Rukba
Rukba
Gözetleme, bekleme, ölümünden sonra sahip olmak
şartıyla birine ev veya arazi verme; rucû şartıyla
yapılan bir bağışlama(hibe) türü. Bir kişi
diğerine "Ben senden önce ölürsem bu ev senin, sen benden
önce ölürsen benim olmak üzere bağışladım, yani
rukba yaptım" demesi ile rukba yapılmış olur.
Burada bağışlayan ve bağışlananın
herbiri diğerinin ölümünü gözetleyip bekledikleri için buna
"rukba" denilmiştir. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e
göre rukba tasarrufu, bir ariyet işleminden ibarettir. Bu malı,
bağışlanandan istediği zaman geri alabilir.
Dayandıkları delil şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s)
Umra'ya icazet verdi fakat rukbayı geçersiz saydı" (Buhari,
Hibe, 32; Müslim, Hibat, 23, 26; Nesaî, Umra, I, II, Rukba, II;
Zeylaî, Nasbü'r-Raye, IV, 128). Çünkü rukba sözü, malın mülkiyetinin
geçişini, meydana gelip gelmeme rizikosu bulunan bir işe
bağlamaktadır. Mülkiyetin naklini gerektiren akitlerde, meydana
gelip gelmeme rizikosuna bağlama caiz olmaz. Bu yüzden o, hibe (bağışlama)
akdi olarak sahih değildir. Ariyet akdi olur. Çünkü lehine rukba
yapılanın, mülk sahibinin ölümüne kadar evden yalnız
yararlanma hakkı vardır. Bu ise ariyet anlamına gelir.
Ebû Yusuf, Şafiî ve Hanbelîlere göre ise; Bağışlanan
kimse malı kabzedince, akit o bağışlama (hibe) olur.
Bağışlayanın "rukba"
sözü geçersizdir. Bunların delilleri de şu hadistir:
"Rasûlüllah (s.a.s) umra'yı ve rukba'yı
caiz gördü" (ez-Zeylaî, a.g.e., IV, 128; eş-Şevkanî,
Neylül-Evtar, VI, 12 vd.). Çünkü bağışlayanın
"Evim senindir" sözü, evin kendisini temlik etmek olup,
menfaatı (yararlanmayı) temlîk değildir. Ayrıca umra'ya
da kıyas yaparlar. Hadislerde geçen "umra" terimi şu
anlama gelir: "Bu evi sana umra kıldım" demek,
"Bu evi sana ömrüm boyunca veya senin ömrün, yahut senin hayatın
yahut da benim hayatım boyunca verdim" anlamına gelir. Umra
da, rücu şartıyla yapılan bir hibe türüdür. Ömür
sözcüğünden alınmıştır.
Bağışlayan "Ben ölünce bu ev mirasçılarıma
iade edilecektir" der. Bunların hepsi hibe niteliğindedir.
Bu ev, bağışlayanın hayatı boyunca
bağışlanana, onun vefatından sonra ise varislerine
ait olur. Burada süre sınırlaması geçersizdir. Hadiste
şöyle buyurulur: "Mallarınızı üzerlerinizde
tutunuz. onları umra yapmayınız. Bir kimse bir şeyi
umra yaparsa, o mal lehine bağışlanana aittir"
(eş-Şevkanî, a.g.e., VI, 13). Çünkü bağışlama,
malî ivazlı akitlerin aksine fasit şartla batıl olmaz.
Şart geçersiz olurken hibe akdi sürekli olarak meydana gelmiş
bulunur.
Malikîlere göre, umra caiz, rukba batıldır.
Onlara göre umra; bir akar ve benzerinin menfaatini, bir şahsa
hayatı boyunca ivazsız olarak temlîk etmektir. Bağışlanan
ölünce, mal, bağışlayan hayatta ise ona; ölmüşse
mirasçılarına döner. Rukba ise; iki kişinin hangisi
önce ölürse, onun malı diğer hayatta olana ait olmak üzere
anlaşmasıdır (es-Serahsi, el-Mebsût, XII, 89; İbn Kudame,
el-Muğnî, IV, 311).
Sonuç olarak, İslam hukukçularının
çoğunluğu umra ve rukba'ya bağışlamanın
(hibenin) icab, kabul, kabz vb. konularda özellik arz eden bir çeşidi
olmak üzere icazet verdiler. Hanefîlerle Malikîler ise rukba'y'ı
kabul etmediler, fakat umra'yı caiz gördüler (bk. el-Kasanî,
Bedayiu's-Sanayi', VI, 116, 117; el-Cezîrî, Kitabül-Fıkh
alel-Mezahlbil-Erbaa, III, 293 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslamî
ve Edilletüh, V, 8-11; Ömer Nasuhi Bilmen, İstilahat-ı
Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969, IV, 234, 23, 239).
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.