Nikah
Nikah
Evlenme, kocaya gitme, cinsî temasta bulunma, sarhoş
etme, evlenmeleri yasak olmayan bir erkekle bir kadın arasında
yapılan ve müşterek hayat ve nesli sürdürmek için bir bağ
meydana getiren akit.
Tarih boyunca, çeşitli milletlerde ve hukuk
sistemlerindeki evlilik anlayışı ve tatbikatı
aynı olmamıştır. ilahî vahye dayanan semavî
dinlerde erkekle kadının ortak bir yuva kurması ancak nikah
akdiyle mümkün kılınmıştır.
Nikah akdi eşlerin veya temsilcilerinin serbest
iradesiyle oluşur. Karı kocadan meydana gelen aile
yuvasında tarih boyunca, çeşitli topluluklarda üç usul
uygulanmıştır.
I) Koca hakimiyetine dayanan evlilik:
Tarihin eski çağlarından beri yaygın
olan evlilik şekli budur. Onsekiz ve ondokuzuncu yüzyılda
Avrupa'da meydana gelen çok önemli siyasî ve sosyal gelişmelere
rağmen koca, evlilik birliği içinde hakim rolünü bazı
hukuk sistemlerinde korumuştur. Mesela, Fransız Medeni Kanunu büyük
ihtilalden sonra da evlilik birliğinde kocanın hakimiyetini sürdürmüştür.
Eski Roma hukukunda evlilik tamamen kocanın hakimiyetine
dayanıyordu. Napolyon da bu sistemi devam ettirmiştir.
2) Eşlerin eşitliği esasına dayanan
evlilik:
Ondokuz ve yirminci yüzyıllarda gelişen
sosyal ve ekonomik şartlar, kadının da ekonomik hayatta ve
birçok idarî kademelerde görev almasına yol açmıştır.
Bunda üst üste geçirilen savaşların da etkisi olmuştur.
Bazı ülkelerde "Koruma ve itaat prensibi" terkedilerek,
karıkocanın mutlak eşitliği esası
benimsenmiştir. Mesela, Rusya'da karı koca mutlak surette
eşittir. Bu yüzden Rus kadını, kocasının soy
adını taşımak zorunda olmadığı gibi,
ikametgah değişikliği halinde isterse kocasını
takip etmeyebilir. Sonuç olarak orada, evlilik kadının
ehliyetine tesir etmez. İskandinav ülkelerinde de durum böyledir.
Ancak bu kadar serbestlik, aile yuvasını sarsmış,
sıcak anne kucağı görmeyen çocuklar bu ülkeler için
problem halini almıştır.
3) Ortalama sistem: Bu sistemde karıkoca esas
itibariyle eşit olmakla birlikte, evlilik birliğinin
korunması ve devamı için erkeğe bazı hususlarda
üstünlük tanınmıştır. Bu cümleden olarak, erkek
ailenin reisidir. Karı, kocanın soyadını
taşır ve onun rızası olmadan bir sanat ve meslekle
iştigal edemez. Ancak bu durum, kocaya her yönde bir hakimiyet sağlamaz.
İslam'daki duruma gelince; bu konuda genel bir
prensip söylemek güçtür. Çünkü kadın şahsi bakımdan
kocasına tabi olmakla birlikte, kendisine ait bir mal üzerinde
serbestçe tasarruf edebilmekte, her türlü hukukî muameleyi
yapabilmektedir. O, her konuda dava açabilir. Bunun için kocasının
rızasına da muhtaç değildir. Evlenme, kocaya
karısının malları üzerinde hiçbir hak vermez.
Serveti ne olursa olsun, kadın evin masraflarına katılmak
zorunda değildir. Eşler arasında mal
ayrılığı esası uygulandığı için
boşanma veya ölüm halinde problem çıkmaz.
Mal varlığı bakımından bu
şekilde geniş hürriyete sahip olan kadın, şahsî bakımdan
kocasına tabidir. Bu sebeple ailenin reisi kocadır. Çünkü o,
daha güçlü ve hayat olayları karşısında daha
dayanıklıdır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. O sebeple ki, Allah
onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlar) daha üstün kılmıştır"
(en-Nisa', 4/34).
"Erkekler kadınlar üzerinde daha üstün bir
dereceye sahiptirler" (el-Bakara, 2/228).
Ancak İslam, kadına, kocaya itaatı
emrederken, kocaya da kadına karşı bir takım ödevler
yüklemiştir. Nitekim, Bakara sûresinde yukarıdaki ayetin
devamında: "Erkeklerin meşru şekilde kadınlar
üzerindeki hakları gibi, kadınların da onlar üzerinde
hakları vardır" buyurulur.
Nikah teriminde erkeğin, kadının cinsel
yönlerinden yararlanma anlamı vardır. Nitekim Hanefîlerin
tarifi şöyledir: Nikah; şer'an evlenme engeli bulunmayan bir
kadının cinsel yönlerindşn yararlanmayı erkeğe mübah
kılan bir akittir. Müteahhirûn fakihleri bunu şöyle formüle
etmişlerdir: Nikah, kasten mülk-i mut'ayı ifade eden bir
akittir (bk. İbnül-Hümam, Fethul-Kadîr, vd., Bulab: 1315, II, 339
vd.; el-Meydanî, el-Lübab, İstanbul (t.y.), III, 3; İbn
Abidîn, Reddül-Muhtar, II, 355-357;eş-Şirbinî, Muğnil-Muhtac,
lII,123; İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire (t.y.), VI, 445).
Evliliğin meşrûluğu Kitap, Sünnet ve
İcma delillerine dayanır.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Size helal olan kadınlardan ikişer,
üçer ve dörder tane nikah edin" (en-Nisa, 4/3); "Sizden
bekarları ve kölelerinizle cariyelerinizden salih olanları
evlendirin. Eğer onlar yoksul iseler, Allah onları fazlu
kereminden zenginletir. Allah her şeye gücü yeten ve her şeyi
bilendir" (en-Nûr, 24/32).
Evlilik konusunda pek çok hadis-i şerifler
nakledilmiştir: Allah elçisi, gençlere hitaben şöyle buyurmuştur:
"Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlilik yükümlülüklerine
gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü daha çok öne eğer
ve iffeti daha fazla korur. Kimin evlenmeğe gücü yetmezse, oruca
devam etsin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır" (Buharî,
Savm,10, Nikah, II, III; Müslim, Nikah,I, III; Ebû Davud, I;
Tirmizî, Nikah, I; Nesaî, Sıyam, 43, Nikah, III; İbn Mace,
Nikah, I; Darimî, Nikah, II; Ahmed b. Hanbel, I, 378; 424, 425).
Üç kişi Allah Elçisinin eşlerine onun gece
ibadetini sormuşlar; belki azımsayarak birincisi "Sürekli
gece namazı kılmaya", ikincisi "sürekli oruç
tutmaya", üçüncüsü de "kadınlardan sürekli ayrı
kalmaya ve hiç evlenmemeye" karar verir. Bunu işiten Hz.
Peygamber şöyle buyurur: "Bazı kimselere ne oluyor ki
şöyle şöyle demişler. Fakat ben hem namaz
kılıyorum, hem uyuyorum; oruç tutuyorum, tutmadığım
da oluyor; kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimi
terkederse, o benden değildir" (Müslim, Nikah, 5; Nesaî,
Nikah, 4; Darimî, Nikah, 3; Ahmed b. Hanbel, II, 158, III, 341, 359,
V, 409).
Mümin, Allah korkusundan ve O'na itaattan sonra, iyi
bir kadından yararlandığı kadar hiç birşeyden
yararlanmamıştır. Çünkü ona emretse sözünü dinler,
yüzüne baksa kendisini sevindirir, üzerine yemin etse, yeminini doğru
çıkarır, başka tarafa gitse, kendisinin
bulunmadığı sırada namusunu ve malını
korur" (İbn Mace, Nikah, 5).
Evlenmenin meşrûluğu üzerinde bütün
ümmetin görüş birliği vardır.
Evlenmenin hükmü:
Evleneceklerin durumuna göre nikahın hükmü
farz, vacib, sünnet, haram, mekruh veya mübah kısımlarına
ayrılır:
1. Evlenmediği taktirde zinaya düşeceği
kesin olan kimsenin -mehri verecek ve eşinin geçimini sağlayacak
durumda ise- evlenmesi farzdır.
2. Yine evlenmezse zinaya düşme tehlikesi bulunan
kimsenin -mehir ve nafakayı sağlayacak durumda ise- evlenmesi
vacibtir. Hanefiler dışındaki çoğunluk farz ve vacib
arasında bir ayırım yapmaz (İbnül-Hümam, a.g.e.,
II, 342; el-Kasanî, el-Bedayî', II, 260 vd.).
3. Evlenince, eşine zulüm yapacağına
kesin gözüyle bakılan kimsenin evlenmesi haramdır. Hem zinaya
düşme, hem de eşine zulüm yapma korkusu bulunan kimsede haramlık
yönü tercih edilir. Çünkü bir konuda helal ve haram birleşince,
prensip olarak haram üstün tutulur ve ondan kaçınmak gerekir.
Nitekim ayet-i kerimede, "Evlenmeye güç yetiremeyenler, Allah
kendilerine fazlu kereminden zenginletinceye kadar iffetlerini
korusunlar" (en-Nûr, 24/33) buyurulur.
4. Eşine zulüm yapacağından korkulan
kimsenin evlenmesi mekruhtur (el-Mevsılî, el-İhtiyar, III,
82).
5. Cinsel bakımdan itidal halde bulunanların
evlenmesi sünnettir. İtidal; evlenmezse zinaya düşeceğinden
korkulmayan, evlenirse de eşine zulüm yapacağından
endişe duyulmayan kimsenin halidir. Toplumda çoğunluğun bu
durumda olması asıldır. Yukarıda zikrettiğimiz,
evlenemeyen gençlere oruç tutmayı tavsiye eden, evlilik konusunda
aşırı çekimser kalmağa karar veren üç sahabeyi
uyaran hadisler bunun delilidir.
Diğer yandan Hz. Peygamber ve Ashab-ı kiram
evlenmişler ve onlara uyanlar da bu sünneti sürdürmüşlerdir.
Tercih edilen görüş budur (bk. el-Fetaval-Hindiyye, I, 267).
İmam Şafiî'ye göre ise, bu durumda
evlenmek mubahtır. Evlenmek veya bekar kalmak caiz olur. O'na göre,
vakitlerini ibadete ayırmak ve ilimle uğraşmak evlilikten
daha üstündür. Dayandığı deliller şunlardır:
Cenab-ı Hak Yahya peygamberi şu sözlerle övmüştür:
"...efendi, nefsine hakim, iffetli" (Al-i İmran, 3/39).
Ayetteki hasûr ifadesi; gücü yettiği halde kadınla cinsel
temas kurmayan kimse anlamına gelir. Evlilik daha üstün olsaydı,
bunu terketmek övülmezdi. Çoğunluk fakihler bu örneğin daha
önceki şeriat uygulaması olduğunu, İslam ümmetini
bağlamadığını söylemişlerdir.
İmam Şafiî'nin diğer bir delili
şu ayettir: "Haram olanlar dışındaki
kadınlar, onları mallarınızdan harcayarak almak,
onlarla evlenmek ve zina etmemek şartıyla size helal
kılındı" (en-Nisa, 4/24). Bir şeyin helal
olması mübah olması demektir. Çünkü bu iki kelime birbirinin
eş anlamlısıdır. Diğer yandan evlilik,
kişiye cinsel yönden yarar sağlar. Yararına olan bir
işi yapmak ise bir kimseye vacib olmaz. Böylece evlilik yeme, içme,
alış-veriş gibi mübah olan muamelelerdendir (ez-Zühaylî,
el Fıkhu'l-İslamî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VII,
33, 34; İbn Hacer el-Askalanî, Bülûğul-Meram min
Edilletil-Ahkam, Terc. Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1967, II, 228
vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul
1983, s. 183, 184).
Eş seçimi Evlilikte eş seçimi önemlidir.
Yuvayı yapacak, çocukları eğitecek, erkeğe ömür
boyu iyi veya kötü günde destek ve mutluluk verecek olan eşi seçerken
güzelliğinden, soyundan ve malından çok, dindarlığına
ve iyi ahlak sahibi olmasına dikkat edilmelidir. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
"Kadınla dört şeyden dolayı
evlenilir: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı.
Sen dindar olanı seç, mutlu olursun" (Buharî, Nikah, 15; Ebû
Davud, Nikah, 2; Nesaî, Nikah, 13; İbn Mace, Nikah, 6; Malik,
Muvatta', Nikah, 21).
İslam hukukuna göre nikah akdi hem medenî bir
muamele, hem de bir ibadettir. Çünkü nikahın rükûn ve
şartlarını İslam belirler ve evlilik sebebiyle eşlerin
pek büyük ecirlere ulaşacakları açıklanır. Bu
konuda İbnül-Hümam (ö. 861/1457) şöyle der: "Nikah,
ibadetlere daha yakındır. Hatta evlenmek, sırf ibadet
niyetiyle bekar kalmaktan daha faziletlidir" (İbnül-Hümam,
Fethu'l-Kadîr, Bulak 1315, II, 340). Son devir hukukçularından
İbn Abidîn (ö. 1252/1836), Reddül-Muhtar adlı ünlü eserinde
nikah konusuna şu cümlelerle başlar: "Bizim için Hz.
Adem devrinden bugüne kadar meşrû olmuş, sonra Cennette de
devam edecek, nikah ile imandan başka ibadet yoktur" (İbn
Abidîn, a.g.e., II, 258). Nikahın cami içinde aktedilmesi ve
mümkünse cuma gününe rastlatılması müstehaptır. Bu da
onun ibadet yönünü güçlendirir (el-Askalanî, a.g.e., III, 229).
Şafiîlere göre, evlilik satım akdi gibi dünyaya
ait işlerden olup, bir ibadet değildir. Dayandığı
delil, gayri müslimlerin nikahının da İslam nazarında
geçerli sayılmasıdır. Eğer ibadet olsaydı, bu
nikahların geçersiz olması gerekirdi. Nikahtan amaç, kişinin
şehvetini teskin etmesidir. İbadet yapmak ise Allah için bir iş
yapmaktır. Bu nedenle Allah için iş yapmak, kendi nefsi için iş
yapmaktan daha faziletlidir.
Şafiîlerin bu görüşüne çoğunluk
fakihler karşı çıkmıştır. Çoğunluğa
göre nikahın mümin veya gayri müslim için geçerli olması dünyada
toplum düzeni ile ilgilidir. Nitekim mescit, yol yapımı ve
benzeri hayır işleri müslüman için bir ibadet olduğu
halde, gayri müslim için bir ibadet sayılmaz. Genel anlamda
Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her iş müslüman
için ibadettir. İslamî esaslara göre kurulan ve buna göre
yürütülen evlilik de ibadet kabilindendir. Çünkü nikah akdi ile,
nefsi haramlardan korumak ve nesli sürdürmek gibi bir çok toplum
maslahatları gerçekleşir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s)
"Sizden birinizin evliliğinde sadaka sevabı
vardır" (Müslim, Zekat, 52; Ebû Davud, Tatavvu', 12, Edeb,
160; Ahmed b. Hanbel, V, 167, 168) buyurmuştur.
İslam'da nikah akdi sırasında
evlenecek erkekle kadının veya hukukî temsilcilerinin ve
şahitlerin dışında dinî veya resmî bir görevlinin
bulunması zorunlu değildir. Bu durum onun dinî niteliği ve
ibadet yönü için bir engel teşkil etmez. Çünkü bir İslam
aliminin nikah meclisini yönetmesi, gerekli soru ve cevapları
alması nikahın rükün veya şartlarından
değildir.
Hristiyan toplumlarında nikahın dinî veya
medenî niteliği uzun süre tartışma konusu olmuş;
kimi ülkelerde nikah tamamen kiliselerde akdedilirken, kimi ülkelerde
de medenî nikah esası benimsenmiştir.
Fransa'da 1787 Kasımında çıkarılmış
olan bir kral buyruğu ile Katolik olmayanların evlenmelerini
dilerlerse ikametgahlarının bulunduğu yer kilisesinde,
dilerlerse aynı mahallin hakimi önünde akdedebilecekleri kabul
edilmiştir. Birincisi dinî, ikincisi medenî nikah niteliğindedir.
Osmanlı Devleti uygulamasında 1917 tarihli
"Hukuk-ı Aile Kararnamesi" Hristiyanlar için kısmen
dinî ve kısmen medenî bir evlenme usulü getirmiştir. Buna göre,
İsevîlerin nikahı, dinî ayinler çerçevesinde rûhanî
memurlarca akdedilir. Ancak rûhanî memur, en az yirmi dört saat önce
mahallî mahkemeye haber verir. Hakim, belirtilen saatte nikah meclisine
özel bir memur gönderip kıyılan nikahı deftere
kayıt ve tescil ettirir (Hukuk-ı Aile Kararnamesi, madde,
40-44).
Bazı hristiyan ülkeler sonradan medenî evlenmeyi
kabul etmekle birlikte, önce dinî nikahın akdedilmesini şart
koşmuşlardır. Mesela; Yunanistan ve Romanya, medenî
nikahtan önce dinî nikahın akdedilmesi esasını
benimsemişlerdir (Halil Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda
Evlenme, Ankara 1974, s. 133).
A.B.D.'de, İngiltere'de ve İskandinav
ülkelerinde ise toplum dinî veya medenî nikahtan dilediğini seçme
hakkına sahiptir. Eşlerin tercihine göre kilisede veya resmî
nikah memuru önünde akdedilen nikahla ilgili belgeler nüfus
kütüklerinde birleşmiş olur.
Bazı ülkelerde medenî evlenme şekli zorunlu
hale getirilmiştir. Hollanda, İsviçre ve Türkiye gibi ülkeler
bunlar arasındadır. Bu gibi ülkelerde resmî memur önünde kıyılmayan
nikah yok hükmünde sayılmaktadır (Halil Cin, a.g.e., s. 134;
Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 244, 245; T.M.K. mad.108).
Nikah'ın Rükünleri Bir şeyin
varlığı kendi varlığına bağlı olan
ve onun yapısından bir parça teşkil eden ana unsura
"rükün" denir. Evlilik akdi için "icap ve kabul"
bir rükündür. Çünkü evlenme akdinin varlığı, icap ve
kabulün varlığına bağlıdır ve bu akdin bir
parçasıdır. Bir şeyin varlığı kendi
varlığına bağlı olmakla birlikte, onun
yapısından bir parça teşkil etmeyen iş veya
niteliğe ise "şart" denir. Mesela, namaz işin
abdest bir şarttır. Abdestsiz namazın
varlığından söz edilemez, fakat bununla birlikte abdest,
namazın niteliğinden bir parça değildir. Evlilik akdinde
şahitlerin bulunması, akdin şartıdır.
Hanefîlere göre evlilik akdinin rükünleri icap ve
kabulden ibarettir. Çoğunluk müctehitlere göre ise evliliğin
rükünleri dört tane olup; sîyga (icap ve kabul), kadın, koca ve
veli'dir.
Akdin konusu; eşlerin evlilikten amaçladıkları
birbirinin cinsel yönlerinden yararlanmadır. Bu nedenle, yalnız
ev hizmetlerini görmek üzere yapılacak bir akit bir iş akdi
olabilir. Nikah akdinde karı koca hayatı yaşamı
asıldır. Mehir, akdin kendisine bağlı olduğu bir
unsur değil; nafaka gibi evliliğin hükümlerindendir.
İcap, evlenme akdi taraflarından birisinin
ilk olarak yaptığı tekliftir.
"Benimle şu anda evlenmeyi kabul ediyor
musun?" teklifine, diğer tarafın "Kabul ettim"
şeklindeki cevabı "kabul" niteliğindedir. Burada
ilk teklifin karı veya koca tarafından yapılması
sonucu etkilemez. İlk teklif icap, ikincisi kabul
niteliğindedir.
Çoğunluk İslam fakihlerine göre icap, kadının
velisi veya vekili tarafından erkeğe yapılan evlendirme
teklifidir. Kabul ise, kocanın bu teklife verdiği olumlu
cevaptan ibarettir (el-Kasanî, el-Bedayi', II, 229 vd., V, 133;
İbn Manzûr, Lisanül-Arab, XIII,185; Hamdi Döndüren, a.g.e., s.
187, 188).
İcap ve Kabulde Bulunurken Uyulacak Şartlar
1. Taraflar evlenme iradelerini nikah meclisinde açıklamalı
ve icapla kabul hemen birbirini izlemelidir. Taraflardan birisi normal
konuşma işitilemeyecek şekilde diğerinden
uzaklaşmışsa, nikah meclisi terkedilmiş
sayılır. Ebû Yusuf'a bir taraf nikah meclisinde hazır
değilken, diğer taraf şahitlerin önünde icapta bulunsa,
akit, bulunmayan tarafın icazetine bağlı olarak meydana
gelir. Karşı taraf bunu öğrenince olumlu cevap verirse
akit kesinleşir; aksi halde ortadan kalkar (el-Kasanî, a.g.e., II,
232, 233; el-Cezîrî, Kitabül-Fıkh Alel-Mezahibil-Erbaa, Mısır
1969, IV,14 vd.)
2. İcap ve kabul her bakımdan birbirine uygun
bulunmalıdır. İcap ve kabul arasında yanılma,
hile yüzünden bir ayrılık varsa evlenme meydana gelmez.
3. İcap ve kabul taraflarca işitilmeli ve
anlaşılmalıdır. Ancak sağır ve dilsizler
özel işaretleriyle irade beyanında bulunabilecekleri gibi,
İslam hukukunda mektupla evlilik akdi yapma kolaylığı
da getirilmiştir. Mektup diğer taraf ve şahitler huzurunda
okunur, bu tarafın da kabulü ile nikah akdi tamamlanır. Burada
nikah meclisi hükmen bir sayılır (el-Kasanî, a.g.e., II,
231; el-Cezîrî, a.g.e., IV, 16).
4. İcap ve kabul için kullanılan sözler açık
veya kinayeli olur. Yalnız evlilik akdi meydana getirmede
kullanılan "inkah" ve "tezvîc" sözcükleri ile
bunların başka dildeki karşılıkları açık
sözlerdir. "Tezevvüc ettim, nikahladım, nikah ettim,
nikahla aldım, nikahla verdim, tezvic ettim, evlendim,
evlendirdim" sözcükleri gibi (en-Nisa, 4,'22; el-Ahzab, 33/37).
Buna karşılık mülkiyetin nakli sonucunu doğuran
satış, hibe, sadaka ve temlik gibi sözler de, nikah konusunda
mecaz olarak icap ve kabul için kullanılabilir. "Kendimi sana
şu kadar mehir karşılığında hibe ettim"
diye icapta bulunmak gibi. Burada mehrin zikredilmesi, şahitlerin
hazır bulunması, meclisin bir nikah meclisi olması
tarafların gayelerinin evlenmek olduğunu açıkça
gösterir. Buna karşılık kira, rehin, ibra, vedia gibi
deyimler evlenmede icap ve kabul için kullanılmaya elverişli
değildir. Çünkü bunlar mülkiyetin nakli sonucunu doğurmayan
terimlerdir (el-Cezîrî, a.g.e., IV, 14 vd.; ez-Zühaylî, a.g.e., VII,
39; İbn Abidîn, a.g.e., II, 364, 365, 369 vd.).
Şafiî ve Hanbelîlere göre ise evlilik akdi
yalnız nikah ve tezvic sözcükleri ile meydana gelir. Delil,
Kur'an-ı Kerim'de bu akit için yalnız belirtilen sözcüklerin
kullanılmasıdır (bk. en-Nisa, 4/22; el-Ahzab, 33/37;
İbn Rüşd, Bidayetül-Müctehid, Kahire (t.y.), II, 4,5).
5. İcap ve kabulün şarta
bağlanmaması ve kullanılan siyganın da "gelecek
zaman" olması gerekir.
Evlilik akdinin geçmiş zaman siygasiyle
oluşması konusunda görüş birliği vardır.
Kadının "şu kadar mehirle kendimi sana nikahladım"
icabına, kocanın; "Kabul ettim" diye cevap vermesi
gibi. Çünkü bu siyganın anlamı, akdi o anda meydana
getirmektir. Bununla akit bir niyet ve karineye ihtiyaç olmaksızın
o anda meydana gelir.
Şimdiki zaman siygası ise Hanefi ve Malikîlere
göre akdi o anda meydana getirmeye delalet eden bir karînenin bulunması
halinde evlilik akdi meydana getirmeye elverişli sayılır.
Erkek kadına, "Şu kadar mehirle seni kendime nikahlıyorum"
dese, kadın da, "Kabul ediyorum" veya "Razı
oluyorum" diye cevap verse, bu geleceğe ait bir va'd
olmaması ve bir nikah meclisi bulunması şartıyla akit
meydana gelir. Ancak nikah meclisi olmaz ve akdin o anda yapıldığını
gösteren bir karine de bulunmazsa bu bir nikah değil, geleceğe
ait bir "söz verme" niteliğindedir.
Evlilik akdinde emir siygası da
kullanılabilir. Erkek kadına "Beni kendine nikahla"
dese ve bununla o anda evlilik akdi yapmayı kasdetse; kadın
"Sana kendimi nikahladım" diye cevap verince akit tamam
olur. Hanefîlere göre buradaki emir siygası ile erkek kadına
evlenme için vekalet vermiş olur. Böylece kadın kendisinden
asîl, erkekten vekil sıfatıyla icap ve kabulde bulunmuş
olur. Malikîlere göre ise burada emir siygası icap
niteliğindedir.
Soru siygası icap sayılmaz, belki icaba çağrı
niteliğindedir (bk. el-Kasanî, a.g.e., II, 231; İbnül-Hümam,
Fethul-Kadîr, II, 344, 345; İbn Abidîn, Reddül-Muhtar, II, 371;
İbn Kudame, el-Muğnî, VI, 532-534; Hamdi Döndüren, a.g.e.,
s. 188,189).
Evlilik Akdinde Velînin Rolü: Akıllı ve
ergin erkek, velisi olmaksızın kendi irade beyanı ile
evlenebilir. Onun bir vekil aracılığı ile evlenmesi de
mümkündür. Hanefîlere göre hür, akıllı ve ergin kadın
da evlenme akdinde bizzat taraf olabilir. Çünkü burada velinin bulunması
evliliğin sıhhat şartlarından değildir.
Allah Teala şöyle buyurur: "Eğer mümin
bir kadın kendisini Peygamber'e hibe edip de, Peygamber de onu nikahla
almak isterse..." (el-Ahzab, 33/50). Bu ayet-i kerime kadının
nikah akdinde bizzat taraf olabileceğini gösterir. Hulle bildiren
ayette de aynı anlamı görmek mümkündür: "Yine erkek,
karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa; ondan sonra
kadın, kendinden başka bir erkeğe nikahlanıp
varıncaya kadar ona helal olmaz" (el-Bakara, 2/230). Bu ayette
de, başka bir erkekle evlenmede kadın taraf olarak gösterilmiştir.
Hz. Peygamber'in şu hadisleri de yukarıdaki ayetlerin açıklaması
niteliğindedir. "Dul kadın hakkında velinin
yapabileceği bir iş yoktur" (Ebû Davud, Nikah, 25; Ahmed
b. Hanbel, I, 334). "Bekar kadın, kendisi hakkında
velisinden daha fazla hak sahibidir" (Ebû Davud" Nikah, 25;
Tirmizî, Nikah, 18; İbn Mace, Nikah, 11; Darimî, Nikah,13).
İmam Şafiî, Malik ve Ahmed b. Hanbel'e
göre, kadın için nikahta erkek bir velinin bulunması
şarttır. Veli, kadının asabesinden en yakın olan
erkektir (bk. "Asabe" mad.). Kadının nikahta doğrudan
taraf olması caiz değildir. Yaşının küçük veya
büyük olması, kendisinin dul veya bakire bulunması, sonucu
değiştirmez. Bu müctehitlere göre kadının
kadını evlendirmesi de caiz değildir.
Dayandıkları deliller şunlardır:
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Kadınların
kendilerini, kocalarına nikah etmelerine engel olmayın"
(el Bakara, 2/232). Burada velilerin, boşanan kadının
yeniden evlenmesine engel olmaması istenmektedir. Eğer
kadının bizzat evlenmeye yetkisi olsaydı, velisine böyle
bir yasak koymanın anlamı kalmazdı. "İçinizden
bekarları evlendirin..." (en-Nûr, 24/32) ve İslam'ı
kabul etmedikçe (mümin kadınları) Allaha ortak koşan
erkeklere nikahlamayınız" (el-Bakara, 2/221) ayetlerinde
de erkeklere hitap edilmekte ve velayet yetkisi onlara verilmektedir.
Çoğunluk hukukçular bu konuda bazı hadis-i
şeriflere de dayanmışlardır. Ezcümle Herhangi bir kadın,
velisinin izni olmadan evlenirse, onun nikahı batıldır,
batıldır, batıldır" (Ebû Davud Nikah,19;
Tirmizî, Nikah, 14; Darimî, Nikah, 11; Ahmed b. Hanbel, VI, 166).
"Kadın kadını evlendiremez, kadın bizzat
kendisini de evlendiremez" (İbn Mace, Nikah, 15). "Nikah
ancak veli ile olur" (Buharî, Nikah, 36; Ebû Davud, Nikah, 19;
Tirmizî, Nikah, 14).
Hanefiler çoğunluğun bu görüşünü ve
delillerini şu şekilde eleştirmişlerdir:
Yukarıda zikredilen el-Bakara, 232. ayet, nikah
fiilini kadına isnat eder. Çünkü bu ayet Sahabe'den Ma'kıl b.
Yesar (r.a)'ın, dul kız kardeşinin yeniden eski
kocasıyla evlenmesine karşı çıkması üzerine
inmiştir. Ayet baş tarafı ile bir bütün olarak ele alınınca;
böyle bir kadının velinin müdahalesi olmaksızın
serbestçe evlenebilmesi anlamı ortaya çıkar. Bekarları
evlendirmeyi emreden ayetler ise yalnız velilere değil İslam
toplumuna hitap etmektedir. Hanefiler velisiz nikah olmayacağını
bildiren hadislerin zayıf, hatta bazısının mürsel
olduğunu ortaya koymuş ve velisiz evlenme konusunda "Bekar
kadının kendini evlendirme hususunda velisinden daha fazla hak
sahibi olduğunu" bildiren Ebû Davud hadisine dayanmışlardır.
Çoğunluğun delil olarak aldığı hadisleri sahih
kabul etsek bile, bunların nedb'e (bk. "müstehap",
"mendub" maddeleri) de ihtimali vardır. Onun için akıllı
ve ergin kadının evlenmesinde velinin bulunması vacib
değil mendub hükmündedir.
Evliliğin Tek Kişi Tarafından
Akdedilmesi:
Evlilikte tek kişinin asîl veli veya vekil sıfatıyla
iki tarafı birlikte temsil ederek, şahitlerin önünde akdi
meydana getirmesi mümkün ve caizdir. Şu durumlarda temsil tek
kişide toplanır:
1. Bir kimsenin her iki tarafın velisi olarak
hareket etmesiyle akit oluşur. Bir dedenin veli olarak oğlunun küçük
yaştaki oğlunu, diğer oğlunun yine küçük yaştaki
kızı ile evlendirmesi gibi.
2. Asil ve veli sıfatının tek
kişide toplanması. Veli durumunda amca oğlunun,
amcasının kızını kendisine nikahlaması
gibi.
3. İki tarafın vekaletinin tek kişide
toplanması mümkündür. Ukbe b. Amir (r.a)'den rivayete göre, Hz.
Peygamber bir adama "Seni filanca kadınla evlendirmeme razı
mısın?" diye sordu. Adam "Evet" dedi. Kadına
da "Seni filanca erkekle evlendirmeme razı
mısın?" diye sordu. Kadın da; "Evet"
deyince, onları birbiri ile evlendirdi (Ebû Davud Nikah, 31).
4. Asil ve vekil sıfatlarının tek
kişide toplanması mümkündür. Abdurrahman b. Avf (r.a), Ümmü
Hakîm (r.anha)'ya "Evlenmek için bana yetki veriyor musun?"
diye sordu. Kadın "Evet" deyince de; "Seni kendime nikahladım"
dedi (Buharî, Nikah, 37).
Şafiîler yalnız iki tarafın velisi
sıfatıyla, bir kişinin iki tarafı temsil
edebileceğini söylerler (eş-Şirbînî, Muğnîl-Muhtac,
Mısır (t.y.), III,168; el-Kasanî, a.g.e., II, 231; el-Mevsılî,
el-İhtiyar li Ta'lîlil-Muhtar, III, 97 vd.).
Nikah Akdinde Özel Şartlar Belirlemek:
Evlilik akdi yapılırken eşlerden birisi
diğerini yük altına sokacak bir şart öne sürse ve karşı
taraf da bunu kabul etse, böyle bir şart bağlayıcı
olur mu?
1. Akdin niteliği ile bağdaşan ve
şer'î hükümlerle çelişmeyen sahih şart, nikah akdinde
karşı tarafı bağlar. Mesela kadının, koca
evinde, kocasının ailesi veya kuma olmaksızın
oturmayı, yahut kadının ailesi izin vermedikçe sefer
mesafesinden uzak beldeye göç edilmemesini şart koşması,
kocayı bağlar. Çünkü bu gibi şartlarla evlilik akdi
bağdaşır niteliktedir.
2. Akdin niteliği ile bağdaşmayan veya
şer'î hükümlerle çelişen fasit bir şart
belirlenmişse, evlilik akdi geçerli olur. Fakat yalnız
şart batıl olur. Eşlerden birisi için muhayyerliği
şart koşmak gibi.
Şartla ilgili bir yasak bulunursa, böyle bir
şartı yerine getirmek mekruh olur. Evleneceği erkeğin,
ilk eşini boşamasını şart koşmak gibi. Hz.
Peygamber (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Bir
kadın için, kocasından kumasını boşamayı
istemesi helal değildir" (Ebû Davud, Talak, 2).
Evliliğin hükümlerinden olan, eşlerin
birbirinin cinsel yönlerinden yararlanması ve kadının
nafaka hakkı gibi vazgeçilmez özlük haklarını ihlal
eden şartlar da geçersizdir. Sadece ev hizmetlerini yürütmek veya
kadının maişetini sağlamamak şartıyla
evlenmek gibi (bk. İbnül-Hümam, a.g.e., III, 107 vd.; Zeylaî,
Tebyînül-Hakaik, II, 148; İbn Abidîn, a.g.e., II, 405;
ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslamî ve Edilletüh, Dimaşk
1405/1985, VII, 45).
Evliliğin Sıhhat Şartları:
Evliliğin geçerli olması için şu şartların gerçekleşmesi
gerekir:
1. Eşler arasında sürekli veya geçici bir
evlenme engeli bulunmamalıdır. Bain talakla boşanıp
iddet beklemekte olan kadını nikahlamak, biri kadın
diğeri erkek olduğu takdirde birbirine haram olacak derecedeki
iki hısımı bir nikah altında toplamak gibi. Bu
durumlarda nikah fasit olur. Eğer kadın erkeğe ebedî
olarak haram olan hısımlardan ise, akit ittifakla batıl
olur. Artık bu bir meydana gelme şartı sayılır.
Kız, kız kardeş, hala veya teyze ile evlenmek gibi. Buna göre,
haramlık kesin ise; bu, butlan sebebi olur. Eğer zannî olursa
fesat sebebi olur.
2. İcap ve kabul siygası geçici değil,
süreklilik bildiren bir uslûbla ifade edilmelidir. Evlilik belli bir
süre için yapılmışsa akit batıl olur. Erkeğin
kadına "Bir ay süreyle senin cinsel yönlerinden yararlanayım"
veya seni bir ay veya bir yıl yahut bu beldede oturduğu sürece
kendime nikahladım" dese, kadın bu teklifi kabul edince
birincisi "mut'a", ikincisi "muvakkat nikah" adını
alır (bk. "Mut'a" nikahı).
3. Evlilik akdi sırasında iki şahidin
bulunması sıhhat şartıdır. Veli
dışında iki şahit bulunmadıkça akit geçerli
olmaz.
Delil şu hadislerdir: Hz. Aişe (r.anha),
Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Bir veli ve iki adaletli şahit olmadıkça nikah
olmaz" (Ebû Davud, Nikah, 19; Darimî, Nikah, 11); "Şahitler
bulunmadıkça nikah olmaz" (Buharî, Şehadat, 8); Dört
kimsenin hazır bulunmadığı evlilik ancak
fuhuştur. Bunlar; evlenecek olan erkek, kızın velisi ve iki
şahittir" (eş-Şîrazî, el-Mühezzeb, II, 42). Akit sırasında
şahit bulundurulmasını bildiren ayet evlilik akdini de
kapsamına alır (el-Bakara, 2/282).
Akitlerde şahit, genellikle anlaşmazlık
halinde tarafların haklarını korumada ispat
kolaylığı sağar. Evlenme akdi de eşlerin lehine
ve aleyhine hukuki sonuçlar meydana getiren bir akittir. Mehir, nafaka
yükümlülüğü, nesebin sabit olması, sihrî hısımlığın
meydana gelmesi bunlar arasındadır. Diğer yandan evlilik
akdinin alenen yapılması ve akit sırasında
şahitlerin bulunması, eşleri zina töhmetinden korur.
Evlenme Şahidinde Aranan Nitelikler:
Evlenmede şahidin fonksiyonu, evlenmeye
ilişkin icap ve kabulü işitmek ve anlamaktan ibarettir. Bunun için
şahitlerin aynı yerde ve birlikte bulunmaları gerekir.
Ayrı ayrı yerlerde veya aynı yerde olmakla birlikte,
birbiri ardından evlenme iradelerine şahit olan kimselerin
şahitlikleri geçerli sayılmaz.
Şahitte aranan nitelikler şunlardır:
a. Şahit akıllı ve ergin
olmalıdır. Akıl hastası veya küçük çocukların
şahitliği yeterli değildir.
b. Şahitlerin iki erkek veya bir erkek iki
kadın olması gerekir. Tek şahitle nikah geçerli olmaz.
Çünkü hadiste "Bir velî ve iki adaletli şahit olmadıkça
nikah olmaz" buyurulmuştur (Ebû Davud Nikah, 19). Allah
Teala şöyle buyurur: "Erkeklerinizden iki şahit tutun.
Eğer iki erkek bulunmazsa, bu takdirde razı
olacağınız şahitlerden bir erkekle iki kadın
yeter" (el-Bakara, 2/282).
İmam Şafiî'ye göre bu ayet nikah akdini
kapsamaz. Kısasta ve diğer şer'î cezalarda olduğu
gibi, nikahta her iki şahidin erkek olması şarttır.
Hanbelî ve Malikîler de ayni görüştedir.
Hanefîlere göre, kadınlar nikahta taraf
oldukları gibi, bir erkek için iki kadın olmak üzere
şahitlik yapabilirler. Bunların şahitlikleri yalnız
had ve kısas davalarında unutma ve gaflet sebebiyle kabul
edilmez. Çünkü hadler şüphe ile düşer (bk. es-Serahsî
el-Mebsût, Mısır 1324-1331/1906-1912, V, 32, 33; ez-Zühaylî,
a.g.e., VII, 74, 75; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 208, 209).
c. Şahit hür olmalıdır.
Hanbeliler dışındaki çoğunluk,
şahitlerin hür olması gerektiğini söylerler. Hanbelîlere
göre ise, köle diğer haklar konusunda şahitlik
yapabildiği gibi nikahta da şahit olabilir. Çünkü bunu
yasaklayan bir ayet, hadis veya icma yoktur (ez-Zühaylî, a.g.e., VII,
75).
d. Müslüman olmalıdır.
İki tarafın müslüman olduğu bir
evlenmede her iki şahidin de müslüman olması gerektiğinde
görüş birliği vardır. Çünkü gayri müslimin müslüman
üzerinde velayet hakkı yoktur (bk. en-Nisa, 4/141; el-Kasanî,
a.g.e., II, 253). Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, iki taraf veya yalnız
kadın ehl-i kitaptan olursa şahitler de ehl-i kitaptan olabilir.
e. Çoğunluk fakihlere göre, görme yeteneği
şart olmayıp, işitme ve anlama yeteneğinin
bulunması şarttır. Bu nedenle şahidin nikah akdinde
konuşulan sözleri anlaması gerekir. Çünkü
şahitliğin amacı budur. Aksi halde şahit, bir söz
kesme veya nişan merasimini nikah akdi sanabilir. Bu da toplumda
yanlış anlamalara neden olur.
f. Şahitler evlenecek kimselerin usûl, fürû
veya diğer hısımlarından olabilir. Buna göre, ana,
baba, dede ve nine ile, eşlerin oğul veya kızları nikahta-yukarıda
belirtilen niteliklere sahip iseler-şahit olabilirler. Çoğunluğa
göre bu hısımlardan birisi veli olarak akde
katılıyorsa şahit sayılmaz (el-Kasanî, a.g.e., II,
253, 254; el-Fetaval-Hindiyye, I, 267, 268).
g. Hanefîlere göre, şahitlerin adaletli
olması şart değildir. İki fasık şahidin
şahitliği de yeterlidir. Çünkü fasık veli olmaya ehildir
(bk. "Fasık" maddesi). İmamiyye Şîası da
bu görüştedir. Hatta İmamiyye mezhebine göre, nikahta
şahit bulundurma, akdin sıhhat şartı değil,
menduptur. Onlar sürekli nikahta şahit bulundurma, ilan ve açığa
vurmayı müstehap sayarlar. En sağlam görüşe göre, kadın
reşid, ergin olunca iki şahit ve velinin hazır
bulunması şart değildir (bk. el-Muhtasaru'n-Nafi' fî Fıkhıl-İmamiyye,
Darul-Kitabil-Arabî, Mısır (t.y), s. 194).
>>>>>
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.