Meyyit
Meyyit
Ölü, ölmüş insan. Çoğulu mevta ve
emvat olarak gelir. Ayrıca, ölmüş kimse, ölmüş
kimsenin bedeni, cenaze anlamındadır. Aslında cenaze, yıkanıp
kefenlenmiş, tabutla götürülen naaş; meyyit ise, henüz yıkanıp
temizlenmeden önce yatakta serilmiş olan ölüyü ifade eder.
Bir fıkıh terimi olarak meyyit, ölmüş,
kendisinde yara veya dayak izleri gibi öldürme eseri bulunmayan kimsedir.
Böyle dayak ve işkence etkisiyle ölen kişiye
de maktûl (öldürülmüş kimse) denir. Cenaze, ölü demektir,
cenaze kelimesi ölüm anından defin anına kadar yapılan
cenaze merasimi anlamını da ifade eder.
İslam'da ölüye karşı dirilerin
bazı görevleri vardır. Bu görevlerin yapılmasını
Rasulullah (s.a.s) teşvik etmişlerdir. Bu konularla ilgili
olarak bir çok hadis-i şerif vardır. Bir insan ölünce
gözleri kapatılır, çenesi bağlanır, elbise ve iç
çamaşırları çıkarılarak bir tahta veya
teneşir üzerine yatırılır. Üzerine bir örtü
çekilir. Şişmemesi için üzerine ağırca bir demir
parçası konulur. Elleri yan tarafına indirilir. Ölünün yanında
güzel kokulu bir şey bulundurulur. Sonra yıkanıp
kefenlenir. Cenaze namazı kılındıktan sonra kabre
defnedilir.
Cenaze yıkanmadıkça, bulunduğu yerde
Kur'an-ı Kerim okunmaz. Cünüp olanın, ay hali görmekte
bulunan veya lohusa olan kadının cenazenin yanında
bulunması doğru değildir.
Hz. Peygamber (s.a.s) ölüm ve benzeri bir felaket
ile karşılaşan kimselerin sabretmelerini, dua ile Allah'a
sığınmalarını tavsiye buyurmuştur.
Kur'an-ı Kerîm'de, felakete uğrayınca
sabreden ve "inna lillah" diyerek Allah'a sığınanları
methetmiş, onları rahmet ve hidayet ile müjdelemiştir (el-Bakara,
2/156; Buharî, Cenaiz, 162; S.Sabık Fıkhü's-Sünne, I, 504).
Ölüye ağlamağa gelince;
yakınlarını, sevdiklerini bir anda kaybeden insanların
acı çekmemeleri mümkün değildir. Bu acının göze
hücum eden gözyaşları, ruhlara hakim olan kederler ile`ortaya
çıkmaması düşünülemez. Bu tabiidir, sevgi meyvesidir.
İslam bu çeşit ağlamayı ve üzülmeyi yasaklamamıştır.
Hz. Peygamber ve ashabının bu kadar üzüntüyü açığa
vurdukları bilinmektedir (Buharî, Cenaiz, 152, 162).
Ölünün yüzünün açılması ve öpülmesi
de caizdir. Nitekim Hz. Ebû Bekr (r.a) Allah Rasûlünün mübarek naşını
sevgiyle öpmüş ve ağlamıştır (Buharî, Cenaiz,
12).
İslam'ın yasakladığı ve
İslam'dan önce çok revaçta olan bağırıp çağırarak,
Allah'a karşı yakışıksız sözler söyleyerek,
saçını başını yolarak ağlamaktır. Bu
şekilde ağlamanın zararı ağlayan ve saçının
başını yolan kimseye olur (Şevkani, Neylü'l-Evtar,
IV, 105-116; el-En'am, 6/164).
Ölüye karşı yapılması gereken görevlerden
birisi de, onu yıkamak ve kefenlemektir. Çünkü Rasûlullah (s.a.s),
ölülerin kefenlenmesini, yıkanmasını emretmiştir. Bu
iki işin nasıl yapılacağını
ayrıntılı bir biçimde anlatmıştır. Bu yüzden
müctehidler ölünün yıkanmasının ve kefenlenmesinin
farz-ı kifaye olduğunda görüş birliği içindedir.
Ölünün borçlarını namazı kılınmadan önce
ödemek sünnettir. (İbn Kudame, el-Muğni, 1l, 337, Şevkanî,
a.g.e., IV, 23-26). Ölülerin cenaze namazlarının farz-ı
kifaye oluşu ittifakla kabul edilmiştir. Namaz
kılındıktan sonra onu mezara kadar taşımak görevdir.
Cenazeye katılmanın da üç derecesi vardır. Bunların
birincisini yapan görevini yerine getirmiş olur. Ancak
üçüncüsüne kadar devam etmek daha çok sevaba sebeb olur. Bu
dereceler de şunlardır:
a) Cenaze namazı kılıp ayrılmak,
b) Cenaze namazına ve defnedinceye kadar olan
hizmetlere katılmak,
c) Definden sonra da kabrin başında bir süre
bekleyip dua ve istiğfar ile meşgul olmak (İbn Kudame
el-Muğni, II, 353 vd.)
Cenaze merasimine katılanların, ölümü,
ahireti ve Allah'ın yüceliğini düşünmeleri, sükuneti
muhafaza etmeleri, dünyevî meseleleri konuşmaları, gülmemeleri
bu görevin edepleri cümlesindendir (İbn Kudame, a.g.e., II, 354).
Cenazenin dört tarafından kırk adını
taşımak menduptur. Bu sırada bağırıp çağırmak,
sesli olarak tekbir getirmek ve zikr yapmak çalgı ve çelenk, bid'at
olup yasaklanmıştır. Cenaze kabre indirilinceye kadar,
bazı müçtehitlere göre omuzlardan yere indirilinceye kadar oturmak
mekruhtur (İbn Kudame, a.g.e., II, 355; Ali Mahfuz el-İbda'fî
Madarri'l-İbtida', 212).
Cenazeyi görünce ayağa kalkma meselesine gelince,
lehte ve aleyhte hadisler vardır. Buna göre, "kalkmak meşrudur
fakat zaruri değildir" denilebilir (Aynî, Ümdetü'l-Karî,
IV,118).
Ahmet YAŞAR
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.