Nusayrilik
Nusayrilik
Çoğunluğu Suriye'de yaşayan
aşırı bir Şiî-Batinî fırkası. Bunlara günümüzde
Numeyrîler ismi de verilmektedir. Nusayrî isminin ise geçmişte
kalan bir isim olduğunu ve fırka kurucusuna nisbeten bu ismin
verildiğini ileri sürerler. Fırkanın ismini, kurucusu olan
Muhammed b. Nusayr en-Nemiri'ye (270/883) nisbeten aldığı
bilinmektedir. Zaten itikadi fırkaların hemen hemen bir çoğunun
kurucularına nisbeten tanındıkları ve buna uygun isim
aldıkları bilinen ve sık rastlanan bir durumdur.
Batinî karakterli fırkalarda ortak olarak görülen
husus, bunların genel olarak çift hayatları olmasıdır.
Yani birisi, kendi içlerinde ve çevrelerinde yaşadıkları
ve yaşattıkları hayat seyri, diğeri de toplum içinde
yaşamaları itibariyle toplumsal hayatlarıdır.
İşte Nusayrilik de genel anlamda bu özellikleri taşımakla
birlikte, batınî fırkalar arasında, önemli eserlerinden
bir kısmı elde edilebilmiş ve dolayısıyla görüşlerine
vakıf olunabilmiş fırkalardan birisi olma özelliğini
taşımaktadır.
Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiî-İmamiyyenin
onuncu imamı Ali en-Nakî'nin hayatında onun tarafından gönderilmiş
bir peygamber olduğunu iddia ediyor; onun hakkında
aşırı görüşler ileri sürerek tenasuhtan söz
ediyordu. Onun ilahlığını söylüyor ve haramları
helal kılıyordu. Bir rivayete göre de, İbn Nusayr,
İmamiyye'nin onbirinci imamı Hasan el-Askeri'nin (260-873)
"bab"ı olduğunu ileri sürmüş ve onun
vefatıyla da oğlu Muhammed b. el-Hasan'ın mehdiliğini
kabul etmiştir (E.Ruhi Fığlalı, Çağımızda
İtikadi İslam Mezhebleri, s. 143, en-Nevbahtî, Fırakuş-Şî'a,
nşr. M.Sadık, Necef 1936, s. 193).
Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış
bulunan Nusayriler, Karmatilerin 291 (903) yılında Suriye'yi ele
geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye'de kalırken bir
diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler.
Özellikle Nusayrilik Hamdanilerin Suriye'ye egemen olmasıyla bu dönemde
büyük bir güç kazandılar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe
girmiş ve yaygınlaşması için uğraşmışlardır.
Selçuklular döneminde Malazgirt savaşını (463/1071)
takiben de Nusayriler Antakya'yı ele geçirmişlerdi.
Frankların 492 (1098) yılında bölgeyi işgal etmeleri
üzerine bir süre onların hakimiyetleri altında kaldılar.
Haçlı seferleri esnasında Haçlı ordularına
yardım etmiş ve müslümanların aleyhinde Hristiyanlara
destek olmuşlardı. Bundan dolayı Selahaddin Eyyubî tarafından
cezalandırılmışlardır. Aynı şekilde
Memluklular aleyhinde Moğollara yardım ettikleri için Memluklu
Sultanı Baybars'tan da baskı gönnüşlerdi. Nusayriler, bölgede
sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar,
İsmaililer ve Moğollar'dan sonra Yavuz Sultan Selim'in 922
(1516) yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye'yi ele geçirmesi
ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını
sürdürürler. Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı
Döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli
faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her
inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği müsamaha anlayışı
ve tavrı gösterilmektedir. Zira, Osmanlı Devleti, bu
tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici
bir felsefesi olarak telakki etmekte idi. Zaman zaman Osmanlılara
karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları
resmen bir mezheb olarak kabul etmişti.
Bugün Suriye'de çeşitli bölgelerde, Hatay,
Tarsus, Adana, Fırat boyları ve Lübnan'da yaygın olarak
yerleşmiş bulunan Nusayrilerin sayısı bir
kısım araştırmacılara göre yaklaşık
325-400 bin kişi civarındadır (L.Massignon,
"Nusayriler" Maddesi, İ.A.) Bir kısım
araştırmacılara göre ise, yalnız Hatay Bölgesi'nde
yaklaşık yüz kırk dokuz bin Nusayri bulunmaktadır
(Ahmet Turan, Les Nusayris de Turquie dans la Religion d'Hatay, Doctorat
de III e cylcle Paris 1973, s. 21).
Diğer bir çok itikadî fırkada olduğu
gibi Nusayrilik de kendi arasında çeşitli fırkalara
ayrılmıştır. Bunlar genel olarak dört kola ayrılmışlardır
ki, bunlar; Haydariyye, Şimaliyye (veya Şemsiyye) Kilaziyye
(veya Kameriyye) ve Gaybiyye'dir. Ancak bunlar, esas itibariyle,
Şimafiyye ve Kıbliyye olmak üzere iki ana kol halinde yaygınlık
kazanmışlardır.
Nusayrilerin itikadi görüşlerine gelince:
Bunların görüşleri kısmen İslam'dan
kaynaklanmış olsa da ağırlıklı olarak
batıni tevillere dayanmakta ve hatta zaman zaman hristiyan kültürünün
etkisi görülmektedir. Hüseyin b. Hamdan el-Hasıbî'nin (346 veya
358/957 veya 968) Kitabül-Mecmû'u ile önce nusayri iken daha sonra
hristiyan olan Adanalı Süleyman Efendi'nin
Kitabul-Bakürati's-Süleymaniyye fi Keşfi Esrari'd-Diyanati'n-Nusayriyye
isimli eserleri Nusayriliğin itikadı ile ilgili önemli bilgiler
ihtiva ederler.
Bir çok itikadi fırkada gördüğümüz gibi,
fırkaların görüşlerini temel bazı hususlar
teşkil etmekte ve diğer görüşler bu görüşün etrafında
odaklanmaktadır. Nusayrilerin görüşlerinin temelini de Hz.
Alinin ilahlaştırılması teşkil etmektedir. Bundan
dolayı Nusayriler Şia fırkaları arasında gulat
kısmından telakki edilmektedir. Bu fırkanın bütün
kollarına göre Hz. Ali mabudtur, tanrıdır. Yüce Allah
için sayılan sıfat ve özellikler Hz. Ali için sayılmaktadır.
O nurun nurudur, ilahi zatı itibariyle gizlidir. O manadır. Görünüşte
imam olmasına rağmen, batını cihetiyle O,
Allah'tır. Buna göre onların şehadet kelimesi "Ben
Ali'den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim
"şeklindedir.
Bu anlayışa göre Ali, Tanrıdır.
Kendi ruhundan Muhammed'i, O da Selman-ı Farisî'yi yaratmıştır.
Ali "mana", Muhammed "isim", Selman ise
"bab"dır. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin)
sembolleriyle ifade edilir. Bu üçlü sembolize sistemi Süleyman Hasbi
tarafından Hristiyanlıktaki "Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs"
sistemiyle açıklanır. Ayrıca Selman'dan sonra beş
tane de eytam vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat
olayları ve zelzeleyi yürütür), Ebû Zerril-Gifaril-Gifari (Yıldızların
hareketini idare eder), Abdullah b. Revaha (Canlıların
hayatlarıyla uğraşır), Osman b. Maz'un
(Rızık ve hastalıklarla uğraşır) ve Kanber
b. Kadan ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam,
aynı zamanda beş büyük yıldızdır.
Tenasüh ve ruh göçüne inanırlar. Onlara göre,
insanlar ilk kez semavî varlıklar olarak
yaratılmışlar; fakat düşüşlerinin bir sonucu
olarak bu günkü şekillerini kabullenmek zorunda
kalmışlardır. Sürekli tenasüh ve ruh göçü, insanların
tekrar semavi varlıklara dönmesiyle son bulacaktır. Yine Hz.
Ali (r.a)'in yıldızların prensi olduğunu ve güneş
veya ay ile cisimlenmiş bulunduğuna inanırlar.
Kendileri Ali'nin uluhiyyetine inanmak ve onun yüceliğinin
nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Aliye inanan
Nusayrilerin ruhla, hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek
nurlar alemine yükselir. Nusayri olmayanların ruhları ise,
hayvan cesetlerine girer. Onlara göre kadınların ruhları
yoktur. Şeytanlar insanların günahlarından, kadınlar
da şeytanların günahlarından
yaratılmışlardır. Bu bakımdan kadınlara
onların mezheblerinin sırları açıklanmaz. Bu
taassuplarından ötürü Fatıma'nın ismini
kullanmayıp, metinlerinde bu kelimenin müzekkeri olan Fatır'ı
kullanmayı tercih ederler. Ayrıca onlara göre, diğer
halifelerle birlikte bir kısım sahabe ile Muaviye, Yezid ve
Haccac da şeytanın sembolleridir ve lanetlidirler.
Tanrı olarak kabul ettikleri Ali'nin
bulunduğu yer konusunda iki gruba ayrılırlar. Haydariler'e
göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed'i, ay da Selman'ı temsil
eder. Ali güneşte oturmaktadır. Bu yüzden bunlara "Şemsiler"
de denilmektedir. İkinci kol olan Kilaziler'e göre ise Ali'nin yeri
ay'dır. Bu yüzden bunlara da "Kameriler" ismi
verilmektedir.
Onlara göre şarap, uluhiyyetin sembolüdür.
Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan
üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.
İslamın beş şartı ise şöyle
bir tevil esasına göre anlaşılır:
1. Şehadet: Nusayriliğe girişte
yukarıda sözü edilen şehadet kelimesi tekrar edilir. Sonra da
"Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından,
Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından
olduğuma şehadet ederim" şeklindeki söz söylenir.
2. Namaz: Namaz sesle yapılan bir ibadet olup,
sadece duadır. Namazın başında "Ali, Muhammed ve
Selman'ı yüceltiriz" demek, namazı eda etmek olarak
anlaşılır. Namaz Ali'ye açılan bir kalbin niyazı
olarak anlaşıldığından ferdi yapılır,
ancak, bayram ve mukaddes günlerde cemaat hafinde de yapılabilmektedir.
Namazdan önce abdest alınmaz. Namazın şartları
beştir:
a) Beş seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fatır,
Hasan, Hüseyin ve Muhsin'dir.
b) Gülmeden ve konuşmadan dua etmek,
c) Namazı, Abbasi rengi olduğu için siyah
takkesiz kılmak,
d) İbadeti başkaları görmeden gizli
yapmak,
el Namazı, "Ey Yüce, Büyük ve Arıların
Efendisi Ali, bize merhamet et" diyerek bitirmek.
Namazın sayısı yine beştir ve
beş masuma tahsis edilmiştir. Namazda Mekke'ye dönmek şart
değildir. Öğleye kadar güneşin doğuş yönüne,
öğleden sonra ise batıya doğru yönelinir.
3. Oruç: Oruç, Resulullah'ın babası
Abdullah b. Abdulmuttalib'in sessizliğini temsil eder. Buna göre
Ramazan Abdullah, Kur'an Hz. Muhammed'dir. Ramazan günleri ise,
Nusayrilerin kutsal kişilerini temsil eder.
4. Zekat: Zekatın manası dini öğrenmek
ve aktarmaktır. Her aile malî şartlarına göre, şeyhe
para vermek zorundadır. Bu zekat yerine geçer.
5. Ziyaretler: Ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar
beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret
yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu
anlayışları eski Fenikelilerden kalan bir inançtır.
Nusayrilerde, şeyhler tabir edilen din
işlerini organize eden dört ayrı sınıf vardır
ki, bunlar onlara göre büyük önem arzetmektedir.
Bunları da sırasıyla şöyle sıralayabiliriz;
A- Büyük Şeyh: Ali'nin yeryüzündeki gölgesi
durumunda olup, geniş ve büyük bir otoritesi vardır.
İnsanüstü gücü bulunduğuna inanılır, bu yüzden
büyük itibar görür. Vazifesi, şeyh ve imam adaylarını
seçmektir. Her bölgede ancak bir büyük şeyh bulunur.
B- Şeyh: Cemaatın manevi önderleri durumunda
bulunan şeyhlerin sayıları çoktur ve atalarının
melekler olduğuna inanılır. Melekler onlara hulul
etmiştir. Ahiret aleminde şefaat hakkına sahiptirler.
Merasim ve ziyaretleri idare edip, hastalara dua ederler, onlardan izinsiz
doktora bile gidilmez. En güzel ve zengin kızlarla evlenirler ve
evleri herkese açıktır. Şeyh olabilmek için şeyh
ailesinden gelmek şart olduğu gibi geniş bir kültüre de
sahip olmak zorunludur.
C- Nüvvab: Bir nevi şeyh
yardımcısı durumundadırlar. Şeyh olabilmeleri büyük
şeyhin kararına bağlıdır. Bunun için geniş
bir tecrübeden geçmesi gereklidir, şeyh olabileceği
kanaatı oluşuğunda bir başka bölgeye şeyh olarak
atanır.
D- İmam: Daha alt tabakadan görevlilerdir.
Nusayriliğe giriş bir kaç merhaleden oluşmaktadır.
Kadınlar bu mezhebe giremezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler.
Giriş için, esas şart ana-babanın Nusayri
olmasıdır. Erkek, sağlığı yerinde, 8-10
yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya
kalsa bile sır saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta olmak da
Nusayriliğe giriş için gerekli şartlardandır.
Nusayriliğe giriş genel olarak üç
merhaleden oluşmaktadır.
Sırasıyla bu merhaleleri görmeye çalışalım;
Birinci merhale: Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu
babası, güvendiği bir nusayriye götürür ve ona tavassut
etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek
onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve
şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır
verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini
sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir müslüman intibası
bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen
göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan
geçmektedir.
Bu ön hazırlık safhasından sonra
çocuk, "Meşveret Cemiyeti" adı verilen bir
toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya
ileri gelen bir nusayrinin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır
ve nefsini alçaltma, itaatkar olmanın bir nişanesi olarak,
şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını
başına koyar. Uluhiyyet sembolü olan bir kadeh şarabı
içtikten sonra, o, "Abdu'n-Nur" (Nurun kulu) adını
alır. Bu arada a(ayın), m(mim), s(sin) harfleri, manaları
anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve
ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.
İkinci merhale: İlk merhaleden kırk gün
sonra yapılan bu toplantının adı "Melik
Cemiyeti"dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdır.
Nakib, çocuğa tekrar bir kadeh içki sunar ve a(ayın), m(mim),
s(sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her
gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada
"Kitabül-Mecmu" dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.
Üçüncü merhale: Bu ikinciden daha görkemlidir.
Nusayriliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya
şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halkdan
birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan
bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük
şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakib, solunda ise
necîb vardır. Bu şekil aynı zamanda a(ayın), m(mim),
s(sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil
etmektedir. Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki
kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer
almaktadır. Bu kişiler Kitabul-Mecmu'un beş defa tekrar
edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam
tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de
onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari
önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da
alır ve böylece uluhiyyete erilmiş olur.
Nusayrilere göre kutsal kabul edilen bayram ve
merasimler şunlardır:
1. Fıtr (Ramazan) 2. Adha (Kurban) 3. Gadîr (18
Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi imam tayin ettiğine
inanılan gün) 4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hristiyanlarla
Hz. Muhammed arasındaki lanetleşme olayı) 5. Firaş
(29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettiği gece Hz.
Ali'nin O'nun yatağına yatması) 6. Aşüre (10
Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela'da ölmemiş, Hz.
İsa gibi göğe çekilmiştir). 7. 9 Rebiulevvel (Hz.
Ömer'in şehid edildiği gün) 8. 15 Şaban (Selman'ın
ölümü) 9. Nevruz ve Mihrican bayramları 10. 24/25 Aralık
gecesi Hz. İsa'nın doğumu ve "son yemek" ayini.
Onlar bayramlarda özellikle uluhiyyetin sağlanması
için şarap içer ve buhur yakarlar. Onlara göre bu hareket bir
uluhiyyet göstergesidir. Zira şarap kutsaldır.
Nusayriler, burada görüldüğü üzere,
kendilerince kutsal kabul ettikleri bir takım bayram ve merasimlere
çok bağlıdırlar ve bunları dikkatlice icra ederler.
Zira bir çok batıl fırkada görüldüğü gibi, onlar kendi
otorite ve ağırlıklarını ancak bu şekildeki
resmi ve görkemli merasimlerle ve mensupları huzurundaki söz
vermelerle sağlamaktadırlar. Yani bunun ancak ve ancak kollektif
şuurla sağlanabileceği kanaatindedirler. Kollektif
şuur, bir bakıma oldukça önemli ve zaman zaman da kullanılması
lüzumludur. Ancak, bunun bir taassup ve hedef şeklinde
kullanılması yanlış kanaat ve izlenimlere götürmektedir.
İslamda da bir takım merasim ve kollektif şuura götüren
vesileler vardır, fakat bunların hiç birisinde esas itibariyle
bir aşırılık gözlenmediği gibi daima itidal
tavsiye ve tasvib edilmiştir. Ayrıca akıl ve mantık
ölçüleri hiç bir şekil ve surette ihmal edilmemiştir.
Önemli olan da budur ve bu tür merasimlere taassup ve ifrat-tefritin karışmamasıdır.
Ve bu tür merasimlerin hiç bir şekilde hedef ve amaç olarak
görülmemesidir.
Nusayrilerin buraya kadar anlatılan
inanış, davranış, hal ve hareketleri dikkatlice
izlenip gözönüne alındığında, bu mezhebin söz
konusu bölgelerde zaman süreci içinde hüküm süren eski dinler ve
inanışlardan, özellikle totemcilikten, Sabiîlik'ten,
Mecusîlikten, Musevilik ve Hristiyanlıktan ve ilkel
inanışlardan oldukça büyük oranda etkilendiğini görmek
ve müşahede etmek mümkündür. Bu inanış biçimi ve
tezahürleri aynı zamanda batınilik perdesi ile de örtülerek
bir gizlilik içinde, takdim edilmiştir. Zira, sözü edilen tutarsız
görüş ve inanç biçimleri ancak bu şekilde idame
ettirilebilmiştir. Dikkat edilirse mezhebe ilk girenden, ilk
alınan söz, sır saklama hususudur.
Şu ana kadar inançlarını özetlemeye
çalıştığımız Nusayriler, aslında inançlarını
son derece gizli tutarlar. Öyle ki, büyük bir çoğunluğu inançların
tamamı ve sırları hakkında bilgi sahibi olamazlar. Bu,
ancak seçkin bir zümreye aittir. Öğretiler uzun bir üyeliğe
kabul süreci içinde öğretilir. Bu, ancak uygun görülen 19 yaşına
basmış erkekler için başlar. Sırlarını,
başkalarına açma korkusuyla kadınlara öğretmedikleri
gibi, kadınlar ayinlere de katılamazlar. Üyeliğe kabul töreni
masonların üyeliğe kabul törenlerine
şaşırtıcı bir biçimde benzemektedir.
Nusayrilere Fransız işgalcileri Eylül
1920'de Alevî ismini verdiler. Böylece Hz. Ali (r.a)'nin ismini
kullanarak İslamı yıkmak daha kolay olacaktı.
Dolayısıyla o günden bu güne Alevî ismiyle çağrılmayı
tercih ettiler. İran'daki Bahailer ve Pakistan'daki Kadiyaniler
gibi Nusayriler de emperyalistlerin çıkarları
doğrultusunda kendilerine düşen rolü layıkiyle
oynamışlar ve bu gün Suriye'de bu rollerini oynamaya devam
etmektedirler.
Bu gün Suriye bu insanlar tarafından idare
edilmekte olup, tarih boyunca Müslümanları devamlı
katletmişlerdir. Sadece 1982 yılında Hama şehrinde gerçekleştirdikleri
katliamda otuz bin sivil insan şehit olmuştur.
Sonuç olarak; gerçekte bir mezhep gibi görünmesine
rağmen Nusayrilik, ne Hristiyanlıkla, ne Yahudilikle, ne de
İslam ile ilgisi olmayan; gerek inanç, gerekse ibadet yöntemleriyle
ayrı bir din olarak ortaya çıkmaktadır. Bunların kafir,
müşrik, mülhid olduklarında bütün Ehl-i sünnet ve Şia
uleması ittifak etmiştir. Hatta İbn Teymiyye, bunların
kestiklerinin yenilemeyeceğini, kadınlarının nikah
edilemeyeceğini söyledikten sonra; mürted olduklarından Cizye
ödemekle hayat hakkına sahip olamayacaklarını
bildirmektedir.
Nusayrilik bu tepkiyi görmesine rağmen bir ara Lübnan'daki
İmamiye mezhebi mensupları tarafından Şiî bir mezhep
olarak kabul edildi. Nusayrîler Suriye halkının dörtte biri
olmalarına rağmen 1971'den beri ülke yönetimine hakim olmuşlardır.
Böylelikle yirmi yıldır bütün ülke diktatör hafız Esad
tarafından baskı altında tutulmaktadır.
Abdürrahim GÜZEL
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.