Rakabe
Rakabe
Boyun, köle, cariye, boyunun arka tarafından kökü;
keman veya ud kulpu; gayri menkuller hakkında kuru mülkiyet. Çoğulu
"rikab", "rakab", "erkub" ve
"rakabat"tır. Kur'an-ı Kerim'de çeşitli
vesilelerle köle azadı teşvik edilmiştir (bk. "köle"
mad.). Bir mümini yanlışlıkla öldürenin cezası
ayette şöyle belirlenir. Bir müminin diğer bir mümini yanlışlık
dışında öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini
yanlışlıkla öldürürse mümin bir köleyi azad etmesi ve
ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Eğer
onlar bu diyeti sadaka olarak bağışlarlarsa bu durum müstesnadır.
Eğer öldürülen bir mümin olmakla birlikte size düşman bir
topluluktan ise, o zaman öldürenin mümin bir köle azat etmesi gerekir.
Eğer kendileriyle aranızda bir antlaşma olan bir kavimden
ise, o zaman mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mümin
bir köle azat etmek vardır" (en-Nisa, 4/92).
Yemininden dönen kimsenin kefaretinde de köle azadı
söz konusudur: Allah sizi bilinçsiz dil alışkanlığı
olarak yaptığınız yeminlerinizden dolayı
(lağv yemini) sorumlu tutmaz, fakat bilinçli yaptığınız
yeminler yüzünden sorumlu tutar. Bunun da keffareti ailenize yedirmekte
olduğunuzun ortalamasından on yoksulu doyurmak veya onları
giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Fakat kim bunları bulamazsa
üç gün oruç tutması gerekir" (el-Maide, 5/8; bk. el-Bakara,
2/225).
Zıhar keffareti olarak da köle azadı ön
görülmüştür: "Kadınlarınızdan zıhar ile
ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar için,
birbiriyle cinsel birleşmeden önce bir köle azat etmek vardır"
(el-Mücadele, 58/3; bk. Keffaret" ; "Zıhar"
maddeleri).
Köle azadının, insanı özgürlüğüne
kavuşturmanın önemine şöyle işaret edilir: "Biz
insana hayır ve şer iki yol gösterdik. Fakat o, sarp yokuşu
aşıp geçemedi. Bu sarp yokuşun ne olduğunu sana hangi
şey bildirdi? O, köle azat etmek veya bir açlık gününde
yemek yedirmek, yakınlığı olan bir yetime veya
toprakta sürünen bir yoksula. Sonra da iman edenlerden birbirlerine sabrı
tavsiye ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır. İşte
bunlar sağcılardır. Ayetlerimizi inkar edenler ise
solcuların ta kendileridir" (el-Beled, 90/10-19).
Kendilerine zekatın verileceği sekiz
sınıftan beşincisi köle azadıdır (bk. et-Tevbe,
9/60; el-Bakara, 2/ 177).
Şu ayette de "rakabe'nin çoğulu rikab,
boyun anlamında kullanılmıştır: "Bu yüzden
o münkirlerle savaşta
karşılaştığınız vakit
boyunlarını vurun! Sonunda onları güçsüz bir hale
getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı
tutun" (Muhammed, 47/4).
Hz. Peygamber'in sünnetinde köle ve cariye ile ilgili
çeşitli haklar ve düzenlemeler yer almıştır. Ban
ibadetlerin bozulması halinde köle azadı keffaret olarak
belirlenmiştir. Orucun keffaretinde bunu görmekteyiz. Ebû
Hureyre'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir adam
Hz. Peygamber'e gelerek; "Mahvoldum", dedi Hz. Peygamber'in;
"Seni mahveden şey nedir?" diye sorması üzerine;
"Ramazanda eşimle cinsel ilişkide bulundum" dedi.
Bunun üzerine Allah elçisi; "Köle azat edecek kadar mal bulabilir
misin " dedi. Adam; "Hayır" dedi. Hz. Peygamber'in
"Peşpeşe altmış gün oruç tutabilir misin?"
sorusuna; "Hayır" cevabını verdi. Bu sırada
Resulullah (s.a.s)'a getirilen bir sepet hurmayı, bu adama verdi ve
yoksullara dağıtmasını bildirdi. Adam yörede
kendilerinden daha yoksul birisinin bulunmadığını söyleyince
de; "Git bunları ailenle ye" buyurdular (Buharî, Savm,
30, Hibe 20, Nafakat, 13, Keffarat, 2-4; Müslim, Sıyam, 81; Ebû
Davûd Tahare,123, Savm, 37).
Rakabe sözcüğü bir eşyanın maddi
varlığına yani aynına malik olmayı, yani bizzat
kendisine sahip olmayı ifade eder. Buna "kuru mülkiyet" de
denilebilir. Mülk sahibinin, kendi mülkünden İslami ölçüler
içinde yararlanma hakkı vardır. Ancak bazı durumlarda
eşyadan yararlanma hakkı başkasına süreli veya
süresiz olarak devredilebilir. Bu takdirde rakabe ile yararlanma hakları
ayrı kişilerde bulunur. Bir kimsenin hem mülke hem de
yararlanma hakkına sahip olması halinde böyle mülkiyete tam
mülkiyet denir. Kişinin bir mülk üzerinde yalnız rakabe (kuru
mülkiyet) veya yalnız yararlanma hakkına sahip olması
halinde ise eksik, mülkiyet söz konusu olur. Ancak çıplak mülkiyet
er geç, menfaat mülkiyeti ile bütünleşme özelliğine
sahiptir.
Vasiyet yoluyla kuru mülkiyet şu şekilde
ortaya çıkabilir:
1. Bir kimse bir gayri menkulden yararlanma
hakkını bir şahsa belli bir süre için veya ölümüne
kadar vasiyet etse; bu mülk sahibinin ölümü halinde, gayri menkulün
çıplak mülkiyeti mirasçılara intikal eder. Lehine vasiyet
yapılan vasiyeti kabul edince, belirlenen sürede veya ölünceye
kadar yararlanma hakkı bulunur. Süre bitince veya ölüm vukû
bulunca, bu gayri menkulün yararlanma hakkı da çıplak mülkiyet
hakkı sahiplerine döner.
2. Mal sahibi, malın kökünü bir şahsa,
yararlanma hakkını başka bir şahsa vasiyet etse;
kendisinin ölümü halinde bu kimseler vasiyet edilen haklara sahip
olurlar. Önce yararlanma hakkı kullanılır. Süre bitince
veya ölüm halinde yararlanma hakkı, çıplak mülkiyet hakkı
sahibine döner. Böyle iki eksik hak, tam mülk mülkiyet hakkına dönüşür.
Kuru Mülkiyetin Özellikleri:
1. Çıplak mülkiyet sahibi, maldan yararlanamaz
ve bu malı yararlanma hakkı sahibinden başkasına
satamaz. Hanefiler dışındaki müctehidlere göre ise, başkasına
menfaat hakkı yükümlülüğü ile birlikte satabilir.
2. Çıplak mülkiyet hakkı sahibi ölünce,
bu hak mirasçılarına geçer. Başkasına temlik veya
mal zayi olmadıkça kuru mülkiyet sona ermez.
3. Çıplak mülkiyet sahibi malı telef
ederse, menfaat malikine menfaat tazmin ile yükümlü olur.
4. Mülkten yararlanmak için gerekli masraflar ve
malla ilgili vergiler menfaat malikine aittir.
Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında
rakabe mülkiyeti miri arazilerde olmuştur. Çıplak mülkiyeti
İslam devletinde bırakılıp, yararlanma hakkı
şahıslara verilen toprak türüne "miri veya memleket
arazisi" denilmiştir. Miri arazilerin büyük bölümünü,
fethedilen, fakat müslüman veya gayri müslimlere temlik edilmeyip
beytülmal için alıkonulan topraklar teşkil etmektedir.
Toprakların fetih sonrası gayri müslimlere temlik edilerek
harac vergisine bağlanması yöntemi şu gerekçe ile terk
edilmiştir: Bu takdirde arazinin malikleri öldükçe toprak mirasçılara
intikal ederek bölünecek; giderek her malikin elinde haraca bağlanması
güç, hatta imkansız olan küçük parçalar kalacaktır.
İşte bu yüzden bazı toprakların beytülmal için alıkonulması
uygun görülmüştür (Ebu Yusuf, Kitabül-Harac s. 24 vd; Ali
Haydar, Şerh-i Cedîd fi Kanunil-Arazî, İstanbul 1321, s. 35,
3. maddenin şerhi).
Mirî veya memleket arazisi statüsünün ortaya çıkışı
şu şekilde olur. Bir ülke fethedilince arazileri savaşa
katılanlara verilmeyip, beytülmal için alıkonulan veya fetih
sırasında ne şekilde işlem
yapıldığı bilinmeyen, yahut mülk araziden yani öşür
veya haraç arazisi iken maliklerinin mirasçı
bırakmaksızın ölümüyle devlete geçen ve yine mülk
arazide iken zaman aşımı ile malikleri meçhul kalan
veyahut rakabe ve mülkiyeti devlette kalmak üzere ihya olunan araziler
miri arazidir (Ali Himmet Berki, Miras ve Tatbikat, İstanbul 1947, s.
132,164; Ali Şafak, İslam Arazi Hukuku ve Tatbikatı,
İstanbul 1977; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku,
İstanbul 1983, s. 567).
Yine, tımar ve zeamet sahiplerinin ve bir aralık
mültezim ve muhassılların izin ve tefvîziyle tasarruf
olunurken; tımar ve zeametlerin H. 1255'te lağvedilmesi ile,
devlet tarafından bu iş için yetkili kılınan
kimselerin izin ve tefvizleriyle tasarruf olunup;
mutasarrıflarının ellerine tapu senedi verilen araziler de
bu niteliktedir. Bu araziler, devletin yetki verdiği kimselere, önce
toplu bir bedel, sonra da yıllık bedel ödemek suretiyle
onlardan teslim alınır ve tasarruf edilirdi.
1274/1848 tarihli arazi konunu, daha önceki toprak
statülerindeki değişikler dikkate alınarak tasarruf
edenlerin eline üstü mühürlü tapu senetleri verilmesi esasını
getirmiştir (madde,III). İslam fakihlerinin "fasit icare
akdi" olarak niteledikleri bu temlik ve tefvîz işlemi, biri
peşin ödenen diğeri de çeşitli zamanlarda "çift
akçesi, öşür, toprak kirası, mukattaa" gibi adlarla
ödenen yıllık ücret karşılığında
yapılırdı. Bu tapu bedeli de gerçekte ya peşin
ödenen veya çıkan ürünün bir bölümü ile ödenen haraç niteliğindedir.
İslam hukukçularının miri arazinin bu ilk tahsis
işlemine "fasit icare akdi" demeleri, kira süresinin
belirsiz olması yüzündendir. Ancak burada arazi sahibi, araziyi
üç yıl boş bırakmadıkça akit feshedilip toprak
elinden alınamaz.
Bu çeşit arazilerin mirasçılara intikali,
devletin çıkaracağı arazi kanunlarına göre olur.
Tasarruf hakkı sahibi toprağın çıplak mülkiyetine
sahip olmadığı için, sadece yararlanma hakkını
bir bedel karşılığında başkasına
satabilir. Bu, kiracının, kiralanan üzerindeki yararlanma hakkını
kira süresince başkasına devretmesi niteliğindedir (Ali
Haydar, a.g.e., s. 36 vd.; Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslam
Hukuku, İstanbul 1991, III, 74, 75 vd.).
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.