Niyabet
Niyabet
Birinin yerine geçme, vekillik. Hükümdar ile
yönetilen yerlerde, hükümdarlık makamının
boşalması veya hükümdarların küçük yaşta
olması veyahut hastalık gibi sebepler dolayısıyla hükümdarlık
görevinin başka birisi veya seçilen bir meclis heyeti tarafından
görülmesi anlamında "niyabet" tabiri kullanılmaktadır.
Kısaca "herhangi bir görevde başkasına vekalet etmek"
demek olan "niyabet", pek çok devlette makam ismi olmuştur.
"Niyabet-i Saltanat" adıyla bir makama Büyük
Selçuklularda rastlanmamakta ise de, Anadolu Selçuklularında bu
makam görülmektedir. Anadolu Selçukluları'nın bunu Eyyûbîler'den
almış olmaları muhtemeldir. Bu makamda bulunan kişiye
"Naib-i saltanat" adı veriliyordu. Bu naibin görevi,
hükümdarın devlet merkezinde bulunmadığı durumlarda
ona ait devlet işlerine bakmak idi. Saltanat naiblerinin alameti
olarak kendilerine altın kılıç verilirdi (İ.Hakkı
Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına
Medhal, Ankara 1984, s. 93).
Aynı dönemde Anadolu Selçuklularında "Niyabet-i
Hazret" adıyla diğer bir niyabet makamı vardı.
Anadolu Selçukluları, Moğolların egemenliğine
girdikten sonra Konya'da Selçuklu Sultanı'nın naibinden başka
Moğolların da orada bulunması gerekli görülmüştü.
Bu Moğol naibi, ülkedeki bütün gelişmelerden Moğol
Kağanı'nı haberdar ederdi.
Memlûklülerde ve Anadolu Selçuklularında
olduğu gibi İlhanlılarda da "Niyabet-i Saltanat"
makamı vardı ki, derecesi vezirle eşit, hatta bazı
hallerde ondan üstün idi. Naib-i saltanat olacak kişinin ehliyetli,
dürüst, güvenilir ve adil olması başlıca
şartlardandı. Bu kişinin görevleri arasında, hiç
kimseye zulüm etmemek, devlet düzeninin sağlanmasına çalışmak,
ülkedeki bütün olaylardan haberdar olarak vezirlerle beraber meselelere
çözümler bulmak sayılabilir (Uzunçarşılı, a.g.e.,
s. 207).
Memlûklülerde sultanın vekili olarak iş gören
bu naiblere "Naib-i Kafil", "Naibü'l-Hazre",
"Kafilü'l-Memaliki'l-İslamiyye" gibi adlar verilmiştir.
Vezaret makamına ait salahiyet alınarak bu niyabet vazifesi
ihdas edilmiştir. İlk defa bu "Niyabet-i Saltanat'' makamını
ortaya çıkaran, birinci Memlûklü hükümdarı Melik Muiz Aybek
idi. Memlûklülerde naibler adeta ikinci bir sultandı. Büyük
imtiyazlara sahipti. Üstlendikleri görev itibariyle bu naibler, Osmanlılardaki
vezir-i a'zama benzemekteydi (Uzunçarşılı, a.g.e., s.
349).
Osmanlılarda "naib-i saltanat",
saltanat vekili manasında sadrazamlar hakkında
kullanılırdı ki, padişahın vekili demekti.
Osmanlılarda naiblik (niyabet) müessesesi bu
anlamda uzun süre devam ettikten sonra, Cumhuriyet devrinde şer'î
mahkemelerin ortadan kaldırılmasıyla bunlar da ortadan
kalktı. Aynı zamanda bu tabir Osmanlılarda başka
anlamları da taşıyordu. Mesela, namazlarda imamet
şer'an sultana ait idi. Ancak onun izni ile bu görev imam tarafından
yapıldığı için, imam bu durumda sultanın naibi
kabul ediliyordu (C.B., Naib" mad., İA., IX, 51).
Öte yandan, kazasker veya kadıya vekaleten
şer'î iş ve davaların naib sıfatıyla görülmesi
anlamında da "niyabet" kelimesi kullanılmaktaydı.
(Ayrıca "Naib" maddesine bakınız).
Mefail HIZLI
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.