Mehir
Mehir
Evlenme sırasında kadına bu isimle
ödenen meblağ; evlilikte kadının nikah akdi veya cinsel
temasla hak kazandığı mal veya meblağ anlamında
bir fıkıh terimi. Kitap, Sünnet ve fıkıh literatüründe
mehir kelimesi yerine, eş anlamda; "sadûk", "saduka","nıhle",
"farîza", "ecr", "hıba", "ukr",
"alaik", "tavl" ve "nikah" kelimeleri de
kullanılır.
İslam Hristiyanlıkta olduğu gibi
kadının erkeğe verilmek üzere para biriktirilmesini (drahoma)
değil de; aksine, erkeklerin kadınlara rağbetinin bir
sembolü olsun diye hediye kabilinden bir meblağın ona
verilmesini emretmiştir. Mehir kadına değil, erkeğin
üzerine vaciptir. Daru'l-İslam'da bir kadınla cinsel temas,
ya had cezasını gerektirir, ya da mehir hakkını
doğurur. Bu, kadına saygının bir sonucudur.
Kur'an-ı Kerîm'de mehirden söz eden çeşitli
ayetler vardır. Bazıları şunlardır: "Aldığınız
kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve Allah'ın bir
atiyyesi olarak verin " (en-Nisa, 4/4). Çoğunluğa göre,
burada hitap kocalaradır. Bazı bilginler hitabın velilere
olduğu görüşündedir. Cahiliye devrinde mehri kızın
velileri alır ve adına da "nihle" derlerdi. "...Haram
olanlar dışındaki kadınlarla evlenmeniz, namuslu
olarak ve zinaya sapmaksızın yaşamak ve
mallarınızdan onlara mehir vermek şartıyla size helal
kılındı. Artık o kadınlardan hangisiyle
yararlanmanız olmuşsa, ücretlerini belirlendiği
şekliyle verin. Mehir miktarını belirledikten sonra
aranızda gönül hoşluğu ile uyuştuğunuz miktar
hakkında üzerinize bir vebal yoktur" (en-Nisa, 4/24).
Abdullah b. Abbas (r.a) tan rivayet edildiğine göre,
Hz. Ali, Hz. Fatıma ile evlenirken Resulullah (s.a.s) kendisine;
"O'na bir şey ver" dedi. Ali: "Bende bir şey
yok"deyince de; "Hutamî zırhını verebilirsin"
buyurdular.
Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahabeye
Allah'ın elçisi mehir vermesini bildirdi. Evinden de eli boş dönünce;
"Demirden bir yüzük de olsa bak" deyip, yeniden eve gönderdi.
Yine boş dönünce, ne miktar Kur'an-ı Kerîm bildiğini
sordu ve sonunda şöyle buyurdu: "Haydi git, onu sana bildiğin
Kur'an karşılığında verdim" (eş-Şevkanî,
Neylü'l-Evtar, VI, 170).
Bu konudaki ayet ve hadislerden şu sonuca
varılmıştır. Resulullah (s.a.s), mehirsiz hiç bir
evliliğe ruhsat vermemiştir. Eğer mehir vacip
olmasaydı, bunu göstermek için arada bir onu terkederdi.
Diğer yandan, sahabe devrinden bu yana İslam
bilginleri mehir üzerinde icma etmişlerdir (bk. es-Serahsî,
el-Mebsut, V, 62 vd.; el-Kasanî, Bedayiu's-Sanayi, II, 274-304;
İbnü'l-Hümam, Fethul-Kadîr, II, 434 vd.; el-Cassas,
Ahkamü'l-Kur'an, III, 86 vd.; İbn Rüşd, Bidayetü'l-Müçtehid,
II, 16 vd.; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, II, 329 vd.).
Aile yuvasıyla ilgili görevlerin en güzel
şekilde yerine getirilmesi için eski çağlardan beri
kadınla erkek arasında bir görev bölümü yapılmıştır.
Erkek, evin dışındaki işlerle uğraşır
ve gerektiğinde ağır işlerde çalışarak geçim
için kazanç sağlar. Kadın da evin yönetimi, yemeğin
hazırlanması, çocukların bakım ve terbiyesiyle
uğraşır. Bu yüzden bütün malî yükümlülükler kadının
değil, erkeğin görevidir. Mehir ve bütün kapsamıyla
nafaka bu yükümlülükler arasındadır. Bu görev bölümü
erkekle kadının yaratılışına ve ilahî
sünnete de uygundur. Erkek daha güçlü olduğu için çalışıp
kazanmaya daha yatkındır. Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Erkekler, kadınlardan daha güçlü kuvvetlidirler. Yani
ailenin reisidirler. Bunun sebebi şudur: Allah onlardan kimini
kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkek,
mallarından evin geçimini sağlamaktadır" (en-Nisa,
4/34).
Mehir, nikah akdinin rükün veya
şartlarından değildir. Bu yüzden mehirsiz akdedilecek
nikah geçerli olur ve kadın emsal mehire hak kazanır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Kendileriyle cinsel temasta bulunmadığınız
veya kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları
boşamışsanız, bunda üzerinize bir sakınca
yoktur" (el-Bakara, 2/236). Bu ayette, cinsel birleşmeden veya
mehir tesbitinden önce kadını boşamanın geçerli olduğu
belirtilmektedir. Boşama ancak sahih nikahtan sonra mümkün olduğuna
göre, ayet, akit sırasında mehrin konuşulmasının
ne bir rükün ve ne de bir şart olmadığına delalet
eder (el-Kasanî, a.g.e., II, 274; eş-Şîrazî, el-Mühezzeb,
Halebî tab'ı, II, 55, 60; İbn Rüşd, a.g.e., II, 25).
Ukbe b. Amir (r.a)'ın naklettiği şu
hadis de yukarıdaki anlamı destekler. Hz. Peygamber bir adama:
"Seni filanca kadınla evlendireyim mi?" demiş;
erkeğin; "evet" demesi üzerine, kadına hitaben;
"Seni filanca erkekle evlendirmeme razı oluyor musun?" diye
sormuştu. Kadının da "evet" demesi üzerine,
onları evlendirdi. Herhangi bir mehir belirlenmeksizin evlilik gerçekleşti.
Bu erkek vefatı sırasında şöyle dedi:
"Resulullah (s.a.s), beni filanca kadınla evlendirdi. Bir mehir
konuşulmadı ve kadına bir şey de vermedim. Ona mehrim
olarak Hayber'deki hissemi veriyorum". Kadın bu hisseyi
almış ve yüz bin lira karşılığında
satmıştır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslamî ve
Edilletuh, Dımaşk 1405/1985, VII, 254). Yalnız Malikîler
mehri, nikahın bir rüknü olarak kabul ederler.
Eşler mehirsiz olarak veya şarap, domuz eti
gibi şer'an mal sayılmayan bir şeyi mehir yaparak
evlenseler Malikîler dışında çoğunluğa göre
akit geçerli olur.
Mehrin üst ve alt sınırı:
Mehrin en çok miktarı için bir sınır
getirilmemiştir. Ayette; "Onlardan birisine yüklerle mehir
vermiş olsanız bile, içinden bir şey
almayınız" (en-Nisa, 4/20) buyurulur. Hz. Ömer bunu 400
dirhemle sınırlamak istemiş, aksi halde fazlanın beytü'l-male
gelir kaydedileceğini ilan etmişti. Hz. Ömer'in dayandığı
delil; Hz. Peygamber'in eşi ve kızları için 480 dirhemden
(12 okiye) daha fazla mehir verilmemesi idi. Hz. Ömer minberden indikten
sonra Kureyşli bir kadın, yukarıdaki ayeti (en-Nisa, 4/20)
okuyarak, Allah'ın mehir için bir sınır
getirmediğini, aksine, kadınları yükler dolusu mehre layık
gördüğünü belirtti. Bunun üzerine yeniden minbere çıkarak,
sözünü geri aldı ve şöyle dedi:
"Size, kadınlarınız için 400
dirhemden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım.
İsteyen, malından dilediği kadar verebilir"
(eş-Şevkanî, Neylü'l-Evtar, VI,168; Heysemî,
Mecmau'z-Zevaid, Mısır, t.y., IV, 283 vd.).
Ebû Hanîfe'ye göre, mehrin en az miktarı on
dirhem gümüş veya bunun karşılığıdır.
Hz. Peygamber devrinde bu kadar para yaklaşık iki kurbanlık
koyun bedelidir. Hırsızlıkta, had cezasının
uygulanmasını gerektiren en az miktar. bir dinar altın para
olup, mehirde buna kıyas yapılmıştır. Çünkü
bir dinar altın para, on dirhem gümüş paraya satın alma gücünde
eşit durumda idi. İmam Malik'e göre mehrin en az miktarı
üç dirhemdir. Bu mezhep de kendi hırsızlık
nisabını ölçü olarak almıştır. İmam
Şafiî ve Ahmed b. Hanbel, en az miktar için bir sınır
koymamışlardır. Delilleri; mehir ayetinde malın
azına bir sınır konulmamasıdır (Buharî, Nikah,
34-51; es-Sabûnî, Tefsîru Ayati'l-Ahkam, Dımaşk 1397/1977,
I, 453; ez-Zühayli, a.g.e., VII, 256; Ömer Nasuhî Bilmen, İstilahat-ı
Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1967, IV, 121-123; Hamdi Döndüren,
Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul 1983, s. 279, 280).
Mehrin konusu:
Satışı veya kullanılması yasak
olmayan her şey mehir olarak verilebilir. Menkul ve gayrimenkul
mallar, ziynet eşyası, hayvanlar, misli şeyler ve hatta
menkul veya gayri- menkul bir maldan yararlanma hakkı bunlar
arasındadır. Ancak İslam'ın yasak ettiği
şeyler, mesela; alkollü içkiler, domuz, ölmüş hayvan etleri
mehir olamaz. Bu gibi şeyler mehir yapıldığı
takdirde, nikah akdi mehirsiz yapılmış sayılır
ve kadın emsal mehre hak kazanır (el-Kasanî, a.g.e., II, 277
vd.; İbn Abidîn, a.g.e., Mısır, t.y., II, 252, 458-461;
el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, II, 143).
Kur'an-ı Kerîmi veya helal ve haramdan bazı
dinî hükümleri öğretmenin mehir sayılıp
sayılmaması fakihler arasında
tartışılmıştır. İlk Hanefî
müçtehidlerine göre, Kur'an ve fıkıh öğretimi mehir
yerine geçmez. Çünkü, helal kılınan kadınları
belirleyen ayetteki; "mallarınızla istemeniz." (en-Nisa,
4/24) ifadesi buna engeldir. Kur'an öğretimi ve benzeri ameller taat
niteliğinde olup, kişi bunları Allah'a yaklaşmak için
yapar. Bu yüzden ilk üç Hanefî müçtehidine göre, bunun için iş
akdi yapmak geçerli olmaz. Böyle bir durumda kadın emsal mehre hak
kazanır. Çünkü bu, mal olarak karşılığı
bulunmayan bir yararlanmadır.
Sonraki Hanefî fakihleri ise, Kur'an-ı Kerîm öğretimi
ve diğer dini hizmetlerin; şartların değişmesi ve
geçim için insanların çok meşgul olması gibi sebeplerle
olan ihtiyaç yüzünden, bir ücret karşılığında
yapılabileceğine fetva verdiler. Delil; Hz. Peygamber'in
bildiği Kur'an-ı eşine öğretmesi
karşılığında bir erkeği evlendirmesidir.
İlk Hanefî müctehidleri, bu hadisi te'vil ederek, mehirsiz
evlendirmenin Hz. Peygamber'e mahsus bir muamele olduğunu söylemişlerdir
(eş-Şîrazî, a.g.e., II, 59; eş-Şevkanî,
Neylül-Evtar, VI, 170; el-Askalanî, Bülûğu'l-Meram, Terc. A.
Davudoğlu, İstanbul 1967, III, 247 vd.; Bilmen, a.g.e., VI,
173-175).
Mehrin çeşitleri
Mehir genel olarak mehr-i müsemma ve mehr-i misil
olmak üzere ikiye ayrılır. Mehr-i müsemma da muaccel ve
müeccel diye kendi içinde ikiye ayrılır.
1. Mehr-i müsemma:
Bu, nikah akdi sırasında veya daha sonra
eşlerin karşılıklı rıza ile belirledikleri
mehirdir: "Eğer siz, onları kendilerine temas etmeden önce
boşar, fakat daha önce onlara bir mehir tayin etmiş
bulunursanız, bu tayin ettiğiniz mehrin yarısı
onlarındır" (el-Bakara, 2/237). Mehr-i müsemma da peşin
verilip verilmeme durumuna göre ikiye ayrılır:
a) Mehr-i muaccel:
Eşlerin miktarını belirledikleri mehir,
nikah akdi sırasında ödenebileceği gibi, sonraki bir
tarihte de ödenebilir. İşte akit sırasında peşin
olarak ödenen mehre "mehr-i muaccel (peşin mehir)" denir.
Eşler, mehrin miktarını belirlemekle birlikte, ödeme
şeklini tesbit etmemişlerse, peşin ödenecek miktar örfe
göre belirlenir. Örf, tamamının peşin veya ileride
ödenmesi yahut bir bölümünün, örneğin üçte birinin veya yarısının
peşin, geri kalanının sonradan verilmesi şeklinde
meydana gelmişse buna göre hareket edilir. Çünkü mehrin ödeme
şekli üzerindeki örf, aksi kararlaştırılmadıkça
eşler arasında şart koşulmuş gibidir. Hadiste;
"Müslümanların güzel gördüğü şeyler Allah
nezdinde de güzeldir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 379) buyurulmuştur.
Bazı fakihler, zifaftan önce kadına mehrin
bir kısmını vermeyi müstehap görürler. Bu konuda, Hz.
Ali'nin, Fatıma (r.anha) ile evlenirken zifaftan önce mehir olarak
zırhını vermesi uygulamasına dayanırlar. Bu
evlilik Medine'de, Hicret'in ikinci yılında vuku bulmuş ve
mehrin ödenmesi konusunda Medîne örfüne uyulmuştur (M. Muhyiddîn
Abdülhamîd, el-Ahvaluş-Şahsiyye, s. 140, 141).
Bugün Mısır'da geçerli olan örfe göre,
genel olarak, mehrin üçte ikisi peşin alınır. Fas'ta ise
mehrin yarısı peşin ödenir (Halil Cin, İslam ve
Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara 1974, s. 218).
b) Mehr-i müeccel:
Mehrin tamamını peşin olarak değil
de, evlenmenin sona ermesi, beş yıl, on yıl sonunda veya
kocanın ölümü halinde ödenmesi kararlaştırılabilir.
İşte bu şekilde, ödenmesi belirli bir vadeye bağlanmış
olan mehir "mehr-i müeccel (vadeli mehir)" adını
alır. Bu durumda kadın, belirlenen vade gelmeden önce mehri
isteyemez. Miktarı belirlendiği halde, ödeme şekli
belirlenmemiş olan ve bu konuda örf de bulunmayan durumlarda, mehir;
boşanma veya eşlerden birisinin ölümü halinde peşine dönüşür.
Boşamanın kesin (bain) veya cayılabilir (ric'î) olması
arasında bir fark yoktur. Ancak, ric'î boşama halinde mehir,
iddetin sonunda peşin mehre dönüşür (Mehmed Zihni, Nimet-i
İslam, İstanbul 1976, s. 641 vd.).
2) Mehr-i misil:
Kadının emsaline göre takdir edilen mehir.
Kadın, şu durumlarda mehr-i misle hak kazanır:
a) Nikah akdinde mehrin zikredilmemiş olması
halinde mehr-i misil gerekir. Mehrin zikredilmemesi, akdin
fesatını gerektirmez. Çünkü nikah, evlenecek olan çiftlerin
icab-kabûlüyle tamam olur. Mehir ise nikahın rüknü değildir
ve bundan dolayı nikah akdinin inikat ve sıhhati, mehrin
zikredilmesine bağlı değildir. Mehir zikredilmediği
halde koca vefat ederse kansı mehr-i mislini terikeden alır, kan
vefat ederse varisleri kocadan mehri misli alırlar.
b) Mehrin, tayin edilmiş olmakla birlikte mehir
hakkında bilgisizliğin fazla olması (el-Cehaletü'l-fahişe)
veya gayr-ı mütekavvim bir mal olarak tayin edilmesi halinde mehrî
misil gerekir. Mehrin ev, araba, hayvan, elbise vb. şekilde mutlak
olarak zikredilmesi halinde fahiş cehaletten sözedilir ve bu
durumda mehr-i misil gerekir. Çünkü bu cins isimler farklı
vasıflarda ve değerlerde olabileceğinden
anlaşmazlık ve çekişmeye götürür. Mesela, mutlak
olarak ev denildiğinde evin müstakil, büyük veya küçük olması,
manzarası vb. gibi problemleri beraberinde getirebilir. Bunun
yanında şeriatın domuz, içki gibi mütekavvim mal kabul
etmediği şeylerin mehir olarak tayini halinde bunlar geçersizdir
ve mehr-i misil tahakkuk eder.
c) Taraflar arasında mehr-i ortadan kaldırma
konusunda bir anlaşma varsa yine mehr-i misil gerekir. Mehir şariin
nikah akdinde uyulmasını emrettiği hükümdür. Bundan
dolayı tarafların mehri kaldırma yetkisi yoktur. Eğer
akde bitişik bir şartla onu kaldırmaya teşebbüs
ederlerse bu şart fasiddir. Bu durumda akit sahih ve şart geçersiz
olur. Bunun en önemli misalini şigar evliliği
oluşturmaktadır. Şigar evliliği iki kadının
mehir zikredilmeksizin birbirine karşılık olmak üzere iki
erkekle evlendirilmesidir. Burada nikah akdi geçerli fakat şart geçersizdir
ve mehir zikredilmediğinden mehr-i misil gerekir. Şigar
evliliği Ahmed b. Hanbel, İmam Malik ve İmam Şafiî'ye
göre fasiddir (Kasanî, Bedayîus-Sanayi, Kahire 1327-28/1910, II,
282-283; Molla Hüsrev, Dürerü'l-Hukkam Şerhu Gureril-Ahkam,
İstanbul 1979, I, 342; el-Fetava'l-Hindiyye, Bulak 1315, I, 309-311;
M. Ebû Zehre, el-Ahvaluş-şahsiyye, Kahire 1368/1948, s.
182-183; Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu,
İstanbul 1985, II, 6, 119-120, 140-142).
d) Mehrin zikredilip zikredilmediği konusunda
karı-koca arasında ihtilaf ortaya çıkarsa Mehr-i misil
gerekir. Ancak hangisi delil getirirse kabul olunur. Delil getiremezlerse
mehir zikredilmedi (münkir) diyenden yemin istenir. Yeminden kaçınırsa
(nükul), mehrin zikredildiğini söyleyenin davası sabit olur.
Yemin ederse mehr-i misil gerekir (Molla Hüsrev, a.g.e., I, 347).
Mehr-i Mislin takdiri: Mehr-i misli tayin için
evlenecek olan kadının babası kabîlesinden; yaş, güzellik,
mal, şehir, takva, akıl, dine bağlılık, bekaret,
iffet, ilim, edeb, güzel ahlak, çocuk sahibi olma gibi çeşitli
vasıflarda benzeri olan kadınların mehirleri dikkate
alınır. Bu benzerlik iki tarafın yani mehri tayin olunacak
kadın ile denk ve benzeri kadınların akit
sırasında sahip oldukları vasıflar itibariyle
araştırılır. Bu vasıfların akitten sonra
artması veya eksilmesi emsalliğin meydana gelmesine zarar
vermez. Eğer babası tarafında benzeri bulunmazsa
babasının kabîlesine denk olan kabîleden emsali kadınların
mehri takdir edilir. Kadının bu durumlarda benzeri
bulunmadığı takdirde Mehr-i misil iki adil erkek veya bir
erkek iki kadının şahadetiyle sabit olur. Eğer adil
şahid bulunamazsa söz yeminle beraber kocaya aittir. Koca mehr-i
misli tayinden kaçınırsa mehrin miktarını tayin için
hakime başvurabilir. Bu hükümler, ihtilaf ortaya çıkması
halindedir. Eğer mihir konusunda ittifak hasıl olursa kabul
olunur (el-Kasanî, a.g.e.,II, 287; M. Ebû Zehra, a.g.e., s. 183-184;
Bilmen, a.g.e., II, 119).
Mehrin Sahibi:
Mehir, evlenecek olan kadının
hakkıdır. Babası veya dedesi mehri kadın adına
alabilir, fakat ona sahip olamaz. Ancak kadın razı olmazsa,
velisine yapılacak mehir ödemesi geçerli değildir. Kadın;
küçük, akıl hastası veya bunamış olursa, bu
takdirde mehir malî velayeti haiz olan veliye verilir.
Ahmed b. Hanbel, baba için, mehir yanında bir
meblağ alma hakkını tanımış ve delil olarak
da, Hz. Şuayb'ın kızıyla evlenmek için Hz. Musa'nın
sekiz yıl çobanlık yapmasını delil göstermiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Şuayb (a.s),
Musa ya dedi ki; bu iki kızımdan birini - sen bana sekiz
yıl işçilik yapman şartıyla- sana nikahlamak
istiyorum. Eğer işçiliğini on yıla tamamlarsan o da
kendinden" (el-Kasas, 28/27). Bu ayet-i kerîme, karşılığında
ücret alınabilen yararlanmanın mehir olabileceğine delalet
eder. Diğer mezheplere göre, burada başlık parasından
çok, babanın kızı adına almış olduğu
mehir söz konusu olabilir. Nitekim, Hz. Musa'nın orada
evlendirilmesi, mal-mülk sahibi olarak yeniden Mısır'a dönmesi
bunu gösterir. Ebû Hanîfe ve diğer bazı fakîhlere göre, kızın
babasının evlenecek erkekten mehir dışında bir
şey alması caiz değildir. 1917 tarihli Osmanlı
Hukuk-ı Aile Kararnamesinde şu hükümler yer alır:
"Mehir, evlenen kadının hakkı olup, onunla çeyiz
yapmağa zorlanamaz. Bir kızı evlendirmek veya teslim etmek
için ana-baba veya diğer hısımlarının, kocadan
akçe veya benzeri şeyleri almaları memnûdur" (Hukuk-ı
Aile Kararnamesi, madde, 89, 90).
Kadının, mehrin tamamına hak
kazandığı haller:
Kadın; sahih halvet, zifaf veya ölüm halinde
mehrin tamamına hak kazanır;
a) Sahih halvet:
Sahih bir akitle evli bulunan eşlerin, kimsenin göremeyeceği
ve istekleri dışında kimsenin giremeyeceği kapalı
veya kapalı sayılan bir yerde yalnız
kalmalarıdır. Halvete engel olan durumların da
bulunmaması gerekir. Eşlerin yanında üçüncü bir kişinin
bulunması, karı-kocada cinsel birleşmeye engel halin
olması, küçüklük, ay hali, hastalık, farz oruçlu olmak,
farz veya nafile hac için ihramda bulunmak gibi.
Sahih halvet iki durumda zifaf olmuş gibi sonuç
doğurur. Bu halvetten sonra kadın boşanırsa kadın
tam mehre hak kazanır. Çünkü kadın evlenme ümidiyle nikahlı
olarak kapalı bir yerde bulunduğu için daha sonra boşanma
olursa, yeniden evlenmede nikahtan önceki şartlarla eş
bulamayabilir. Halvetten sonra boşanan kadın iddet bekler.
Dolayısıyla da iddet nafakası, halvetten sonra en az
altı ay sonra doğacak çocuğun nesebinin sabit olması
gibi haklardan yararlanır.
b) Zifaf: Burada evliliğin mûteber olma
şartı da aranmaz. Zifaf ve sahih halvette mehrin
tamamının gerekliğinin delili şu ayettir: "O
kadınlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden
bir şey almayın" (en-Nisa, 4/20).
Zifaf sahih evlilikte olmuşsa kadın mehrin
tamamına hak kazanır. Tesbit edilen mehir yoksa mehr-i misil
alır. Zifaf fasit evlilikte olmuşsa, kadın mehr-i misil ile
mehr-i müsemmadan hangisi daha az ise ona hak kazanır. Daha önceden
mehir tesbit edilmemişse, mehr-i misil alır.
Fasit nikahta halvet, zifaf hükmünde değildir
(el-Kasanî, a.g.e., II, 335; "Halvet" maddesi).
c) Eşlerden birinin ölümü:
Kadın vefat ederse, mirasçıları, mehri
mirastaki paylarına göre bölüşürler. Kocası da dörtte
bir veya ikide bir mirasçı olacağı için mehri o ölçüde
eksik verir. Koca vefat ederse, kadın, terikeden mehir
miktarını ayrıca alır (İbn Rüşd, a.g.e.,
II, 20).
Mehrin yarısının ödeneceği haller:
Sahih evlilik, zifaf veya sahih halvetten önce kocanın
fiiliyle sona ermişse, kadın mehr-i müsemmanın
yarısını alabilir. Mehrin tamamı peşin olarak
tidenmişse, kadın bunun yarısını kocasına
iade etmek zorunda bulunur. Delil şu ayettir: "Eğer siz
onları kendilerine temas etmeden önce boşar, fakat daha önce
mehir tesbit etmiş olursanız, o halde tayin ettiğiniz o
mehrin yarısı onlarındır" (el-Bakara, 2/237).
Bu ayet hükmüne göre, kadının yarı
mehir almasının şartları şunlardır: a) Mehir
daha önceden tesbit edilmiş olacak. b) Koca, karısını
zifaftan önce boşamış olacak. c) Kadın mehir
hakkından vazgeçmemiş bulunacak.
Burada evlilik boşama ile sona erebileceği
gibi fesih, ile Lian, kocanın iktidarsızlığı,
İslam dinini terketmesi, karısı müslüman olduğu
halde kendisinin İslam'a girmekten kaçınması,
karının usul ve fürûuna hürmet-i müsaharayı gerektiren
bir fiil işlemesi halleriyle de sona erebilir. Bütün bu durumlarda
evliliğin sona ermesi kocanın fiili ile olmuş bulunur ve
kadın yarı mehre hak kazanır. Yeter ki bu ayrılık
cinsel birleşmeden önce vuku bulsun. Bu çeşit
ayrılıkta kadına iddet gerekmez (el-Kasanî, a.g.e., II,
296 vd.; İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadîr, II, 438-439).
Yukarıdaki durumlarda evlilik yine zifaftan önce
ve kocanın fiiliyle olur, fakat verilecek mehir miktarı
belirlenmemiş olursa kadına muta denen bir teselli hediyesi
vermek gerekir. (bk. el-Bakara, 2/236). Muta; kocanın; mal, elbise
veya yiyecek olarak boşanmış hanımına
verdiği şeylere denir. Ayette mutanın miktarı
belirlenmemiş ve bu husus içtihada bırakılmıştır.
Ebû Hanîfe'ye göre, mutanın en azı bir elbise, baş
örtüsü ve bir yorgan olup, mehr-i mislin yarısından çok
olamaz (es-Serahsî, el-Mebsût, V, 82, 83; es-Sabûnî, a.g.e., I,
379-380; M. Zihni, a.g.e., s. 441 vd.).
Kadına mehir vermenin gerekmediği durumlar:
İki durumda kadına mehir vermek gerekmez.
a) Evlenme akdi fasit olur (bk. "Nikah"
mad.) ve koca karısını zifaftan önce boşarsa,
erkeğin mehir veya mut'a vermesi gerekmez. Bura evliliğin
karşılıklı rıza ile veya hakimin hükmü sona
ermesi sonucu değiştirmez.
b) Evlilik akdi sahih olur, fakat, gerçek veya hükmî
(sahih halvet sûretiyle) zifaftan önce kadının fiiliyle
ayrılık vuku bulursa, kadın yine birşey alamaz.
Kadının küçük evlendirilmesi halinde bulûğ
muhayyerliği hakkını kullanması, irtidat etmesi veya
kocası İslam'a giren ve ehl-i kitap olmayan kadının,
müslüman olmaktan kaçınması hallerinde evlilik akdi
kadın tarafından veya kadın sebebiyle sona ermiş
sayılır. Kadının, kocasının usul veya fürûundan
birisiyle hurmet-i müsaharayı gerektiren bir fiil işlemesi,
mesela zina etmesi veya bunlardan birisiyle sevişmesi halinde de
evlilik kadın tarafından sona erdirilmiş sayılır
(el-Kasanî, a.g.e., II, 336, 337).
Sonuç olarak mehir evlilik hayatı süresince kadın
için bir yedek akçe niteliğindedir. Kadının aniden
kocasını kaybetmesi veya boşanmaları halinde, kocasının
evinde kalması zorlaşabileceği için, kendisine yeni bir
hayat programı hazırlayıncaya kadar mehir ona bir destek
olur. En az mehir miktarının iki tane kurbanlık koyun
parası kadar olduğu, üst sınırının ise dört
yüz dirhemin de üstünde olabileceği, Hz. Peygamber devrinde,
yaklaşık beş dirheme bir kurbanlık koyun
alındığı dikkate alınırsa, böyle bir
gerçek mehrin, önemli bir yedek akçe teşkil edeceği açıktır.
Hamdi DÖNDÜREN Saffet KÖSE
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.