Müsteir
Müsteir
Ariyet alan şahıs; başkasından
herhangi bir malı ödünç isteyen, bir malın
kullanımını, o malı geri vermek üzere meccanen (karşılıksız)
taleb eden kimse; "isteare" fiilinin ism-i faili.
İnsan sosyal bir varlıktır.
Çevresindeki insanlarla çok yakın alakası vardır.
Kişi ne kadar zengin olursa olsun, dünyadaki makamı ne kadar yükselirse
yükselsin, yine başkasına muhtac olur. Çeşitli hallerde
başkasının kendisine yardım etme ihtiyacını
hisseder. Onun için İslam dini yardımlaşmaya son derece
önem vermiştir. Müstaîr'leri (kullanmak üzere başkasından
geçici olarak herhangi bir şeyi isteyenleri) reddetmemeyi
emretmiş ve onlara yardımda bulunmaktan kaçınanları
tenkid etmiştir:
"Şu namaz kılanların vay haline, ki
onlar namazlarından yanılmaktadırlar (kıldıkları
namazın değerini bilmez, ona önem vermezler). Onlar gösteriş
(için ibadet) yaparlar. En ufak bir yardımı esirgerler" (el-Maun,
107/4,5,6,7).
Buna göre gerçek din, yalnız dil ile "inanıyorum"
demek değildir. İhlas ve samimiyetle, bilinçli bir şekilde
ibadet yapmakla beraber, müsteir'lere yardımda bulunmak,
onların isteklerini reddetmemek İslamî ahlak'ın
gereğidir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Mekke'nin fethinden sonra Hevazîn
kabileleriyle savaşa giderken Safvan b. Ümeyye'den ödünç silah
almak istemiş ve ona: "Safvan! Yanında silah var mı?"
diye sormuş. Safvan; "Zorla mı, yoksa iğreti,
ödünç olarak mı almak istiyorsun?" diye sorunca, Hz.
Peygamber (s.a.s.) "İğreti, ödünç olarak" diye
cevap vermiş. Safvan Rasûlüllah(s.a.s.)'e otuz küsûr kalkan
vermiş. Ondan sonra Peygamberimiz (s.a.s.) Huneyn savaşına
katılmış, müslümanlar üstün gelip müşrikler
yenildikten sonra, Safvan'ın kalkanları
toplatılmış ve bir kaç tanesinin eksik olduğu tespit
edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), Safvan'a kalkanlarını
geri verdiği zaman; "Kalkanlarından
bazılarını kaybettik, ücretlerini ödeyecek miyiz?"
diye sorunca, Safvan; "Hayır ya Rasûlallah! Bu gün size
kalkanları verdiğim gündeki gibi değilim" diye cevap
vermiştir (Ebu Davud, Büyu', 88). Safvan, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
kalkanları verdikten sonra müslüman olmuştu (İmam Malik,
Muvatta, Nikah: , 44; Ebu Atiyye Muhammed Şemsu'l-Hakki'l-Azîm
Abadî, Avnu'l-Ma'büd Şerhu Sünen-i Ebi Davûd, Medine 1969, IX,
477).
İmam Malik'den nakledildiğine göre, Kasım
b. Muhammed'in hanımı vefat edince, Muhammed b. Ka'b el-Kurezî
taziyede (baş sağlığında) bulunmak üzere onun
yanına gitmiş ve ona şu olayı
anlatmıştır: Alim, müctehid, fetva veren bir zatın
çok sevdiği hanımı vefat edince, adam son derece üzülmüş
ve hiç bir ziyaretçiyi kabul etmeyerek insanlardan ilgisini kesmiştir.
Bu durumdan haberdar olan bir kadın, onu bu durumdan kurtarmak için
evine gitmiş ve her seferinde reddedildiği halde, sormak
istediği bir fetvasının olduğunu söyleyerek görüşme
isteğinde ısrar etmiştir. Nihayet bu alim zatın
huzuruna varınca, şu soruyu sormuştur: "Komşumdan
bir elbiseyi iğreti olarak ödünç aldım ve bir süre giyip
kullandım. Sonra benden onu geri istediler. Ben onlara bu elbiseyi
geri verecek miyim, vermeyecek miyim?" Alim olan kişi, ona;
"Evet elbiseyi onlara geri vermen gerekir" deyince, kadın;
"Allah sana ariyet, olarak verdiği şeyi geri alınca,
üzülmen mi gerekir" demiş. Fetvayı veren alim, kadının
bu sözünden ibret alarak etkilenmiş ve içine düşmüş
olduğu gafletten kurtulmuştur (İmam Malik, Muvatta', Cenaiz,
43).
Ariyet ve müsteîr'in fıkhî hükümlerine
gelince:
Ariyet aynı bakî kalmak üzere, karşılıksız
olarak bir malın menfaatinin temlikidir (bk. Ariyet maddesi). Bundan
dolayı müsteîrin geçerli bir ariyet akdi yapabilmesi için eda
ehliyetine sahip olması gerekmektedir. Bu ehliyet şahsın söz
ve tasarruflarının şer'an geçerli sayılması
yetkisidir ve esası akıldır. Eda ehliyetine sahip olan tek
başına hukûkî işlem yapabilme özelliğine sahiptir
(Serahsî, el-Usûl, İstanbul 1984, II, 340 vd.; A. Zeydan, el-Vecîz,
İstanbul 1979, s. 72; Abdülvehhab Hallaf, İlmu Usûli'l-Fıkh,İstanbul
1984, s.157). Buna göre müsteîrin akıllı, mümeyyiz olması
şarttır. Deli, gayr-ı mümeyyiz olan çocuk ariyet alamaz.
Müsteîrin hür ve bülûğa ermiş olma şartı yoktur.
Kanûnî mümessili tarafından izinli sayılan küçük
(me'zûn), ariyet alabilir. Küçük mümeyyiz için ise günlük hayatın
gereği giriştiği ariyet ilişkilerinde velîsinin izni
var sayılır. Mesela, bir ilkokul çocuğu sınıf
arkadaşından gerekli kitabı imtihana hazırlık için
ariyet olarak alabilir (Kasanî, Bedayiu's-Sanayî, Kahire
1327-28/1910, VI, 214; el-Fetava'l-Hindiyye, Bulak 1310, IV, 363;
Mecelle, mad. 809; S.Kurtoğlu, İslam Hukuku Dersleri,
İstanbul 1973, II, 297).
Buna karşılık Kur'an-ı Kerim'in müslüman
olmayan birine ariyet olarak verilmesi sahih değildir.
Ariyetle verilen müstear (ariyet malı) birden
fazla ise, müstair'in bunlardan birini seçmede serbest bırakılması
gerekir.
İare edilen maldan hasıl olan maddi ve
manevi menfaat, müstair'e şer'an mübah olmalıdır. Mesela,
erkekler tarafından kullanılması şer'an caiz olmayan
altından yapılmış süs eşyalarını, iare
yolu ile bir müslüman erkeğe vermek caiz değildir.
Müsteîrin ariyet üzerindeki tasarrufları:
Ariyet veren (muîr) herhangi bir kayıt koymamış ise müsteîr
örf ve adete göre dilediği yer ve zamanda ariyet
aldığı maldan faydalanır. Şayet muîr herhangi
bir kayıt koymuş ise imkan dahilinde bu kayda uymak gerekir.
Ancak konulan kayda uyulduğunda ariyetten elde edilecek faydanın
gerçekleşmemesi sözkonusu ise bu şart geçerli değildir.
Muîr, müsteîre ariyet verdiği malı kendisinin
faydalanması şartını koymuş ise bu durumda
ariyet bineğe binme, elbiseyi giyme vb. gibi farklı
kişilerin kullanmasıyla değişen şeylerden ise müsteîr
başkasını bundan yararlandıramaz; ariyet alınan
bir evde oturma gibi kullananların farklı olmasıyla
değişmeyen şeylerden ise müsteîr kendisi bizzat
faydalanabileceği gibi başkasını da
faydalandırabilir. Başkasını oturtmama şartı
geçerli değildir. Ancak müsteîr, demirci, marangoz gibi çalışması
binaya zararlı olanları oturtamaz. Müsteîr, yer ve zaman
itibariyle konulan kayıtlara uymak zorundadır. Müsteîr
kullanma şartıyla aldığı ariyeti hapsedemez.
Aksi takdirde telefi halinde tazmin gerekir. Müsteîr yük taşımak
için aldığı bir hayvana akitte tayin olunan cins
dışında, hayvana zararsız ise ona eşit veya ondan
daha hafif bir yük yükleyebilir. Belli miktarda pamuk taşımak
için ariyet alınan hayvanla aynı ağırlıkta
demir taşınamaz. Çünkü demirin ağırlığı,
hayvanın sırtında bir yere toplandığından
pamuktan daha zararlıdır. Pamuğun
ağırlığı ise hayvanın
sırtının tamamına yayılır. Müsteîr
kendisine izin verilen intifa(faydalanma)ın fazlasına tecavüz
edemez. Fakat ona denk veya daha azına muhalefet edebilir.
Muîr ve müsteîr ariyetin müddetinde, yük miktarında,
kullanılacak yer konusunda ihtilaf ettiklerinde muîrin sözüne
itibar olunur (Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XI, 124,
137-139,143,145,149; Alaüddîn es-Semerkandî, Tuhfetü'l-Fukaha',
Beyrut 1405/1984, III, 187 vd.; Kasanî, a.g.e., VI, 215-216; Meydanî,
el-Lübab, Beyrut 1399/1979, II, 203; el-Fetava'l-Hindiyye, IV, 364,
373; Mecelle, mad. 818).
Muîr ariyeti başkasına vermeme
şartı koymadıkça müsteîr ariyetten başkasını
yararlandırabilir, ariyet olarak verebilir. Ancak maldan faydalanma
biçimi müsteîrin şahsına bağlı ise, muîr
yasaklamasa da müsteîr bundan başkasını
yararlandıramaz. Mesela şoför, ehliyeti olmayan birisine
ariyet aldığı arabayı veremez. Müsteîr ariyet aldığı
malı rehin ve kiraya da veremez (Serahsî, a.g.e., XI, 124; Kasanî,
a.g.e., VI, 214, 215; Damad, Mecmecu'l-Enhur, İstanbul 1328, II, 348;
Hamevî, Gamzü Uyûni'l-Besair, Beyrut 1405/1985, III, 151).
Ariyet alınan mal(müstear)'ın
masrafları müsteîre aittir. Mesela bu bir hayvan ise nafaka
ihtiyacını ve bakımını müsteîr yerine getirir,
ariyet aldığı arabanın benzinini koyar.
Ariyetin sahibine teslimi masrafı gerektirmesi
halinde bunu da müsteîr karşılar. Müsteîr ariyeti, kölesi,
oğlu veya ailesinden birisiyle muîre teslim edebilir veya evine bırakabilir.
Ancak ariyet mal kıymetli bir şey ise sahibine bizzat teslim
edilmesi gerekir (Serahsî, a.g.e., XI, 136, 137, 139, 144; Kasanî,
a.g.e., VI, 218; Damad a.g.e., II, 350-352, Hamevî, a.g.e., IV, 337).
Ariyet alınan mal müsteîrin elinde emanettir.
Bundan dolayı müsteîr kusurlu olduğu durumlardan sorumludur.
Kusuru olmadıkça malın telefi halinde tazminle mükellef değildir.
Ancak şu durumlarda müsteîr ariyeti tazmin eder:
1- Ariyet malı bir hırsıza göstermek
sûretiyle veya ariyet müddeti dolduktan yahut muîr istedikten sonra
vermeyerek onu hakikaten veya manen telef etmiş veya zayi etmiş
ise.
2- Ariyeti koruma konusunda gerekli titizliği göstermediği
takdirde.
3- Ariyeti örf ve adetin gerektirdiği
şeklin veya alışılmışın
dışında kullanmak suretiyle telef etmiş ise (Serahsî,
a.g.e., XI,135,148; Kasanî, a.g.e., VI, 217-218; Meydanî, a.g.e., II,
202; Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslamî, Dımaşk 1405/1985,
V, 68-69; a. mlf.., Nazariyyetü'd-Daman, Dımaşk 1402/1982, s.
141, 156, 244).
Müsteîr ariyet aldığı mal ile zarurî
olarak meşgul ise bu meşguliyet sona erinceye kadar muîr,
müsteîrden malı alamaz. Ancak müsteîr muîrin malı
istediği zamandan meşguliyet sona erinceye kadar geçen suredeki
değerini öder. Mesela, ziraat için ariyet verilen bir tarla,
müsteîr tarafından ekildikten sonra, hasad edilmeden muîr tarafından
alınamaz (el-Mevsüatü'l-Fıkhi'l-İslamî, Kahire 1400,
XVI, 22).
Nureddin TURGAY
Saffet KÖSE
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.