Nakşibendiye
Nakşibendiye
Bahauddin Nakşibend Muhammed b. Muhammed el-Buharî
tarafından kurulan ve İslam dünyasında yaygın olan
tarikat.
Nakşibend Farsça bir kelimedir ve "nakış
yapan" demektir. Kalbi işlediği, kalbin üzerine süsler
yaptığı için bu adı almıştır (Abdulmecid
b. Muhammed el-Hanî, Hadaikul-Virdiyye fi Hakaikul-Acille en-Nakşibendiyye,
Kahire 1306, s. 9).
Bahauddin Nakşbend'in adı, Muhammed b.
Muhammed el-Buharî' dir. 718/1318 tarihinde Buhara'ya 9 km. uzaklıkta
bulunan Kasr-ı Arifan (eski adı Kasr-ı Hinduvan)'da
doğdu (Tahsin Yazıcı, Nakşibend mad., İslam
Ansiklopedisi, İstanbul 1964, IX, 52.).
Nakşibend dünyaya geldiği zaman, Hacegan
tarikatının şeyhlerinden Muhammed Baba Semmasî (ö.
740/1339) müridleriyle birlikte o köye gelmiş ve henüz çok
küçük yaşlarında bulunan Nakşibendi manevî evlatlığına
almıştır. Bahauddin kendi hallerinden bahsederken, bu
konuda şöyle der: "Benim hakkımda zuhûr eden Allah
Tealanın lütuflarından ilki, daha çocukluk çağımda
iken, kadri yüce Şeyh Hace Muhammed Baba Semmasî'nin nazarları
ile müşerref olmam ve beni evlatlığa kabul etmeleridir"
(Salahuddin b. Mübarek el-Buharî, Makamat-ı Muhammed Bahauddin
Nakşibend, trc. Süleyman İzzi, İstanbul 1983, s. 29).
Baba Semmasî, müridlerinden Emir Külal'e; "Bu
erin terbiyesi sana aittir" diyerek, Nakşibendi ona emanet ettiği
rivayet edilir (Seyfuddin Ali b. Hüseyin, Reşahatu Aynil-Hayat,
İstanbul 1291, s. 48.).
Nakşibend, her ne kadar Emir Külale intisab etmişse
de, muteber kaynakların haber verdiğine göre, onun gerçek
şeyhi, kendisinden çok sene önce vefat eden Abdulhalik
Gücduvanî (6. 617/1220)'dir. Tasavvufta, kişinin kendisinden Önce
vefat etmiş olan herhangi bir şeyhin ruhaniyetinden feyz
alarak rabıta kurmasına, "Üveysilik yolu" adı
verilir (Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990,
s. 430; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1985,
s. 294).
Bahauddin on sekiz yaşlarında iken, ailesi
onu evlendirmek istemiş, Bahauddin, Baba Semmasiyi da'vet etmek
için Semmas'a gitmiş, oraya varınca, hocanın sohbetine
iştirak etmiş, sohbetin kendisine verdiği zevk ve huzurdan
sonra mescide gitmiş ve Cenab-ı Hakk'a, "Ya Rabbi!.. Bana
bela yükünü çekmek için kuvvet ver. Bu hususta bana ihsanda bulun"
diye dua etmiştir. Baba Semmasi onun bu durumunu öğrendiği
zaman, kendisine: "İlahî!.. Sen, rızana uygun olanı
ne ise, onu bu zayıf kuluna ihsan eyle!" diye dua etmesini,
zira her zaman Allah'ın rızasını kazanmayı gaye
bilen kimseye bela ulaşmayacağını, şayet Allahu
Teala bir velisine bela gönderirse, yine kendi inayetiyle ona kuvvet
ve tahammülü ihsan edeceğini, insanın kendi iradesiyle bela
istemesinin doğru olmayacağını söylemiştir.
Baba Semmasî vefat ettikten sonra, Semerkant'a gitmiş,
oradaki dervişlerin sohbetine iştirak etmiş, kısa bir
zaman içinde onların saygısını kazanmış ve
tekrar memleketi Kasr-ı Arifan'a dönmüştür (Ali b. Hüseyn,
Reşahat, s. 18.).
Bahauddin Nakşibend iki kez Hicaz'a gitmiştir.
Gidiş ve gelişlerinde çeşitli zatları ve yerleri ziyaret
etmiştir. Memleketi olan Kasr-ı Arifan'da bir mescid yaptırmış
ve inşaatında bizzat çalışıp işçilik yapmıştır
(Ali b. Hüseyn, Reşahat, s. 61.).
Nakşibend, Hanefi mezhebine mensuptu. Her
fırsatta sohbet eder, va'z ve nasihatte bulunur ve "Tarikimiz
sohbet üzerinedir" diyerek, müridlerini de buna teşvik ederdi.
Aynı zamanda o, çok mütevazi idi; misafirlere çok saygı gösterirdi.
Hayvanlara karşı bile sevgi beslerdi ve haramdan son derece
sakınırdı. Ölümünden bir gün önce müridlerine,
halifelerinden Muhammed Parsa (ö. 922/1516)'ya tabi olmalarını
vasiyet etti ve 3 Rebiül-Evvel 791/2 mart 1389 pazartesi günü, doğduğu
yer olan Kasr-ı Arifan'da, yetmişüç yaşında iken
Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Nakşibendi Tarikatı, Bahauddin Nakşibendden
sonra, Alaeddin Attar, Zahid Bedahşi ve Muhammed Parsa
tarafından geniş bir alana yayıldı. Bilhassa
İmam Rabbanî (ö. 1034/1625) zamanında, Hindistan ve
havalisinde yayılma kaydetti. İmam Rabbanî'nin oğlu
Muhammed Ma'sûm (ö. 1098/1687) da ciddi bir eğitim görerek, babasının
mutedil tasavvuf yolunu devam ettirdi. Tarikat, oğlu Şeyh
Seyfeddin (ö. 1100/1689) ve halifesi Seyyid Nûr Muhammed Bedvanî (ö.
1135/1723) ile naklî, tasavvufi ve farz-ı kifaye ilimler
bakımından bir medrese ve herkese açık bir müessese
haline geldi. Bu tarikat, Fatih Sultan Mehmed zamanında, Molla
İlahî Simavî (ö. 896/1490) vasıtasıyla İstanbul'a
girdi. Gulam Ali Dehlevî ve Ebû Saîd Müceddidî ile Hindistan
içlerine de yayıldı. On sekizinci asırda Mevlana Ziyaeddin
Bağdadî ile Osmanlılarda genişledi ve istikrar
kazandı. Osmanlı padişahları Nakşibendiliği
himaye ettiler. İstanbulda, altmış beş adet
Nakşibendi dergahının bulunması, halk arasında ne
kadar yaygın hale geldiğini göstermektedir (M. Fuat Köprılli!,
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul 1918,
s. 123).
Sonraki yıllarda Nakşibendiye
tarikatının Mevlana Halid Bağdadî (ö. 1242/1826) tarafından
kurulan Halidiye kolu, Anadolunun çeşitli yerlerinde, Suriye ve Irak
yörelerinde yaygınlık kazandı (Reşid Paşa,
Tasavvuf, İstanbul 1965, s. 101 vd.).
Nakşibendiye Tarikatı silsilesi, üç koldan
Hz. Peygamber'e kadar ulaştırılır:
Hz. Muhammed (s.a.s)'den başlayan ilk kol:
Hz. Ali (r.a) .......... (ö. 40/660)
İmam Hüseyin (r.a). (ö. 60/680)
Zeynel-Abidin ....... (ö. 75/694)
İmam Muhammed Bakır .......... (ö.
114/732-33)
Diğer bir kol:
Hz. Ebûbekir (r.a) .. (ö. 13/634)
Selman Farisî (r.a) .. (ö. 35/655)
Kasım b. Muhammed (r.a) ....... (ö. 102/720-21)
Her iki kol da İmam Cafer Sadık'da
birleşir ............... (ö. 148/765)
Ebû Yezid Bistamî (ö. 261/875)
Ebû Hasan Harkanî ................ (ö. 419/1028-29)
Üçüncü kol:
Hz. Ali (r.a) .......... (ö. 40/660)
Hasan Basrî (r.a) (ö.110/728-29)
Habib A'cemî ....... (ö. 150/767)
Davud Taî ...... (ö. 184/800-801)
Ma'rûf el-Kerhî ..... (ö. 200/815)
Sırriyü's-Sakatî .. .. (ö. 253/367)
Cüneyd-i Bağdadî .. (ö. 298/910)
Ebû Ali Rudbarî ... ........... .....
Ebû Ali Katib .... .. (ö. 321/933)
Ebû Osman Mağribî (ö. 373/983)
Ebû Kasım Kürkanî (ö. 450/1058)
Her iki kol da Ebû Ali Feramedi'de birleşir (ö.
477/1084-85).
Bundan sonra silsile şöyle devam eder:
Yûsuf Hemedanî (ö. 535/1140-41)
Abdulhalik Gücduvanî ........ (ö. 617/1220-21)
Hoca Arif Rivgerî (ö. 649/1251)
Mahmud İncir Faşnevî ........ (ö. 670/1271)
Ali Ramitenî (Azizan) ....... . (ö. 705/1305,
715/1315)
Muhammed Baba Semmasî .. (ö. 740/1339)
Seyyid Emir Külal (ö. 777/1375)
Bahaeddin Nakşibend .......... (ö. 791/1389)
Muhammed Alaeddin Attar. (ö. 802/1399)
Mevlana Ya'kub Çerhî ........ (ö. 847/1443)
Ubeydullah Taşkendî .......... (ö. 895/1490)
Muhammed Parsa ..... ........ (ö. 922/1516-17)
Derviş Muhammed (ö. 970/1562)
Hacegî Emkenegi (ö. 1008/1599)
Muhammed Baki Billah ...... (ö. 1014/1605)
İmam Rabbanî ... (ö. 1034/1625)
Muhammed Ma'sum ........... (ö. 1098/1687)
M. Seyfeddin Farukî ............ (ö.1100/ 1689)
Muhammed Bedvanî ........... (ö. 1135/1723)
Şemseddin Habibullah ........ (ö. 1195/1781)
Abdullah Dehlevî ..... ......... (ö. 1240/1824-25)
Mevlana Halid Bağdadî ....... (ö. 1242/1826)
Bu tarikat silsilesi, Hz. Ebûbekir (r.a)'den, Ebû
Yezid Bistami'ye kadar "Sıddıkiyye"; Bistamî'den,
Abdulhalik Gucdüvanî'ye kadar "Tayfuriyye";
Gucdüvanî'den, Muhammed Bahaeddin Nakşbend'e kadar "Haceganiyye";
Bahaeddin Nakşibendden, Ubeydullah Ahrar'a kadar "Nakşbendiyye";
Ubeydullah Ahrar'dan, İmam Rabbani'ye kadar "Nakşbendiyye-i
Ahrariyye"; İmam Rabbanî'den Şemseddin Mazhar'a kadar
"Nakşbendiyye-i Müceddidiyye"; Şemseddin Mazhardan,
Mevlana Halid'e kadar Nakşbendiyye-i Mazhariyye"; Mevlana
Halid'den sonra "Nakşbendiyye-i Halidiyye" olarak anılmıştır
(Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 434 vd.).
Abdulhalik Gücduvanî (ö. 617/1220)'nin tesbit ettiği
şu on bir prensip, Nakşibendiye Tarikatı'nın
esasını teşkil etmektedir:
1- Vukuf-ı Zamanî: Müridin zamanı çok iyi
değerlendirmesidir.
2- Vukuf-ı Adedî: Dersin adedi ve gerçek manası
düşünülmelidir.
3- Vukuf-ı Kalbî: Kalbi uyanık tutmak
gerekir.
4- Hûş der-dem: Nefes alıp verirken,
gaflette olmamak.
5- Nazar ber-kadem: Başkasına değil,
kendine bakmalıdır.
6- Sefer der-vatan: Halktan ayrılıp Hakk'a
gitmesidir.
7- Halvet der-encümen: Halk içinde de olsa, halvet
hali olmalıdır.
8- Yad kerd: Şeyhin verdiği zikri, kalb ve
dil ile daima tekrarlamak.
9- Baz geşt: Zikirle Allah'a dönüş, vuslat
düşünülmelidir.
10- Nigah-daşt: Kalbi zararlı düşüncelerden
korumak.
11- Yad-daşt: Masivayı bırakarak,
sadece Allah'ı düşünmektir (Mustafa Kara, Mezhepler ve
Tarikatlar Ansiklopedisi, İstanbul 1987, s. 156).
Bazı alimlerde, Nakşibendiye
Tarikatının esaslarını şu maddelerle özetlemişlerdir:
1- Şeriatla zahiri temizlemek. 2- Tarikatla
batını temizlemek. 3- Hakikatle Kurb-ı ilahiye ulaşmak.
4- Marifetle Allah'a ulaşmak (Mustafa Kara,
Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 295).
Başta işaret edildiği gibi, Ehl-i Sünnet
itikadına bağlı olan Nakşibendiye tarikatı çeşitli
ilimlerle meşgul olmaya, va'z ve sohbetler vasıtasıyla bu
ilimleri tebliğ etmeye son derece önem vermiştir. İlimle
meşgul olmanın, pozitif ilimlerden, bilhassa fizik, kimya,
biyoloji vs. gibi Hakk'ın kudret ve azametini idrake vesile olan
ilimlerden faydalanmanın bir çeşit zikir olduğunu kabul
etmiştir.
Bir de Nakşibendiye tarikatı mensupları,
Şerîat esaslarına uymaya ve ona bağlı olmaya son
derece önem vermişlerdir. Şeyh Ahmed Farûkî'nin;
"Şer'î edeplerden birine riayet,
mekruhlardan birini bırakmak; zikirden, fikirden, murakabeden ve
mertebelere teveccühten daha faziletlidir" (Muhammed b. Abdullah
Hanî, Adab, trc. Abdulkadir Akçiçek, İstanbul 1976, s. 13)
şeklindeki açıklamaları, bu durumu açıkça ortaya
koymaktadır.
Ayrıca Nakşibendiye tarikatı, boş
kalan insanların nefsin pençesinden, çeşitli kötü alışkanlıklardan
korunması için, tevbe, istiğfar, zikir, tefekkür, nafile
namazlar ve benzeri şeylerle meşgul olmayı tavsiye
etmiştir. Bu şekilde nefsi yenip kalbi kontrol altında
tutmaya murakabe denir.
Diğer tarikatlarda olduğu gibi,
Nakşibendiye Tarikatı'nda da rabıta vardır. Rabıta'yı
şöyle açıklamaktadırlar: Doğrudan Allah ile manevi
bir baş ve irtibat kuramayan mürid, Resulullah (s.a.s) Efendimizden
itibaren, hayatta olan mürşidine kadar silsiledeki bütün meşayihin
oturduklarını, kendisinin de mürşidinin yanında yer
aldığını ve onlardan manevi bir feyiz
aldığını düşünür ki buna rabıta denir. Rabıta
yoluyla alınan bu füyuzat, manevi yolda ilerlemeye vesiledir. Rabıta'da
dikkat edilecek husus, rabıta yapılan kişinin bu işin
ehli, alim, kamil bir mürşid olmasıdır. Aksi takdirde,
istenilen netice elde edilemez. Rabıta vesilesiyle mürid,
"fena fi'ş-Şeyh"e, ondan sonra "fena fi'r-Resûl"
ve "fena Fillaha ulaşır. Kişi vasıtasız
olarak "fena fıllah'a (Allah Teala'da fani olma imkanına)
sahip değilse, rabıta yapması tavsiye edilmiştir.
Aksi hallerde buna lüzum görülmemiştir (M. Halid, Rabıta
hakkında Risale İstanbul 1924, s. 238; Selçuk Eraydın,
Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 447).
Nakşibendiler önceleri kalben, gizli
zikrederlerdi. Sonraları cehren, açık olarak da
zikretmişlerdir. Halidîler ilk kurulduğu gibi kalben, gizli
zikretmektedirler (Reşid Paşa, Tasavvuf, s. 104).
Nakşibendiye Tarikatı'nda topluca
yapılan zikre hatm-ı hacegan denir. Müridlerin adedi on kişiden
az ise, küçük hatme; çok ise, büyük hatme sesli, sessiz olarak icra
edilir. Aralarında iki fark vardır. Birisi, 79 kere okunacak
olan el-İnşirah suresinin terkedilmesi, diğeri ise,1001
ihlas yerine 500 defa, Ya Baki entel-Baki'nin okunmasıdır
(Mustafa Kara, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, s. 156).
Bütün bu usul, prensip ve kaideler tarikat
şeyhleri tarafından konulmuştur. Sünnette 79 defa
İnşirah 1001 defa İhlas vb. vîrdler mevcut değildir.
Ayrıca yukarıda sayılan on bir prensip ve usul de
Resulullah zamanında mevcut olmayıp sonradan tarikatın
mensupları tarafından ortaya konmuştur. Yoksa Hz.
Peygamber'den bu konuda sahih yolla gelen herhangi bir hadis veya bir
haber yoktur. Bunlar tarikat ve va'z türü eserlerde mevcuttur. Halkı
ibadet ve takvaya alıştırmak için iyi niyetle dinde ihdas
edilmiş bid'atlerdir.Tevhid akidesine ters düşmeyenler, Kur'an
ve Sünnet'e uyanları kabul edilir, gerisi red edilir.
Nureddin TURGAY
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.