Müstekbir
Müstekbir
Büyüktük taslayan kimse; toplumu ezen, sömüren,
ekabir sınıfını ifade eden Kur'anî bir kavram.
Müstekbir, ke.bu.ra. (büyük oldu) fiil kökünün
istif'al babına sokulmuş hali olan istekbera (büyüklük tasladı)
fiilinin ism-i failidir. "Ke-bu-ra" fiilindeki büyüklük
keyfiyet, kemmiyyet, hal, mertebe vs. bakımlarından olabilir.
"Kebir (büyük)" kelimesi bazen çokluk belirtmek için de
kullanılabilir. "Kebir" büyük; "kebira(tun)"
büyük şey, ceza gerektiren günah; "ekber" en büyük;
"kiber" yaşlılık; "ekabir" ve "kübera"
bir toplumun reisleri, büyükleri, önde gelenleri; "kibriya"
ululuk, yücelik; "ikbar" büyük görmek; "tekbir"
yüceltmek, ululamak, büyüklenmek anlamlarında aynı kökten
gelen çeşitli kullanımlardır.
"Kibr" insanın kendi nefsinden
hoşlanmasından dolayı kendine has
kıldığı ve kendini başkalarından büyük ve
üstün gördüğü durumdur. "Tekebbür" hakkı kabul
eden Allah'a- boyun eğmekten ona itaat ve ibadet etmekten kaçınmak
suretiyle Allah'a karşı büyüklenmektir.
"İstikbar" ise iki yönlüdür. Birisi,
insanın iyi olanı seçmesi ve büyük olmayı istemesidir ki
bu, gerektiği zaman ve mekanda olursa olumludur. Diğeri,
kişinin kendisinde olmayan bir vasfı kendisinde varmış
gibi göstermekte ileri gitmesi, yani büyük olmadığı
halde büyüklük taslaması, bununla kendine imtiyaz
sağlamasıdır (Ragıb el-Isfahani, el-Müfredat
fi-Garîbi'l-Kur'an, İstanbul 1986, sh. 636, 637). Yukarıda lügat
anlamları verilen "kebu-ra" (büyük oldu)dan türemiş
bazı kelimeler Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilir:
"Eğer yasakladıklarımızın kebair (büyük
günahlar)ından kaçarsanız, seyyiatınızı örter
ve sizi kerim bir yere getiririz"(en-Nisa: 4/31); "Ağızlarından
çıkan söz ne büyük (kaburat)" (el-Kehf, 18/5); "Kibriya
(yücelik) göklerde ve yerde O'nun içindir" (el-Casiye: 45/37);
"Ve dediler ki: "Rabbımız, muhakkak biz efendilerimize
ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik; onlar da bizi yoldan çıkardılar"
(el-Ahzab: 33/67),
"İşte böyle her memlekette ekabiri oranın
mücrimleri kıldık ki orada hile yapmasınlar. Onlar ancak
kendilerine hile yapıyorlar ama farkında değiller" (el-En'am:
6/123).
Lügat anlamından da
anlaşılacağı üzere müstekbir, kendisi büyük olmayıp
bilakis zayıf, aciz bir varlık olduğu halde kendini
başkalarından üstün gören, kendini Allah'tan müstağni
sayarak Allah'ın emirlerine itaat etmeyen kimsedir. Allah'a
karşı gelerek müstekbir olan ilk kişi, müstekbirlerin başı
ve müstekbirleri daima istikbara sevkeden İblis'dir.
"Meleklere "Ademe secde edin" dedik de
hepsi secde ettiler, İblis hariç, O diretti, istikbarda bulundu ve
kafiroldu"(el-Bakara: 2/34); "(Rabbin ona) dedi ki: "Ey
iblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alakoyan
nedir? İstikbarda mı bulundun (büyüklük mü tasladın),
yoksa gerçekten yücelerden mi idin?" "Ben ondan hayırlıyım.
Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" dedi"
(es-Sad, 38/75-76).
İnsanoğlu yeryüzünde yaşamaya
başladığından itibaren bazı insanlar kendilerinde
bulunan bazı güçlere dayanarak kendilerini Allah'tan müstağni
saymışlar, hayatın yalnızca dünya hayatından
ibaret olduğunu zannederek ahireti inkar etmişlerdir. Bunlar
"Ahiret olsa bile bizim durumumuz daha iyi
olduğu için orada da biz üstün oluruz" iddiasında
bulunarak sahip oldukları mal, mülk, otorite gibi güçlerle diğer
insanlar üzerinde üstünlük kurmuşlar ve böylece küçük
gördükleri bu insanları istedikleri gibi kullanmak suretiyle
onları köleleştirip üzerlerinde rablık
taslamışlardır. Bu müstekbirler kendilerine Allah'ın
ayetleri hatırlatıldığında yüz çevirerek
inkar etmişlerdir.
Allah Teala her bir peygamberi gönderdiğinde ve
bu davetle karşılaştıklarında ilk karşı
çıkanlar bu, toplumun seçkinleri, önderleri ve mevki sahipleri
durumunda olan müstekbirler olmuştur: "Bir peygamber size
canınızın istemediği bir şey getirdiğinde büyüklük
taslamadınız mı? Kimini yalanlıyor, kimini de
öldürüyordunuz" (el-Bakara, 2/87); "Ama inkar edenlere
gelince (onlara da şöyle denir): Ayetlerim size okunurdu fakat siz
büyüklük tasladınız ve suçlu bir toplum oldunuz değil
mi?" (el-Casiye, 45/31). Önderlerin, servet ve mevki sahiplerinin
yeni davete büyükleniş ve karşı koyuşları
liderliklerini korumaya, milletleri içinde elde ettikleri sosyal ve
siyasi mevkilerini devam ettirmeye yöneliktir. Bu durumları onlara
topluma hakimiyet yoluyla sömürü imkanı vermektedir. "Müstekbirun"
kavramının temel özelliği, yeni daveti sevimsiz göstermek
için yalanlar uydurarak da olsa karşı koymakta direnmektir.
Kaldı ki yeni davet, toplumu nüfûz ve hakimiyetin baskısından
kurtararak adaletin yükseldiği, birinin diğerine soy, servet
veya mevki açısından farklılığının
olmadığı, ancak kişinin topluma faydalı ve
hayırlı işiyle üstün olabileceği ve insana
insanlık itibarını kazandıran yeni duruma toplumu dönüştürmeyi
amaçlamaktadır.
Kur'an-ı Kerim'e bakıldığında,
müstekbir kavramı ile ilgili şu değerlendirmelere tesadüf
edilir:
Müstekbirler mutlak hakimiyet ve mülkiyetin Allah'a
aid olduğunu, ondan başka tüm güç, otorite ve hakimiyetin
reddedilmesi gerektiğini ifade eden "La ilahe illallah" gerçeğini
kabul etmezler. "Onlara La ilahe illallah (Allah'tan başka Allah
yoktur) denildiğinde şüphesiz büyüklenirler" (es-Saffat,
37/35).
Müstekbirler kendilerinde bulunan iyi özelliklere değil;
kuvvet,makam; mevki, sermaye gibi bu dünya hayatında sahip
oldukları geçici şeylere güvenip dayanırlar.
"Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladılar ve "kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş"
dediler" (el-Fussilet, 41/15).
Müstekbirler güç ve otoritelerine güvenerek her
yeni mesaja karşı gelip Allah'ın ayetlerini inkar
ederler:
"Ona ayetlerimiz okunduğu zaman sanki
onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında
ağırlık varmış gibi müstekbir olarak (büyüklük
taslayarak) (arkasını) döner. Onu elim bir azab ile müjdele"
(Lokman, 31/7). "Her yalancı günah yüklü kimseye veyl! Allah'ın
ayetlerinin kendisine okunduğunu işitir de müstekbir bir
şekilde (büyüklük taslayarak) sanki hiç onları
işitmemiş gibi (küfründe) direnir. Onu acı bir azapla müjdele"
(el-Casiye, 45/78).
Müstekbirler, inanmamak için her türlü bahaneyi
ileri sürerler: "Onlara bir ayet geldiği zaman "Allah'ın
peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe inanmayız" derler"
(el-En'am 6/124). "O kafirler iman edenler hakkında "Eğer
(iman) bir hayır olsaydı bizden evvel ona koşmazlardı"
dediler" (el-Ahkaf 46/11).
Müstekbirler, halkın daveti kabul etmemesi için
davetçilere çamur atar, onlara olmadık iftiralarda bulunurlar:
"Hayır, çünkü o bizim ayetlerimize karşı
bir inatçı kesildi... Yine kahrolası nasıl ölçtü,
biçti. Sonra baktı; sonra surat astı, kaşlarını
çattı. Sonra arkasını döndü ve istikbarda bulundu;
"bu"dedi "rivayet edilip öğretilen bir büyüdür
ancak" (el-Müddessir, 74/16, 20, 24); "Siz ikiniz, bizi babalarımızı
üzerinde bulduğumuz yoldan çevirmek ve yeryüzünün büyükleri
olasınız diye mi geldiniz? Biz size inanmıyoruz, dediler"
(Yunus, 10/78); "Bunun üzerine kavminden ileri gelen kafir bir
güruh (Şöyle) dedi: Bu, sizin gibi insandan başkası
değildir. Size karşı şereflenmek, üstünlük sağlamak
istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) dileseydi, elbette bize
melekler indirirdi. Biz, evvelki atalarımızdan bunu
duymadık " (el-Mü'minun, 23/24).
Müstekbirler, mustaz'afları saptırıp
istedikleri gibi kullanmak için çeşitli baskı ve sahtekarlık
düzenlerler. İnsanları ezmek için her yolu mübah görürler.
Onları hilelerle aldatırlar: "İnsanlardan kimi
vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan
saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence (türünden, boş)
sözleri satın alırlar. İşte onlara küçük düşürücü
(mühin) bir azap vardır" (Lokman, 31/6); "Ve dediler ki:
"Rabbimiz biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi doğru
yoldan saptırdılar" (el-Ahzab, 33/67); "Firavn
kavminden ileri gelen bir topluluğa dedi ki: Bu çok bilgili bir
büyücüdür: sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne
buyurdunuz?'(el-A'raf, 7/109, 110);"Ateşin içinde birbiriyle
tartışırlarken, müstaz'aflar, müstekbirlere dediler ki:
"Biz size uymuştuk. Şimdi ateşin
bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?" (el-Mü'min,
40/47); "Kavminden müstekbir olan ileri gelenler, müstaz'aflar'ın
iman edenlerine siz gerçekten Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğini
biliyor musunuz?" (el-A'raf, 7/75);
"Kavminden istikbarda bulunan (büyüklük
taslayan) ileri gelenleri "Ey Şuayb, seni ve seninle beraber
iman edenleri memleketimizden çıkaracağız. Yahut mutlaka
bizim dinimize döneceksiniz" dediler" (el-A'raf, 7/88).
Müstekbirler, halkı yukarıda
saydığımız çeşitli hile ve baskılarla hak
yoldan döndüremeyince en son aşama olarak davetçileri ve inanmış
halkı yok etmek, her türlü işkencelerle ortadan kaldırmak
için çalışırlar:
"Hazırladıkları hendekleri
tutuşturulmuş ateşle doldurarak, onun çevresinde oturup,
inanmış kimseleri dinlerinden dönmeleri için yaptıkları
işkenceleri seyredenlerin canı çıksın
(kahrolsun)" (el-Buruc, 85/47).
Kur'an, müstekbirlerin gerçek yüzünü daha geniş
bir şekilde ortaya koymuş, müstekbirleri kalıp ve tiplerle
müşahhaslaştırmıştır. Her biri bir sembol
olmuş ve her birini bir tipi gösteren sembol kişilerle
tanıtmıştır:
"Onların ardından Fir'avn ve erkanına
ayetlerimizle Musa ve Harun'u gönderdik. Ama büyüklük tasladılar
(istikbarda bulundular)" (Yunus, 10/75).
"Karun, Fir'avn ve Haman'ı yok ettik.
Andolsun ki Musa kendilerine belgelerle gelmişti de onlar yeryüzünde
istikbarda bulunmuşlardı (büyüklük taslamışlardı).
Oysa azabımızdan kurtulamazdı" (el-Ankebut, 29/39).
Cahiliye toplumlarına egemen olan sınıf,
bütün siyasî ve iktisadî güçleri eline almıştır. Sürdükleri
sömürünün ve zalim saltanatlarının devamı için,
zihinlere hakim olan kültür ve inancı da ele geçirerek, halkın
kendilerine taviz vermesini ve kendilerine boyun eğmesini
sağlamışlardır. Bu imtiyazlarını korumak için
bütün şuurlu ve aydın davetlere (inkılapçı ve
diğer davetlere) karşı amansız bir mücadeleye girişirler.
Çünkü bu mücadele onların ölüm kalım mücadelesidir.
Muammer ERTAN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.