kimse. "Kefere" fiilinin ism-i
faili. Terim olarak, imanı olmayan kimseye verilen isimdir. Kalbinde
imanı olmadığı halde, dışa karşı mü'min
görünene "münafık *", müslümanlığından
sonra dinden dönene "mürted*" denir. İki ve daha çok
ilah olduğunu söyleyen, Allah'a başkasını ortak
koşan kimseye "müşrik*", yahudilik veya
hristiyanlık dinine bağlı olanlara "kitabî" veya
"ehl-i kitap" adı verilir (et-Teftazani, Şerhu'l-Makasıd,
İstanbul, t.y. II, 268 vd.).
Kur'an-ı Kerîm'de "küfür" terimi ve
türevleri pek çok ayette geçer ve imansız kimselerin nitelikleri,
karşı karşıya bulundukları tehlikeler açıklanır.
Yahudilerin İslam'a çağrıldığı bir ayette
şöyle buyurulur: "Elinizdeki Tevrat'ı tasdik edici olarak
indirdiğin Kur'an'a iman edin. Onu ilk inkar edenlerden olmayın.
Ayetlerimi basit bir değere değişmeyin. Ve yalnız
Ben'den korkun." (el-Bakara, 2/41). Allah'a ortak
koşanların durumu da şöyle açıklanır: Onlar
Allah'ı bırakıp kendilerine fayda da, zarar da vermeyen
şeye taparlar. Kafir, Rabbine karşı olanların
yardımcısıdır." (el-Furkan, 25/55).
Yahudi ve hristiyanların bozuk inançları yüzünden
imansız durumuna düşmeleri hakkında şöyle buyurulur:
"Şüphesiz ki: "Allah ancak Meryemoğlu İsa
Mesih'tir", diyenler kafir olmuşlardır. Ey Muhammed! Deki:
"Allah, Meryemoğlu İsa Mesih'i, anasını ve bütün
yeryüzündekileri helak etmek istese, O'na kim engel olabilir? Göklerin,
yerin ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti yalnız Allah'a aittir.
O, dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir" (el-Maide,
5/17) "Şüphesiz, Meryemoğlu Mesih (İsa), Allah'ın
kendisidir" diyenler kafir olmuşlardır. Halbuki bizzat
Mesih şöyle demiştir: "Ey İsrailoğulları,
benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Çünkü kim
Allah'a eş koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar"
(el-Maide, 5/72). "Allah, şüphesiz üçün (üç Tanrının)
biridir" diyenler kafir olmuştur. Halbuki bir tek ilahtan başka
hiç bir ilah yoktur" (el-Maide, 5/73).
Yahudi ve hristiyanların ilah inancının,
inkarcıları taklitten ibaret olduğu şöyle
belirtilir: "Yahudiler; "Uzeyr Allah'ın oğludur"
dediler. Hristiyanlar da: "Mesih (İsa) Allah'ı n
oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla
geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan
inkarcıların sözlerini taklit ediyorlar" (et- Tevbe, 9/
30).
Yukarıdaki ayetlerde, Allahu Teala hakkında
küfrü gerektiren başı bozuk akîde veya inkar halleri
belirlenmiştir. Buna göre; Allah'ı inkar etmek, O'na şirk
koşmak, Allah'ın oğlu olduğuna inanmak, O'nun
sıfatlarından birini bilerek inkar etmek, kişiyi küfre
düşürür. Allah'a şirk küfrün en büyüğüdür.
Çünkü Allah'ın eşi ve benzeri yoktur. İhlas sûresinde
Cenab-ı Allah: "De ki: O, Allah'tır, bir tektir. O
Allah'tır. Herkes ve her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir
şeye muhtaç değildir. Doğurmamıştır,
doğrulmamıştır. Hiçbir şey, O'nun dengi ve
benzeri değildir" (el-ihlas, 112/1-4) şeklinde
tanımlar. Şirk'in af kapsamı dışında
bırakıldığı şöyle belirlenir: "Şüphesiz
Allah, kendisine şirk koşulmasını asla
bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları,
dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a eş
tutarsa, şüphesiz pek büyük bir günah ile iftira etmiş
olur" (en-Nisa, 4/48). Diğer yandan şirki bırakarak
tevbe ve istiğfar eden, akidesini sağlamlaştıran
kimsenin ise affedilebileceğinden şüphe yoktur. Çünkü böyle
bir kimse artık "müşrik" sıfatından
kurtularak mü'min sayılır.
Allahü Teala'yı yüceliğine uygun olmayan
bir şekilde nitelemek, isim veya emirlerinden birisiyle alay etmek,
hafife almak veya Allah'a noksanlık isnat etmek kişiyi dinin
sınırları dışına çıkarır (el-Fetava'l-Hindiyye,
Bulak 1310, II, 258).
Ebû Hanîfe'ye (ö. 150/767) göre, Allahü Teala'nın
sıfatları kadim (evveli bulunmayan) olup, sonradan olma ve
yaratılmış (mahlûk) değildir. Bu yüzden O'nun sıfatlarının
yaratılmış olduğunu söylemek veya bu konuda şüpheye
düşmek kişiyi dinden çıkarır (Ali el-Karî,
Şerhu'l-Fıkhı'l- Ekber, Mısır 1323 h. s. 22).
İmam Şafiî, Malik ve Ahmed b. Hanbel'e göre, Allah'ın
ilmini inkar eden kimse kafir olur (İbn Teymiyye, Mecmau'l Fetava,
Riyad 1381-1386 h. XXIII, s. 349). Diğer yandan, Allah'ın
rahmetinden ümit kesen ve azabından emin olduğuna inanan da küfre
düşer. Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur.
"Şüphesiz, kafirlerden başkası, Allah'ın
rahmetinden ümit kesmez" (Yûsuf, 12/87), "De ki: Ey kendileri
aleyhinde sınırı aşanlar, Allah'ın rahmetinden
ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları
yarlığar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcı
ve çok esirgeyicidir" (ez-Zümer, 39/53). "Büyük zararı
göze alanlar gürûhundan başkası, Allah'ın azabı
geciktirmesinden emin olmaz" (el-A'raf, 7/99).
Bu şekilde akîde bozukluğu olan kimse,
kelime-i tevhid veya kelime-i şehadet getirmekle, İslam'ın
sınırları içine girmiş olur. Hz. Peygamber bir
hadisinde şöyle buyurmuştur: "İnsanlarla onlar, La
ilahe illallah (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur) deyinceye
kadar savaşmakla emrolundum. Bunu söyledikleri zaman, haklı
durumlar dışında kanlarını ve mallarını
benden korumuş olurlar. Artık onların işi Allah'a
kalmış bulunur" (eş-şevkanî, Neylü'l-Evtar,
VII, 197, vd.; Zeylaî, Nasbu'r-Raye, III, 379).
Peygamberlik müessesesini kökten kabul etmemek veya
herhangi bir peygamberin nübüvvetini inkar da küfürdür. Bu yüzden
diğer peygamberleri kabul etmekle birlikte Hz. İsa ve Hz.
Muhammed'i Allah elçisi olarak kabul etmeyen yahudiler, yine Hz.
Muhammed'in peygamberliğini tanımayan hristiyanlar küfre düşmüşlerdir
(Alîel-Karî, a.g.e, s. 50; el-Fetava'l Hindiyye, II, 263;
el-Gazzalî, el İktisad, Mısır, t.y. s. 112).
Peygamberlik müessesesini inkar edenler, yalnız
"Allah'tan başka ilah yoktur" kelime-i tevhîdini
söylemekle İslam'a girmiş olmazlar. "Hz. Muhammed
(s.a.s)'in, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik
ederim" anlamındaki kelime-i şehadeti de ilave etmeleri
gerekir. Yahudi ve hristiyanlar gibi başka bir dine mensup
olanların ise İslam'a girebilmeleri için inanarak kelime-i
şehadet getirme yanında önceki dini ile bir ilişkisinin
kalmadığını da ifade etmesi gerekir. Bu gibi
kimselerin; "Ben mü'minim ben müslümanım, inandım ve
İslam'a girdim" gibi sözleri yeterli olmaz.
Çünkü bu sözleri kendi dinlerini sürdürürken de
söylemiş olabilirler. Bu takdirde hem yahudi, hem müslüman veya
hem hristiyan hem de müslüman tipi ortaya çıkar ki, bu durum
İslam'ın özü ile bağdaşır nitelikte
değildir, (el-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslamî ve Edilletüh,
Dımaşk, 1404/1984, VI, 427).
Bir peygambere ilahlık isnat etmek de küfürdür.
Nitekim hristiyanlar Hz. İsa'nın Allah olduğunu söyledikleri
için kafir sayılmışlardır (bk. el-Maide 5/17, 72).
Kur'an-ı Kerîm'in tamamını, bir sûre,
bir ayetini veya bir hükmünü, bir emir ve yasağını inkar
etmek küfürdür. Yine Kur'an'dan oluşu konusunda icma (ittifak)
bulunan bir kelimeyi veya tevatür yoluyla sabit olan bir okuyuş
tarzını inkar etmek, Kur'an'a bir şey ilave etmek
küfürdür. Kur'an'ı Kerim'in kendisi, -bir sûresi veya bir ayeti
ile alay etmek, onu küçümsemek ve hafife almak da, kişiyi dinin
sınırları dışına çıkaran hallerdendir
(Ali el-Karî, a.g.e s. 151; el-Fetava'l Hindiyye, II, 266; A.Saim Kılavuz,
İman Küfür Sınırı, İstanbul 1982, s. 114-115).
İslam'da iman konuları bir bütündür.
İnanılması gereken esaslardan herhangi birisini inkar
etmek bütünü inkar anlamına gelir. Allah'la, Rasûlünün arasını
ayırmak, Kur'an'ın bir bölümüne iman edip bir bölümünü
inkar ederek (el-Bakara, 2/85) müslümanlığını sürdürmek
mümkün olmaz. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Allah'ı ve peygamberini inkar ederek kafir olan, biz bir kısmına
inanırız bir kısmına inanmayız diyerek Allah ve
Rasûlü'nün arasını ayırmaya kalkışan ve böylece
imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler,
gerçek kafirlerin ta kendileridir. Biz o kafirlere alçaltıcı
bir azap hazırlamışızdır" (en-Nisa, 4/155
151). Allahü Teala bu ayetlerle, kendisini ve peygamberlerini inkar
eden yahudi ve hristiyanları tehdit etmektedir. Çünkü onlar
Allah'la elçilerinin iman konusunda arasını
ayırmaktadırlar. Bazı peygamberlere inanırken,
bazılarını da tanımamaktadırlar. Bu, sırf
atalarını bu inanç üzere bulmaktan ve duygusal düşüncelerden
kaynaklanan, delilsiz, heva ve hevese dayalı kanaatlerden ibarettir.
Bunun sonucu olarak yahudiler Hz. İsa ve Hz. Muhammed'e iman
etmediler. Hristiyanlar da kendilerinden sonra gelen Hz. Muhammed'i kabul
etmediler. Halbuki peygamberlik müessesesine iman, Allah'ın yeryüzüne
gönderdiği bütün peygamberlere imanı gerektirir. (İbn
Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, II, 396-397). İslam'ın çıkışı
sırasında Hicaz'da yaşayan yahudiler, Hz. Muhammed'in büyük
bir peygamber olarak gönderilişini kıskandılar, bu yüzden
ona karşı çıkarak, yalanladılar, hatta Medîne
döneminde onunla savaş yaptılar. Ancak yenildiler ve daha sonra
Hicaz bölgesinden sürgün edilerek uzaklaştırıldılar.
Onların daha önceki peygamberlere olan eziyet, zulüm hatta
öldürme hareketleri Kur'an-ı Kerim'de şöyle anılır:
"Hanisiz; "Ey Musa, biz yalnız bir çeşit
yemeğe sabredemeyiz, bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği
şeylerden, bakla, salatalık, mercimek soğan çıkarsın"
demiştiniz. Dedi ki: "Size daha hayırlı olanı, böyle
daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?
Öyle ise Mısır'a çekip gidin, istediğiniz şeyler
orada bulunur". Onlara zillet ve meskenet vuruldu, Allah'tan gelen
bir gazaba uğratıldılar. Bu durum, Allah'ın
ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere (Zekeriya, Yahya ve
Şuayb'ı ve diğer) peygamberleri öldürmelerinden dolayı
başlarına geldi. Bu, onların isyan etmelerinden ve
taşkınlıklarından dolayı idi" (el- Bakara,
2/61).
İslam ümmeti Cenab-ı Hakk'ın yeryüzüne
gönderdiği, Kur'an'da ismi zikredilen veya edilmeyen tüm
peygamberlere inanır. Bu yüzden, önceki semavî dinlerin
peygamberleri olan Hz. Davud, Hz. Musa ve Hz. İsa gibi peygamberlere
ve onlara verilen ilahî kitapların bozulmamış
asıllarının vahiy ürünü olduğuna inanmak mü'min
sayılmanın gereğidir. Bunlardan birisini mesela Hz.
İsa'nın peygamberliğini veya ona inen İncil'i inkar
eden bir müslüman, dinin sınırları dışına
çıkar. Durum böyle olunca İslam inancı evrensel
niteliklere sahiptir. Kökende yahudi ve hristiyanlığın
bozulmamış orjinal şekillerini de kapsamına
almaktadır. Zaten Kur'an-ı Kerim pekçok ayetlerde İncil
ve Tevrat'ta sonradan yapılan değişiklikleri ve bu dinlere
sokulan hurafe ve inanç bozukluklarını haber vermektedir. Buna
aşağıdaki ayeti örnek verebiliriz: "Şüphesiz;
"Meryem oğlu mesih (İsa) gerçekten Allah'ın
kendisidir" diyenler kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih
(İsa) şöyle demişti: "Ey İsrail
oğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allahü Teala'ya ibadet
edin""Kim ki, Allahü Teala'ya eş koşarsa, hiç
şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun
varacağı yer ise ateştir. Zulmedenlerin de onları
ateşten kurtaracak hiçbir yardımcıları yoktur"
(el-Maide, 5/72).
Kur'an-ı Kerim'de veya sahih hadislerde
bildirilen ve üzerinde ihtilaf bulunmayan İslami emir ve
yasaklardan birisini inkar etmek küfürdür. İçki, kumar, zina
gibi yasakları helal saymak bu niteliktedir. Ancak "büyük
günah (kebîre)" denilen haramları işlemenin kişiyi
dinden çıkarıp çıkarmayacağı İslam'ın
ilk asırlarında bilginler arasında
tartışılan bir konudur. İbn Ömer'den (r.a) büyük
günahların dokuz tane olduğu rivayet edilmiştir. Bunlar
şunlardır: Allah'a şirk koşmak, haksız yere bir
insanı öldürmek, namuslu kadına zina iftirası yapmak,
savaştan kaçmak, sihir yapmak, yetim malı yemek, müslüman
olan ana-babaya itaatsizlik yapmak, haramda ısrar etmek. Ebû Hureyre
buna faiz yemeyi, Hz. Ali ise şarap içmeyi eklemiştir. Bu
arada; zararı yukarıda sayılanlar kadar veya daha büyük
olan her günahı kebîre sayanlar olduğu gibi, Allah ve Rasûlü'nün
karşılığında ceza koyduğu her
yasağı büyük günah kabul edenler de olmuştur. Bu konuda
ez-Zehebî (ö. 748/1437), özel bir eser kaleme alarak yetmiş tane büyük
günahın açıklamasını yapmıştır
(ez-Zehebî, Kitabu'l-Kebair, Beyrut, 1355/1933).
Hz. Ali'nin halîfeliği sırasında ortaya
çıkan haricî fırkası, amel'i imandan sayarak, büyük
günah işleyenin dinden çıkacağını söylemiştir.
Mu'tezile fırkası da amel'i imandan bir parça kabul etmiş,
bu yüzden büyük günahın insanı mü'min olmaktan çıkaracağını,
ancak haricîlerden farklı olarak kafir de yapmayacağını
söylemiştir. Onlara göre, bu kimse "fasık"
adını alır, tevbe edinceye kadar imanla küfür arasında
"menzile beyne'l menzileteyn" de kalır. Eğer tevbe
ederek ölürse müslüman olarak, tevbe etmeden ölürse kafir olarak
ölmüş bulunur (Taftazanî, Şerhu'l-Akaid, terc. Süleyman
Uludağ, İstanbul 1980, s. 262 vd.).
Ehl-i sünnet bilginlerine göre ise, büyük günah işlemek,
inkar bulunmadığı sürece kişiyi dinden çıkarmaz.
Onların bu konuda dayandığı deliller
şunlardır: İman kalbin tasdikidir. Bu sıfat devam
ettiği sürece, sırf şehveti, geçici arzu ve istek, kıskançlık
ve tembellik gibi etkilerin altında işlenen büyük bir günah
kalbteki tasdike aykırı olmaz. Ancak bu, "haramı helal
sayma ve haram ve helalı hafife alma" inanç ve duyguları
içinde yapılırsa küfür olur. Diğer yandan ayet ve
hadisler, asî ve günahkar olanlara "mü'min" ismini
vermektedir. Şu ayetler buna örnek verilebilir:
"Ey mü'minler, Allah'a nasûh tevbesiyle tevbe
edin" (et-Tahrîm, 66/8). "Ey iman edenler, sizin üzerinize kısas
farz kılındı" (el-Bakara, 2/178)."Eğer mü'minlerden
iki grup birbirini öldürürlerse aralarını bulunuz"
(el-Hucurat, 49/9). Bu ayetlerde sözü edilen eylemler büyük günah
niteliğindedir. Buna rağmen bu fiili işleyenlere
Cenab-ı Hakk "mü'min" sıfatıyla
hitabetmiştir.
Ehl-i kıbleden olup da büyük günah işledikleri
kesinlikle bilinen kimselerin cenaze namazının
kılınacağı ve bunlar için Allah'tan mağfiret
dilenilebileceği Hz. Peygamber'den günümüze kadar, üzerinde
görüş birliği bulunan bir konudur.
Kur'an-ı Kerim'de mü'minler büyük günaha karşı
şöyle uyarılır: "Eğer nehyolunduğunuz büyük
günahlardan kaçınırsanız, sizin diğer günahlarınızı
mağfiret eder, örteriz. Ve sizi şerefli bir yere (cennete)
sokarız" (en-Nisa 4/31; ayrıca bk. eş-Şûra,
42/37; en-Necm, 53/32). Bu ayette, büyük günahların af
kapsamı dışında tutulması, onlar hakkında
bazı dünyevî cezaların bulunması ve buna ek olarak uhrevî
günahı için özel tevbe ve istiğfarın gerekli olması
yüzündendir. Küçük günahların çoğu ise, özel bir tevbe
ve istiğfara gerek kalmaksızın, namaz, oruç, hac, zekat,
insanlara yapılan iyilikler, hayır ve hasenat gibi salih
amellerin bir sonucu olarak kendiliğinden affedilmesi mümkündür
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 229). Hatta hac ibadeti, bazı büyük
günahların da affedilmesine vesile olur. Çünkü, eksiksiz hac
yapanın annesinden doğduğu gündeki gibi geçmiş günahlarının
affedileceğine dair hadis-i şerifler vardır (Buharî,
Muhsar, 9, 10; Nesaî, Hacc, 4; İbn Mace, Menasik, 3; Darimî,
Menasik, 7; Ahmed b. Hanbel, II, 229, 410, 483, 494).
Kısaca Allah'ın emir ve
yasaklarını, bütün İslamî hükümlerini kabul ederek
İslam'ı bir nizam olarak görmek iman gereğidir. Bunlardan
bir kısmını red etmek veya İslam'ın çağımızda
uygulanmasının mümkün olmadığını ileri sürüp
bir hükmünü bile olsa red eden kimseler kafir olur.
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.