Nankörlük
Nankörlük
Gördüğü iyiliğin, kadrini bilmeme,
kendisine yapılan iyiliği veya eline geçen nimeti inkar etme,
nimeti verene karşı nankörce davranma (küfran-ı nimet)
gibi manaları içeren bir İslam ahlakı kavramı.
Nankörlük kelimesi dilimize, Farsça'dan geçerek
yerleşmiş bir kelimedir.
Gördüğü iyiliği unutan, tuz ekmek
hakkı bilmeyen kimseye de nankör (kafir-i nimet) denir.
Arap dilinde nankörlük; "küfran" ya da
"küfranü'n-nimeti" kelimeleriyle ifade edilmekte ve şükrün
karşıtı olarak kullanılmaktadır. Nankör kimseye
de "kafirü'n-nimeti" denilir.
Nankörlük; bir insanın başka bir insana
karşı ya da Rabbine karşı nankörce davranmasına
göre iki yönden ele alınabilir. Dilimizdeki yaygın
kullanımı; daha ziyade, insanların biri birlerine
karşı davranması karşılığıdır
ki, bu, nankörlüğün birinci türünü teşkil eder. Bu tür
nankörlük, yani bir insanın başka bir insandan gördüğü
iyilikleri unutarak nankörce davranması gerçek manada küfür sayılmaz;
olsa olsa kadir bilmemezlik olur. Lakin kişinin; iyilik gördüğü
kimseye karşı kendini zelil etmesi, yahut nimetin gerçek
sahibini unutarak kendisine iyilikte bulunan insanı
aşırı derecede yüceltmesi onu küfre götürebilir.
İkinci tür nankörlük, insanın Rabbine
karşı olan nankörlüğüdür. Zira bunda, insanın küfre
girme ihtimali büyüktür. Her ne kadar küfür ile nankörlük ilk bakışta
birbirlerinden tamamen farklıymış gibi görünseler de
aralarında çok yakın bir benzerlik vardır. Birincisinde;
Allah'ın varlığını, birliğini ya da
inanmamızı emrettiği hükümlerini inkar etme söz
konusudur ki, bu açıkça küfürdür. Allah'ın verdiği
nimetleri inkar etmek, onları unutmaya çalışmak ya da
unutmuş görünmek de haddi zatında küfürdür. Zira her iki
durumda da, ikrar edilmesi vacib olan hakikatleri inkar etme söz
konusudur.
Kur'an-ı Kerim'de, insanların Allah'a
karşı nankörlüğünden söz edilirken, "nankör"
ve "nankörlük" kelimelerinin, "küfr" kelimesiyle
ifade edildiğini görüyoruz: "Sebe'lilerin yurtlarında,
Allah'ın kudretine bir delil olarak sağlı sollu iki bahçe
bulunuyordu. Onlara: Rabbinizin verdiği rızıktan yiyin ve
O'na şükredin, işte hoş bir belde ve
bağışlaması bol bir Rab! denmişti. Fakat onlar yüz
çevirdiler. Bunun için biz de üzerlerine Arîm selini gönderdik. Onların
bahçelerini, buruk yemişli, ılgınlı ve içinde bir
kaç sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlük
ettikleri için onları işte böyle cezalandırdık. Biz,
nankör olandan başkasını cezalandırır
mıyız?" (es-Sebe', 34/ 15-17).
"Yanında kitabdan bir ilim olan kişi;
sen yerinden kalkmadan önce onu sana getirebilirim, dedi. Süleyman tahtı
yanına yerleşivermiş görünce; bu, şükür mü edeceğim
yoksa küfür (nankörlük) mü edeceğim diye beni sınayan
Rabbimin lütfundandır. Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş
olur, nankörlük eden de bilsin ki Rabbim Ganî'dir, Kerîm'dir"
(en-Neml, 27/40).
"Allah, size güven ve huzur içinde olan bir
kasabayı misal verir; her taraftan oraya bolca rızık
geliyordu. Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler. Bu yüzden
Allah onlara, yaptıklarına karşılık açlık
ve korku belasını tattırdı" (en-Nahl, 16/112).
Yukarıdaki ayet meallerinin ilkinde geçen
"nankörlük ettikleri için" sözü, Kur'an'daki "bima
keferû" kelamının mealidir. "Nankör" kelimesi
de "kefûr" sözünün mealidir. Aynı şekilde, ikinci
ve üçüncü ayetlerde geçen "nankör" ile
"nankörlük" kelimelerinin tümü, "küfr"
kelimesinin türevleridir.
Kur'an'ın müteaddit ayetlerinden anlaşılan
o ki; nankörlük, adeta insanı karakterize eden bir özellik
durumundadır. Başına bir musibet geldiğinde Allah'a
yalvarır, kendini emniyette hissedince de O'nu unutur. Rabbi
kendisine bir nimet verdiğinde ona sevinir, fakat kendi hatası yüzünden
başına bir kötülük geldiğinde nankörlük huyu yeniden
depreşir. Rabbimiz, insanın bu vaziyetini, Kitab-ı Mübîn'inde
şöyle ifade buyurur: "Denizde başınıza bir
musibet geldiğinde Allah'dan başka tüm yalvardıklarınız
kaybolup gider, fakat O, sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz
çevirirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür" (el-İsra,
17/67):
"...Doğrusu biz katımızdan insana
bir nimet tattırırsak. Ona sevinir; ama kendi
yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse
işte o zaman insan pek nankördür" (eş-Şura, 42/48).
"O canı çıkası insan, ne nankör
şeydir!" (Abese; 80/17).
Seyyid Kutup bu sonuncu ayeti yorumlarken
şunları söylüyor: "O insan küfrü sebebiyle bedduaya
elbette hak kazanmıştır.Ayet-i Kerîme bu ifadesiyle, onun
yaptıklarının ne kadar fena olduğunu
anlatmaktadır. Bu haliyle bedduayı hakkettiğini ifade
etmektedir. Ne nankör şeydir!" Yani yaratılış ve
varoluşunun icaplarını ne derece şiddetle red ve inkar
etmektedir. Eğer bunların icaplarını yerine getirmeyi
gözetmiş olsa yaratıcısına elbette şükretmesi
gerekirdi. Dünyada dik başlılık etmez, ahiretini de
unutmazdı (Seyyid Kutub, Fi Zilalil-Kur'an, Abese Suresi Tefsiri).
Haşa, Cenab-ı Allah'ın insana
karşı nankörlük etmesi düşünülemez. Zira kendisi herşeyden
müstağnî yüce bir Rab, insan ise her bakımdan O'na muhtaç
zayıf bir kulu. İnsanın, Rabbine en ufak bir yarar ya da
zarar dokundurması da mümkün değildir. Buna rağmen Yüce
Rabbimiz, kulunun kendisine itaatini boşa çıkarmayacağını
şöyle ifade buyurur: "Her kim iman etmiş olarak salih amel
işlerse, onun bu çabasına karşı nankörlük
edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız" (el-Enbiya, 21/94).
Halid ERBOĞA
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.