Mevrus
Mevrus
Mirasçı olma anlamına gelen, irs ve veraset
kökünden ism-i mef'ul; ölen kimsenin geride bıraktığı
mal. Buna miras veya terike de denir. Miras bırakana "mûris",
mirası almaya hak kazanana "varis", mirasın hak
sahiplerine bölüştürülmesini inceleyen ilme de "feraiz"
denir.
Mevrûs anlamında terike ve tirke; terketmek,
bırakmak anlamındaki terk kökünden isimdir. Bir terim olarak
terike; mûrisin geride bıraktığı ve mirasçılarına
intikal eden şeyleri ifade eder. Hanefîlere göre, terikenin kapsamına
giren mal ve haklar şunlardır: a) Menkul ve gayri menkuller, b)
Mûrisin alacakları ile lehine tahakkuk etmiş bulunan diyet ve
tazminat bedelleri gibi malî haklar, c) Mûrise ait rehin ve satılıp
da bedeli ödenmemiş bulunan mallar, d) İrtifak hakkı gibi
mala bağlı olan haklar. Geçme, su alma ve sulama, su geçirme
gibi haklar bunlar arasında sayılabilir.
Şu haklar terikeye girmez: a) Faydalanma
hakkı. Mesela; kira akdi yalnız mülk üzerinde yararlanma hakkı
verdiği için, mûrisin ölümüyle, yaptığı kira akdi
sona erer. Mirasçıların kira akdini yenilemeleri veya gayri
menkulû boşaltmaları gerekir. Ancak kiracıya ek süre
verilmesini gerektiren durumlar bundan müstesnadır (bk. "İcare"
maddesi), b) Velayet, vekalet, hıdane, vazife, hilafet gibi
şahsa bağlı haklar terike dışında olup,
bunlar miras yoluyla geçmez. c) Malî ve şahsî haklar birlikte
bulunursa şahsî hak galip ise, bu terikeye girmez. Muhayyerlik ve
şûf'a hakkı gibi.
Şafiî, Malikî ve Hanbelî'lere göre, mal,
yararlanma ve benzeri hakların, tümü mirasa girer. Yalnız
şahsa bağlı haklar bundan müstesnadır (el-Fetava'l-Hindiyye,
Bulak 1310, VI, 447 vd.; İbn Rüşd, Bidayetü'l-Müctehid, Mısır,
ty., II, 310 vd.; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslamiyye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, ty., V, 209 vd.; Hamdi Döndüren,
Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul 1983, s. 427, 428).
İslam'da mirasın intikali Kitap, Sünnet ve
İcma delillerine dayanır.
Kur'an-ı Kerim'de mirasla ilgili ayetler iki
sahifeyi geçmez. Doğrudan mirasla ilgili ayetler, en-Nisa Sûresi
11, 12 ve 176. ayetlerdir. el-Enfal Sûresinin 75. ayeti ile, en-Nisa
Sûresinin 7. ayetleri uzak hısımların haklarını
genel ifadeler halinde bildirir (Ayetlerin tefsir ve açıklaması
için bk. El-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an; İbnü'l Arabî,
Ahkamu'l-Kur'an; İbn Kesîr, Tefsîru Kur'ani'l-Azîm ve Elmalılı,
Hak Dini Kur'an Dili tefsirleri ilgili bölümleri.)
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Feraiz,
(miras) ilmini öğreniniz ve bunu insanlara öğretiniz. Çünkü
feraiz, ilmin yarısıdır" (Tirmizi, Feraiz. 2;
İbn Mace, feraiz, 1; Buharî Feraiz. 2). kur'an-ı Kerîm'de
kısaca açıklanan miras hükümleri sünnetle genişletilmiş
ve miras hukuku müesseseleşmiştir (Hadisler için bk. eş-Şevkanî,
Neymlül-Evtar, VI, 57-72).
Bir kimsenin ölümüyle geride bıraktığı
malına dört şey gerekir:
1) Techiz ve tekfin masrafları; ölen kimsenin
geride bıraktığı mirastan önce kefenlerine ve
gömülme masrafları karşılanır. Bunlar israf ve
kısıntı yapılmaksızın dinî ölçülere
göre yerine getirilir. Techiz ve tekfin, hayattaki tesettürün devamı
niteliğinde olduğu için, diğer haklardan önde gelir.
Miras malı, bu masarfları karşılamazsa, mürisin
nafakası kimin üzerine gerekli ise, bu masraflar ona ait olur. Hiç
kimsesi yoksa, beytü'l mal tarafından karşılanır (Mevsılî,
el-İhtiyar, İstanbul 1980, V, 85; Bilmen, a.g.e. V, 213-215).
2) Ölenin malından borçları ödenir. Techiz
ve tekfin masrafı çıkarıldıktan sonra mûrisin
borçlarını ödeme ikinci sırada yer alır (bk. en-Nisa,
4/11). Ayette vasiyetin borçlardan önce zikredilmesi dikkati çekmek
içindir. Çünkü mirasçıları vasiyetin infazı, borçları
ödemekten daha ağır gelir. İslam hukukunda borçlar ikiye
ayrılır:
a) Allah hakkı olan borçlar: Zekat, keffaret,
adak gibi Allah'u Teala'nın emri ile sabit olan borçlar
Hanefîlere göre ölüm halinde dünya hukuku bakımından düşer.
Çünkü bunlar niyetle veya birisine vekalet vererek yerine getireceği
borçlardır. Halbuki ölen kimse ne niyet edebilir ve ne de vekalet
verecek durumda değildir. Ancak bunlar, mûrisin vasiyet etmesi
halinde terikenin üçte birinden ödenir.
Çoğunluk İslam hukukçularına göre
ise, bu çeşit zekat, keffaret ve adak gibi borçların
terikeden ödenmesi gerekir. Çünkü bunlar ölenin borçları olup,
niyete bağlı değildir ve nimetin külfeti kabilindendir.
b) Kul borçları: Ölen kimsenin gerçek veya
tüzel kişilere olan borçlarının tamamı terikeden
ödenir. Miras varlığı, borçları
karşılamazsa, borçlar oranlarına göre ödenir. Terikenin
karşılamadığı kısım, dünya hukuku bakımından,
düşer. Mirasçıları bu borçları ödemeye zorlanamaz.
Şafiîlere göre, Allah hakkı olan borçlar
önce ödenir. Çünkü Allah'ın alacağı ödenmeye daha
layıktır (Buharî, Savm, 42; el-Cürcanî, Şerhu's Siracivyye,
İstanbul, t.y., s. 3, 4).
3) Vasiyetlerin yerine getirilmesi: Vasiyet; ölümden
sonra geçerli olmak üzere malını başka bir kimseye
bağışlamak suretiyle temlik etmektir.
Kur'an-ı Kerîm'de, mirasla ilgili ayetlerin
içinde; ".. yapılan vasiyetin ifası ve borcun
ödenmesinden sonra..." ifadeleri birkaç defa tekrarlanır (en-Nisa,
4/11,12). İbn Ömer (r.a)'den rivayete göre, Allah elçisi şöyle
buyurmuştur: "Vasiyet etmek istediği bir şeyi olup da,
vasiyeti başucunda yazılı olmadan iki gece geçirmek
müslüman için uygun değildir" (Buharî, Vasaya, 1; Müslim,
Vasaya, 1,4). Diğer yandan Allah Rasûlü, varis lehine mûrisin
yapacağı vasiyeti yasaklamıştır (İbnü'l-Hümam,
Fethul-Kadîr, VIII,.115 vd.).
Vasiyetin hükmü şu kısımlara
ayrılır:
a) Üzerinde emanet gibi şer'î bir hak olan kimse;
bunun zayi olacağından korkarsa, o hakkın ödenmesini
vasiyet etmesi vacip olur.
b) Zekat, oruç fidyesi, hacc, keffaret gibi ibadet
olan şeyleri vasiyet etmek müstehap olur.
c) Fısk ve fücûr, ahlaksızlık ve kötülüklere
dalmış kimselere vasiyetle mal bırakmak mekrûhtur.
d) Akraba ve dostlara vasiyet mübahtır (el-Askalanî,
Bulûgu'l-Meram, Terc. ve Şerh, A. Davudoğlu, III, 216).
Murisin vasiyeti, ancak cenaze masrafları ve borçları
dışında kalan mirasın üçte biri üzerinde
geçerlidir. Üçte biri aşan kısmı mirasçıların
kabulüne bağlıdır. Kabul ederlerse, vasiyet tüm mal
üzerinde cereyan eder. Kabul etmezlerse üçte biri aşan
kısım hükümsüz olur. Hanefi ve Hanbelîlere göre mirasçı
yoksa, mûris bütün malını vasiyetle başkasına
bırakabilir. Malikî ve Zahirilere göre, üçte biri geçen
vasiyet baştan hükümsüzdür (el-Kasanî, el-Bedayi', VII, 307;
Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul 1983, s.
428 vd.).
4) Mirasçıların hakkı: Techiz ve tekfin
masrafları, borçlar ve vasiyet edilen kısım düşüldükten
sonra, geride kalan terike mirasçılara taksim edilir. Mûris,
hiçbir varisini mirastan düşüremeyeceği gibi, varis de
mirası reddedemez. Mirasçı olmanın sebepleri;
hısımlık, nikah akdi ve efendi ile köle arasındaki
vela ilişkisinden ibarettir. Diğer yandan mirasçı olma
engelinin bulunmaması da gereklidir. Miras engelleri; mûrisini
öldürme, mûrisle mirasçı arasındaki din veya tebealık
farkı ile kölelik halleridir.
Vasiyet ve borçların bulunması mirasın
taksimine engel değildir. Çünkü vasiyet terikenin üçte birinden
yerine getirilir. Sonradan ortaya çıkabilecek borçlar ise, her
mirasçıya düşen hisse nisbetinde ödenebilir.
Mirasçıların hisseleri Kitap, Sünnet ve
İcma hükümleri uyarırıca bölüştürülür (bk.
"Feraiz", "Asabe" ve "Zevil-Erham"
maddeleri).
Mirasın taksimi iki şekilde olur: a) Rizaen
taksim: Mirasçıların hepsi akıl ve baliğ olunca,
kendi aralarında anlaşarak mirası taksim etmeleri mümkündür.
Feraize göre taksim şeklini kendileri bilmiyorlarsa, bir ilim
ehlinden sormaları gerekir. Diğer yandan mirasçılar
anlaşarak ve helallaşarak içlerinden birisine veya daha çoğuna
normal hissesinden fazla veya az hisse verebilirler. Ya da bazı mirasçılar,
kendi özel mülkleri sebebiyle zengin oldukları için miras almayıp,
kendi haklarını diğer varislere bırakabilirler.
Karşılıklı rıza bulununca bunda İslamî bir
sakınca bulunmaz. Ancak bu takdirde İslam miras hukukunda
esasları belirlenen "sulh ve teharuc"e göre işlem
yapılır.
b) Kazaen taksim: Bazı durumlarda mirasın
taksiminin mahkeme yoluyla taksimi gerekebilir. Mirasçıların
haklarını korumak için buna ihtiyaç olur. Mirasçılar
arasında küçük veya akıl hastası varsa, mirasçılardan
birisi gaipse, varislerin hepsi akıl ve baliğ olduğu
halde, içlerinden birisi başvurduğu takdirde hakim Feraiz
hükümlerine göre taksim yapar (Ayrıntı için bk. Hamdi
Döndüren, a.g.e., s. 432 vd.; el-Mevsilî, el-İhtiyar, V, 86;
el-Merginani, el-Hidaye, IV, 236; Ali Himmet Berki, İslam
Hukukunda Feraiz ve İntikal, Ankara 1965).
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.