Kurayzaogulları
Kurayzaogulları
Medine'de yaşamış bir Yahudi kabilesi.
Resûlullah (s.a.s.) Medine'ye hicret ettiği zaman
Yahudiler, küçük nüfus toplulukları halinde Suriye'den güneyde
Yemen ve Umman bölgelerine kadar yerleşik halde
yaşıyorlardı. Fakat onların en kuvvetli oldukları
yer Hayber bölgesiydi. Aynı insan kitlesi Medine (Yesrib)'de de
mevcuttu. Ancak anlaşıldığına göre bunlar, daha
ziyade bir göz yumma ve müsamaha sayesinde buralarda barınmaktaydılar.
Zira Hz. Peygamber'in Medine'de yürürlüğe koyduğu anayasada,
insan unsurunu tayin ve tesbit eden maddeler, Yahudileri, meydana gelen
konfederasyonun müstakil ve otonom kabile toplulukları değil,
Evs veya Hazrec gibi çeşitli Arap kabilelerine mensup, onların
himayesine sığınmış insan toplulukları
olarak tavsif edip göstermektedir (M. Hamidullah, Rasûlüllah Muhammed,
Terc. Salih Tuğ, İstanbul 1973 s.174; Salih Tuğ, İslam
Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s.31-40 vd.).
Bunlar üç ana kümeden ibarettiler: Kaynukalılar,
Nadîrliler ve Kurayzalılar. Fakat bunların arasında kan
davaları bulunduğundan, ayrıca kendi dost ve müttefikleri
arasında da bölünmüşlerdi. Bunlardan
Kaynukaoğulları Hazrec'in müttefiki, Nadîroğulları
ile Kurayzaoğulları ise Evs'in müttefiki idiler (İbn
Hişam, es-Sıretü'n-Nebeviyye, Nesr. M.es-Seka, İ.el-Ebyarî,
A.eş-Şiblı, Mısır 1375/ 1955, l, 540).
Evslilerle Hazrecliler arasında savaş
olduğu zaman, Kaynukaoğulları, Hazrecle; Nadîroğulları
ve Kurayzaoğulları, Evsle beraber çıkar ve her grup,
kardeşlerine karşı, kendi müttefiklerine yardım
ederler ve karşılıklı olarak birbirlerinin
kanlarını dökerlerdi. Halbuki Tevrat ellerindeydi ve içinde
(gerek lehlerinde gerekse aleyhlerinde) ne yazılı olduğunu
biliyorlardı. Evs ve Hazrec ise müşriktiler; putlara
tapıyorlar, ne Cennet ne Cehennem, ne ölümden sonra dirilme, ne kıyamet,
ne kitab, ne helal ne de haram tanıyorlardı (İbn
Hişam, a.g.e., II, 540).
Savaş sona erince, biribirlerinden
aldıkları esirleri, gûya Tevrat'a uyarak fidye karşılığında
serbest bırakıyorlardı. Kaynukalılar; Evslilerin
elinde olan esirlerini, fidye vererek serbest
bıraktırdıkları gibi, Nadîroğulları ve
Kurayzaoğulları da, Hazreclilerin elinde bulunan esirlerini
fidye ödeyerek bıraktırırlardı. Müşriklere
yardım etmek için döktükleri kanlara ve aralarında
öldürülenlere karşılık kısas uygulamazlardı.
Cenab-ı Allah, bu tutumlarından dolayı onları şöyle
azarlamaktadır:
"Bir zaman sonra siz, o kimseler oldunuz ki,
artık birbirinizi öldürmeye aranızdan bir zümreyi yurtlarından
çıkarmaya, kötülük ve düşmanlıkta onlara
karşı birleşmeye başladınız. Eğer onlar
size esir olarak getirilirlerse onlar (fidye
karşılığında) esirlikten çıkarmak size
haram kılınmışken, esir mübadelesi yapıyordunuz"
(el-Bakara, 2/85).
Hz. Peygamber Medine'ye geldiği zaman, müslümanlarla
müslüman olmayanlar arasında genel bir antlaşma ve mukavele
yapmıştı. Bu mukavele hükümleri arasında;
Yahudilerin de Mü'minlerle bir topluluk teşkil ettikleri kabul
olunmakta, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in izni olmadıkça kendilerinin
herhangi bir askerî harekatta bulunamayacakları, ne
Kureyşlileri ne de onlara yardım edenleri hiçbir şekilde
korumayacakları, Medine'ye bir saldırı olduğunda
elbirliğiyle müdafaada bulunacakları hükmü yer almakta, bu sırada
Medine'de yaşayan Kurayzaoğulları da aynı hükme dahil
edilmekteydi.
Nadîroğulları ile Kurayzaoğulları,
aynı müşrik kabîlenin müttefikleri oldukları halde, Nadîroğulları
Yahudileri kendilerini, soydaşları Kurayzadan üstün tutarlardı.
Bir Kurayzalı, Nadîrden birini öldürecek olsa tam diyet ödemeye
mecbur tutulduğu halde; bir Nadûli Kurayzadan birini öldürdüğünde
yarım diyet öderdi. Böyle bir dönemde Nadîroğullarından
biri bir Kurayzalıyı öldürmüş her iki taraf
Peygamberimize müracaat ederek aralarında hüküm vermesini istemişlerdi.
Aşağıdaki ayet bunun iizerine nazil olmuştur:
"Eğer sana gelirlerse ister aralarında hükmet,
istersen onlardan yüz çevir (kendi hallerine bırak). Onlardan yüz
çevirirsen sana bir zarar veremezler. Şayet aralarında hükmedersen
adaletle hükmet" (el-Maide, 5/42).
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s), her iki cemaatı
eşit muameleye tabi tutmak suretiyle aradaki imtiyazı
kaldırmış, Kurayzalıları, Nadîrlilerin
seviyesine yükseltmiştir (İbn Hişam, a.g.e., II, 566).
Ne var ki, Kurayzaoğulları nankörlük
ederek, Rasûlüllah ile olan muahadeyi bozan ve O'na karşı
savaşa kalkışan Nadîrlilere katıldılar.
Peygamberimiz, Nadîroğulları Yahudilerini muhasara ederek
yurtlarından sürüp çıkardığı halde
Kurayzaoğulları Yahudilerini affetti. Yeni bir muahede ile
onları yerlerinde bıraktı (Buharî, Meğazî, 14;
Müslim, Cihad ve Siyer, 20).
Buna rağmen Kurayzaoğulları Yahudileri
sinsi düşmanlıklarını sürdürmüşler; Hendek
kuşatması sırasında Nadîroğullarına ait
casuslar, onları müşriklerle işbirliği yapmaya tahrik
ve teşvik etmiş, onlar da bu propagandaya kapılarak
şehrin savunma planlarını boşa çıkaracak
şekilde içerden harekete geçmişlerdi. Fakat Cenab-ı
Allah, kafirlerin tuzağını boşa çıkarmış,
Müslümanları bunların şerrinden korumuştu (el-Vakidî,
el-Meğazî, Kahire 1367/1948, s.290).
İslam düşmanları, Hendek
muhasarasını kaldırıp gidince Resûlullah (s.a.s),
evine gelerek silahlarını çıkarıp yerine koymuş
ve yıkanmıştı. Bu arada Cibrîl (a.s.) Peygamber
(s.a.s)'e geldi ve:
"Sen silahını çıkarmışsın!
Vallahi biz melekler henüz silahlarımızı çıkarmadık.
Haydi onlara doğru yola çık ! " dedi. Peygamber:
"Nereye?" diye sorunca; Cibrîl, Kurayzaoğulları
yurdunu işaret ederek: "İşte şuraya" dedi.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.s), Kurayzaoğullarına doğru
hareket etti (Buharı, Meğazî, 32).
Enes İbn Malik der ki; "Resûlullah (s.a.s)
Kurayzaoğullarına sefer ettiğinde, Cibril'in melek
alayının Ganmaoğulları sokağından geçtikleri
sırada yükselen tozunu bugün bile hala görür gibiyim"
(Buharî, Meğazî, 32; İbn Sa'd, Tabakat, II, 76).
Hz. Peygamber (s.a.s), ordusuyla Kurayzaoğulları
yurduna varıp onları kuşatma altına aldı.
Kuşatma yirmi beş gece sürdü. Kurayzaoğulları
muhasaranın gittikçe uzamasından ve şiddetlenmesinden
dolayı büyük bir sıkıntıya düştüler; teslim
olmaktan başka çare kalmadığını anladılar.
Resûlullah (s.a.s)'e, kendileri hakkında hüküm vermek ve onun
vereceği hükme göre teslim olmak üzere bir hakem tayinini
istediler. Peygamber de; "Ashabımdan istediğiniz kimseyi
hakem seciniz" dedi. Bunun üzerine Sa'd İbn Muaz'ı hakem
seçtiler (İbn Hişam, a.g.e., III, 239; Buharî, Cihad, 32;
Taberî, Tarih, Nşr. Muhammed Ebu'l-Fadı İbrahim, Beyrut
II, 592).
Resûlullah (s.a.s), bunlar hakkında hüküm
vermesini Sa'd İbn Muaz'a havale etti. Sa'd da:
"Ben onlar hakkında şöyle hüküm
veriyorum: Bunların savaşanları öldürülsün, kadınları
ve çocukları esir edilsin, malları da taksim olunsun" dedi
(Buharî, Cihad, 32; Taberî, a.g.e., II, 592).
Hz. Peygamber (s.a.s), onları Medine'de bir evde
hapsettikten sonra, hendekler kazdırmış ve eli silah tutan
erkeklerin boynunu vurdurmuş, kadınlarını, çocuklarını
ve mallarını da müslümanlar arasında taksim etmiştir
(İbn Hişam, a.g.e., III, 240, 244).
Cenab-ı Allah, bu hususu Kur'an-ı Mubîninde
şöyle dile getirir:
"Allah, Kitap ehlinden kafirleri destekleyenleri
kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı;
onların kimini öldürüyor kimini de esîr ediyordunuz"
(el-Ahzab, 33/26).
"Yerlerini, yurtlarını,
mallarını ve henüz ayağınızı dahi
basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi.
Allah her şeye kadirdir" (el-Ahzab, 33/27; Ayrıca
İbn Hişam; a.g.e., III, 250; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an
Dili, VI, 3886).
Halid ERBOĞA
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.