Mücadele Suresi
Mücadele suresi
Kur'an-ı Kerîm'in elli sekizinci sûresi. Yirmi
iki ayet, dört yüz doksan üç kelime ve bin dokuz yüz doksan iki
harften ibarettir. Fasılası dal, zel, ra, ze ve mim harfleridir.
Medenî sûrelerden olup, Hicretin beşinci yılında meydana
gelen Hendek gazvesinden sonra, Münafıkûn sûresinin peşinden
nazil olmuştur. Adını, bir kadının,
kocasının zıhar*da bulunmasını Rasulullah (s.a.s)'a
şikayet edişini ve bir çözüm bulması için onunla tartışmaya
girişini anlatan ilk ayetteki "tucadiluke" ibaresinden almıştır.
Sûrenin ilk ayetleri bu olay üzerine nazil olmuştur (Ebu Davud,
Talak, 17).
Sûre, yeryüzünde İslam'ın gerçeklerini
yayarak hakim kılmak için terbiye edilip, bu faaliyetlere hazırlanan
Medine İslam toplumunun yetişme safhalarından birini ele
almaktadır. Müslümanların bizzat kendileriyle alakalı
olan bir takım meselelerine çözümler getiren sûre, onları
İslam ahlakıyla ahlaklanma ve onun hükümlerine tam anlamıyla
teslim olma konusunda titiz davranmalarını tenbihlemektedir. Mü'min'in
Allah Teala'nın kendisine yüklediği emaneti eksiksiz olarak
yerine getirebilmesi için, onun mahiyetini idrak etmiş olması
gerekir. Bunu gerçekleştirebilmesi için Kur'an-ı
yaşayarak öğrenmesi kaçınılmazdır. Allah Teala,
Kıyamete kadar gelecek nesillere eksiksiz bir örnek olsun diye,
Kur'an ayetlerini Peygamber (s.a.s)'e indirirken onları
çevresindeki ashabıyla birlikte pratik hayata yansıtıyor
ve anlaşılmaz, müphem hiç bir şey bırakmıyordu.
Allah, ilk İslam toplumunu vahiyle donatıp, olgunluğa
eriştirirken, hükümleri peşisıra belirli aralıklarla
indirmiş ve onların özümlenerek, hayata yansıtılması
için bir takım olayları vahye sebeb
kılmıştır.
Sûrenin ilk ayetleri zıhar olayı ile alakalı
hükümleri bildirmekte ve inananların bir şeyi söylerken onun
ahlakî yönünü düşünüp, büyük hatalara düşmemeye özen
göstermeleri istenmektedir. Yapılan her kötülük ve çirkinliğe
pişman olup, tevbe edildiği taktirde affedilebilecektir "Ey
iman edenler! Sizden eşlerini annelerine benzetip zıhar yapanlar
bilsinler ki, eşleri onların anneleri değildir.
Onların anneleri ancak kendilerini doğuranlardır. Muhakkak
ki zıhar yapanlar, asılsız ve çirkin bir söz
söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir ve bağışlayandır"
(2)
Ayrıca müslümanlar şiddetle uyarılarak,
iman ettikten sonra cahiliyye adetlerini devam ettirmenin, Allah'ın
koyduğu sınırların ötesine geçmek olduğu ve
bunun neticesinde de ilahî bir cezalandırmanın kaçınılmazlığı
vurgulanmaktadır. İnsanın, Allah Teala'nın
hududları dışında, bir takını kurallar ihdas
etmeye kalkışması, iman prensipleriyle çelişen bir
durumdur. Dolayısıyla, zıhar ve buna benzer şeylerin
İslamî açıdan hiç bir geçerlilikleri yoktur. Bu yollara
sapan insanlara bir takım müeyyideler uygulanmıştır
ki, her isteyen istediği gibi dinin kurallarıyla oynamayı
adet haline getirmeye kalkmasın. Zihar olayının
mantıksızlığı vurgulanırken, öngörülen
cezalardan maksad da budur.
Allah Teala, ziharda bulunanların, eşlerine
yaklaşabilmeleri için yerine getirmeleri gereken cezai
şartları şöyle sıralamaktadır: "Eşlerine
zıhar yapıp sonra sözlerini geri almak isteyenlerin, eşleriyle
temasta bulunmadan evvel bir köle azad etmeleri gerekir. Azad edecek
köle bulamayanın ise, eşiyle temasta bulunmadan önce aralıksız
iki ay oruç tutması gerekir. Buna da güç yetiremeyenin altmış
yoksulu doyurması gerekir. Bu açıklama Allah ve rasulüne hakkıyla
iman etmeniz içindir. İşte bunlar, Allah'ın koyduğu
sınırlardır. İnkar edenler için can yakıcı
bir azap vardır (3-4).
Daha sonra, münafıkların, iman eden
kimselere vesvese vermek için aralarında fısıltı ile
konuştukları ve müslümanların aleyhine komplolar
hazırladıkları vurgulanarak, bu tipler acıklı
Cehennem azabıyla uyarılmaktadırlar. Allah Teala,
kalplerde olanı bildiği gibi, aralarında
fısıltı ile konuşanların
planladıklarını da bilir: "Üç kişi
aralarında fısıltı ile konuşurken dördüncüleri
mutlaka Allah'tır... Sonra yaptıklarını kıyamet günü
kendilerine haber verecektir..." (7).
Medine'de Yahudiler ve münafıklar, Peygamber
(s.a.s) ile karşılaştıklarında ona selam
verirken, selamın lafzını, "Essamu aleyke ya
ebe'l-Kasım" (ölüm üzerine olsun) şeklinde
değiştirerek selam veriyorlardı. Rasulullah da onlara
"ve aleykum" (sizin üzerinize olsun) şeklinde
karşılık veriyordu. Yahudi ve münafıklar bu
şekilde davranırken, aynı zamanda Rasulullah'ın
davetini inkar ederek içerlerinden; "Eğer doğru söylüyorsan,
bu yaptığımıza karşılık Allah bizi
cezalandırsın ya" diyorlardı. (Buharî, Edeb, 38)
Allah Teala bu gibi davranışlarda bulunanların durumunu:
"...Sana geldikleri zaman, seni Allah'ın
selamlamadığı bir şeyle selamlıyorlar. İçlerinden
de: "Bu söylediklerimizden ötürü Allah bizi azaplandırsın
ya!" diyorlar. Onlara Cehennem yeter. O ne kötü bir dönüş
yeridir" (8) ayetiyle ortaya koymuştur.
Müslümanları tedirgin etmek için, münafıkların
yöntemlerinden biri olarak kullanılan fısıltı ile
konuşmanın veya çağdaş iletişim araçları
ile yapılan bu tür rahatsız edici yayınların inanan
insanlara bir zarar vermesinin Allah Teala'ya sığınıldığı
müddetçe mümkün olmadığı bildirilmektedir:
"Fısıltı ile konuşmak, Mü'minlerin üzülmesi
için, şeytanın bir vesvesesidir. Allah'ın izni olmadan o,
mü'minlere hiç bir zarar veremez. Mü'minler sadece Allah'a
güvensinler"(10).
Bunun peşinden iman eden insanlar eğitilirken
Rasulûllah'ın toplantı yerlerindeki uygunsuz 'hareketlerine
temas edilerek, onların bu durumlarını ilahi emirler doğrultusunda
düzeltmeleri istenmektedir. Toplantılarda yetki sahibi kimselerin gösterdiği
şekilde hareket edilmesinin gerekliliği, Rasulûllah (s.a.s)'in
meclislerindeki davranışları düzeltmek için inen şu
ayet-i kerime ile belirtilmektedir: "Ey iman edenler! Toplantı
yerlerinde size; "yer açın " denince yer açın ki,
Allah da size genişlik versin. "Kalkın" denince de
hemen kalkın ki, Allah sizden samimiyetle iman edenlerin ve
kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yüceltsin. Allah yaptıklarınızdan
haberdardır" (11).
Bundan sonra gelen ayetler, ihlasın ve gerçek
imanın ölçüsünü açıklayıp, ortaya koymakta nifak içindeki
bir takım kimselerin belirleyici tavır ve
davranışlarını gözler önüne sermektedir.
İlk önce, bir takım çıkar
hesapları yaparak hem müslümanlardan gözüken, hem de onların
düşmanlarıyla dostluklar kurup, müslümanlar aleyhindeki
faaliyetleri destekleyenlerin durumlarından sözedilir: "Allah'ın
gazap ettiği kimseleri kendilerine dost edinenleri görmez misin?
Onlar ne sizden ne de onlardandır. Onlar bile bile yalan yere yemin
ederler" (14).
Medine'de münafıklık yapıp, müslümanlara
zarar vermek için faaliyet gösterenlerin bu durumları ortaya çıkacak
olursa onlar, hemen yemin eder ve kendilerinin yanlış
anlaşıldığını ve inananlarla birlikte
olduklarını iddia ederlerdi. Yeminlerinin arkasına
saklanarak müslümanları aldatmaya çalışanların bu
durumları: "Onlar yeminlerini kendilerine siper yaptılar.
İnsanları Allah'ın yolundan uzaklaştırdılar.
Onlar için alçaltıcı bir azap vardır" (16) ayetiyle
açıklığa kavuşturulmaktadır.
İnkarcılar topluluğu, kıyamet gerçeği
ile yüzleştikleri zaman, dünyada ne kadar büyük bir yanlış
içerisinde olduklarını anlayacak ve
pişmanlıklarını bütün açıklığı
ile dile getireceklerdir. Ancak münafıklar, iki yüzlü davranıp
Allah Teala'ya hile yapmaya kalkıştıklarından,
sapıklığın içinde o kadar derinlere itilmişlerdir
ki o gün bile, gerçeği idrak edemeyecekler ve yine Allah'a
karşı yalan yeminlerine sığınacaklardır:
"Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün dünyada size
yemin ettikleri gibi, O'na da yemin edecekler ve kendilerine bir fayda
getireceğini sanacaklardır. İyi bilinmelidir ki onlar,
yalancıların ta kendileridir" (18).
Bunun peşinden gelen ayette, onların bu
durumlarının şeytana tabi olup onun hizbi içinde yer
almalarından kaynaklandığı ve insanların,
kesinlikle hüsrana uğrayacak olan bu hizbe dahil olmamaları için
uyanık olmaları istenmektedir: "Şeytan onları
kaplamış ve Allah'ı anmayı unutturmuştur.
İşte onlar şeytanın partisindendir. İyi
bilinmelidir ki, şeytanın partisinden olanlar, mutlaka hüsrandadırlar"
(19).
Son ayet, sevginin kime karşı
beslenebileceği ve dostlukların neye göre kurulacağını
açıklamakta ayrıca, gerçek anlamda kurtuluşa erenlerin
durumlarını dile getirmektedir. Bu insanlar ahirette
kurtuluşa erecekleri gibi, bu dünyada da, kafirlere karşı
ilahî bir nûr ile desteklenmişlerdir: "Allah'a ve ahiret
gününe iman eden hiç bir kavmin, babaları, oğulları
kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve peygamberlerine düşman
olanlara sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah,
bunların kalplerine imanı yerleştirmiş ve onları
katından bir nur ile desteklemiştir. Allah onları
altından ırmaklar akan cennetlere koyacak ve onlar orada
ebediyen kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da
Allah'tan razı olmuşlardır... İşte onlar,
Allah'tan yana olanlar (Hizbullah)tır. İyi bilinmelidir ki,
kurtuluşa erenler ancak Allah'tan yana
olanlar(Hizbullah)dır" (22).
Ömer TELLİOĞLU
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.