Sarf
Sarf
Ziyade, tevbe, kelimelerin şekil ve türemeleri
ilmi; yabancı parayı bozma; satış bedeli olarak
kullanılan altın, gümüş veya başka nakit
paraların kendi cinsi veya başka cinsle mübadele edilmesi anlamında
bir İslam hukuku terimi. Altını altınla, gümüşü
gümüşle veya altını gümüşle mübadele etmek gibi.
Burada altın veya gümüşün para, ziynet veya külçe halinde
bulunması, hükmü etkilemez.
Sarf akdinin kendine özgü şartları
vardır:
Mübadelenin peşin yapılması. Taraflar
birbirinden bedenen ayrılmadan önce bedelleri kabzetmeleri gerekir.
Aksi halde nesîe faizi meydana gelir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Altın altınla, gümüş gümüşle misli misline ve
peşin olarak mübadele edilir" (Müslim, Müsakat, 81; Ebû
Davud Büyü;18; Ahmed b. Hanbel, V, 314, 320); Altın ve gümüşten
her birini, hazır olmayanı peşin olan
karşılığında satmayınız" (Buharî,
Büyü', 78; Müslim, Müsakat, 75, 76; Tirmizî, Büyü', 24; Malik,
Muvatta', Büyü', 30, 34, 35; Ahmed b. Hanbel, III, 4, 51, 53).
Malik b. Evs (r.a) şöyle demiştir: Yüz
dinar altın parayı, gümüş para olan dirhemle
değiştirmek istemiştim. Talha b. Ubeydullah beni çağırdı.
Pazarlık edip anlaştık. Benden dinarları aldı ve
çevirmeye başladı. Sonra hazinedarım ormandan gelince
hallederiz dedi. Hz. Ömer de yaptığımız bu muameleyi
izliyordu. Bana hitaben:
"Dirhemleri alıncaya kadar Talha'nın
yanından ayrılma. Çünkü Rasûlüllah şöyle
buyurdu..." dedi ve faizle ilgili altı madde hadisini zikretti
(Buharî, Büyü', 76).
Altın ve gümüş paranın yerini alan
madeni veya kağıt kabilinden temsili paraların mübadelesinde
de peşin mübadele esasının uygulanması gerekir.
Kabzın akit meclisinde gerçekleşmesi
gereklidir. Bu, el ile almak veya cebine ya da cüzdanına koymak
şeklinde olabilir.
Aynı cinsin mübadelesinde miktarların
eşit olması: Altın altınla, gümüş gümüşle
veya bunların yerine kullanılan aynı cins temsili para mübadele
edilirken miktarların eşit olması gerekir. Aksi halde
fazlalık faiz olur. Delil, Hz. Peygamber'in altı maddeyi örnek
olarak zikrettiği Ubade b. es-Samit (r.a)'ın rivayet
ettiği şu hadistir: Altın altınla, gümüş gümüşle,
buğday buğdayla, arpa arpa ile, hurma hurma ile ve tuz tuzla
misli misline, birbirine eşit olarak ve peşin
satılırlar. Ancak bunlarda cins farkı olunca peşin
olmak, şartıyla istediğiniz gibi satış
yapınız" (Müslim, Müsakat, 81; Ebû Davud Büyü',
18).
İslam hukukçularının çoğunluğu
hadiste zikredilen altı maddenin "örnek kabilinden" olduğunu,
aynı nitelikleri taşıyan benzer maddelerin de hadisin
kapsamına girdiğini söylediler.
Altın veya gümüşün eski, yeni, para veya
ziynet şeklinde olması mübadelede etkili olmaz. Belki ayar farkı,
mağşuş olup olmaması, miktarları etkiler. Mesela;
10 gram ağırlığındaki bir bileziği 5 dinar
altın para ile mübadele etmek istediğimizde, bir dinar
yaklaşık 4 gram olduğuna göre, gerçekte 10 gram altınla,
20 gram ağırlığındaki ziynet altını
değişmiş oluruz. Böyle bir piyasadaki dinarlar ziynet eşyasının
çok kıymetlenmesi nedeniyle ziynete dönüşür. Bunun aksine 20
gr. ağırlığındaki bir bileziği, 2,5 dinara
satın alsak, yine gerçekte bu bileziği 10 gr. altınla
değişmiş oluruz ki, böyle bir piyasadaki altın ziynet
eşyaları dinara dönüşür. Para ve ziynet eşyasındaki
darphane ve işçilik masraflarını ayrıca
değerlendirmek gerekir.
Hz. Peygamber döneminde konu ile ilgili şu
uygulamayı örnek verebiliriz: Fudale b. Ubeyd (r.a) şöyle
diyor: "Hayber günü boncuk ve altın dizili bir
gerdanlığı 12 dinara satın aldım.
Altınlarını ayırdım. 12 dinardan fazla
olduğunu gördüm. Durumu Allah elçisine anlattım.
Gerdanlıktaki altınları çıkarmamı emretti. Onlar
çıkarıldıktan sonra; "Altın altına
karşılık tartı iledir" buyurdu" (Müslim,
Müsakat, 17). Burada gerdanlığın parası altın
para olan dinar cinsinden ödeneceği için, altınlar
ayrıldıktan sonra tartılsa, bunların 12 dinardan daha
ağır oldukları görülecek ve gerdanlığa daha
fazla fiyat istenecekti.
Altın ve gümüş cinsinin kendi çeşidi
içinde bu şekilde ağırlık bakımından
standardize edilmesi, bu iki değerli madenden üretilen para birimini
enflasyona karşı korur. Çünkü para cinsi ile ziynet
kabilinden olan altın veya gümüş stokları
sırasında bir satın alma gücü farkı meydana
gelmesini faiz yasağı önler. Böylece İslam'da faiz yasağı
parayı enflasyona karşı koruyan en önemli etken olmuş
bulunur. Altın veya gümüşe endeksli temsilî para birimi
içinde aynı prensip geçerlidir. Ancak altının gümüşle
veya nakit para karşılığında ya da cinsleri
farklı nakit paraların birbiriyle mübadelesinde peşin
olmak şartıyla miktarların farklı olabileceğinde
şüphe yoktur. 100 gr. altını 800 gr. gümüşle veya
bin Amerikan dolarını iki bin Alman markı ile veya beş
buçuk milyon Türk lirası ile değiştirmek gibi. Yeni
altınla, kullanılmış ziynet altın arasında
işçilik ve kuyumculuk masrafı gibi bir fiyat farkı
oluşmuşsa, eski altını para
karşılığı satın aldıktan sonra, bu para
ile yeni altın satın alma yoluna gidilmelidir. Aksi halde
aynı ayardaki eski ve yeni altının farklı
ağırlıkta mübadelesi faiz olur.
Altın ve gümüş için öngörülen bu
standartlık, diğer standart cinslere teşmil
edilmiştir. Buğday, arpa, hurma ve tuz bunlar
arasındadır. Hurma ile ilgili bir uygulamayı Bilal (r.a)
şöyle anlatır: Hz. Bilal, Allah elçisine ikram etmek için
iyi cins hurma getirmişti. Hz. Peygamber bu hurmayı nereden
aldığını sorunca Bilal şöyle dedi: "Bizde
adi bir hurma vardı. Rasûlüllah (s.a.s)'e ikram için, ben onun
iki ölçeğini bu iyi hurmanın bir ölçeğine
sattım". Bunun üzerine Allah'ın elçisi şöyle
buyurdu: "Eyvah, eyvah, ribanın ta kendisi, ribanın ta
kendisi. Bunu böyle yapma. Fakat hurma satın almak istersen, kendi
hurmanı başka bir satım akdi ile sat. Onun satış
bedeli ile de istediğin hurmayı satın al" (Buharî,
Vekale, II). Diğer yandan Allah elçisine, kuru hurmanın
yaş hurma karşılığında satın
alınmasının hükmü sorulduğunda, yaş
hurmanın kuruyunca azalıp azalmayacağını
sormuş; "azalır" cevabını alınca da, böyle
bir mübadeleyi yasaklamıştır (Ebû Davud, Büyü; 18;
Tirmizî, Büyü; 14; Nesaî, Büyü; 36; İbn Mace, Ticarat, 53;
Malik, Muvatta', Büyü', 52).
Bu uygulama örneklerinden de anlaşılacağı
gibi, aynı cins standart mallar trampa edilecekse, eşit olarak mübadele
edilmeli, eğer kalite farkı gibi eşit mübadeleye engel bir
hal varsa, mübadele edilecek malların değeri para ile takdir
edilerek değişim yoluna gidilmelidir (Hamdi Döndüren, Çağdaş
Ekonomik Problemlere İslamî Yaklaşımlar, İstanbul
1988, s. 76, 77).
Sarf akdinde şart muhayyerliği
bulunmamalıdır. Sarf akdinde iki taraf veya taraflardan birisi için
şart muhayyerliği koymak caiz değildir. Çünkü bu akitte
kabz şarttır. "Bu altın veya gümüşü yahut
şu dövizi üç gün muhayyer olmak üzere satıyorum veya
satın alıyorum" gibi muhayyerlikler mülkiyetin o anda
naklini engeller ve akit fasit olur. Ancak böyle bir muhayyerlik taraflar
birbirinden ayrılmadan düşürülürse, akit sahih hale dönüşür.
İmam Züfer aksi görüştedir. Ancak taraflar akit meclisinden
ayrıldıktan sonra muhayyerlikten vazgeçilse de akdin fesadı
kesinleşmiş olur.
Görme ve ayıp muhayyerliği ise
satılanda mülkiyet hakkının sübûtuna engel olmadığı
için, kabza da engel olmaz. Sarf akdinde görme ve ayıp
muhayyerliği caizdir. Ancak nakit paranın
satışında veya diğer borçlarda görme muhayyerliği
teorik olarak gerçekleşmez. Çünkü akit, bunların misli
üzerinde meydana gelir, ayn'ı üzerinde değil (bk. el-Kasanî,
el-Bedayi', Beyrut 1328/1910, V, 219; İbnül-Hümam, Fethul-Kadîr,
Bulak 1310 H., V, 367; İbn Abidîn, Reddül-Muhtar, Mısır
(t.y), IV, 246).
Sarf akdinde vade bulunmamalıdır. Taraflardan
ikisi veya birisi için vadenin belirlenmesi, akdi fasit kılar.
Çünkü iki bedelin de taraflar akit yerinden ayrılmadan önce
kabzedilmesi gerekir. Vade ise kabzı geciktirir. Ancak taraflar akit
yerinden ayrılmadan önce vadeyi düşürür ve kabz yoluna
giderlerse, akit sahih hale gelir. İmam Züfer, aksi görüştedir.
Sarf akdi sırasında iki bedelin kabzı
ile ilgili özel durumlar:
1. Sarf akdinde ibra veya hibe. Taraflardan birisi,
bedeli verdikten sonra, ondan almaya hak kazandığı bedeli,
ona hibe etse veya onu böyle bir bedel vermekten ibra etse, karşı
taraf bu hibe veya ibrayı kabul edince borç yükünden kurtulmuş
olur ve sarf akdi ortadan kalkar. Çünkü borçtan ibra, kabzın gerçekleşmesine
engel olur ve akdin butlanına yol açar. Eğer ibra veya hibe
edilen taraf bunu kabul etmezse, ibra veya hibe geçerli olmaz ve sarf
akdi hal üzere devam eder. Bu durumda ibra, hibe veya tasadduk eden bunu
teslim almaktan kaçınırsa kabza zorlanır. Çünkü onun
kabzdan kaçınması akdi fasit kılar veya feshi ne yol açar.
2. Sarf bedeli yerine başka bir şey vermek.
Taraflardan birisi sarf bedeli yerine, konuşulandan başka bir
şey vermek istese bu caiz olmaz. Sarf akdi hal üzere devam eder. Bin
dolar karşılığında iki bin mark üzerinde anlaşma
yapıldığı halde, iki bin mark yerine Türk parası
veya başka bir şey vermek istense, akit mark üzerinde devam
etmiş olur. Taraflardan birisi bedeli verince, karşı
bedelin de ayn'ıyla kabzı gerekir. Ancak taraflar önceki akdi
bozarak karşılıklı rıza ile yeni bir bedel
üzerinde anlaşabilirler.
Taraflardan birisi diğerine, hakkı olandan
daha güzel veya daha kötü bir bedel verse, bu bedel, hakkı
cinsinden olduğu için karşı taraf razı olunca akit
caiz olur. Burada bir bedel yerine başka bedel değil, belki
niteliği farklı bir bedel verilmiş olur. Eski altın
yerine yeni veya yeni altın yerine eskiyi vermek gibi.
3. Sarf bedeli karşılığında
havale, kefalet ve rehin caizdir. Ancak bu tasarrufların akit
meclisinde yapılması ve kabzın gerçekleşmesi de
şarttır. Bu durumda hak sahibi hakkını ciro edilenden
veya kefilden akit meclisinde alır veya rehin, rehin alanın
elinde yine akit sırasında helak olursa, sarf akdi hal üzere
sahih olarak devam eder. Sarf akdi tarafları kabz tamamlanmadan önce
akit meclisinden ayrılsalar sarf akdi batıl olur. Çünkü akit
meclisi akdi yapanlar hazır olduğu sürece devam eder.
4. Sarf bedeli karşılığında
bir borcu takas yapmak. Borçla takas cebrî veya ihtiyari olabilir,
Cebrî takas kendiliğinden gerçekleşir. Borçlunun alacaklıda
cins, miktar ve vadede aynı olan alacağının
bulunması gibi. Burada takas kendiliğinden gerçekleşir ve
miktarda eşit olan bu borçlar birbirine mahsup edilir. Bir
şirketin diğerinde yüz milyon lira alacağı olsa,
kendisinin de aynı vadeyi taşıyan yüz milyon borcu
bulunsa, bu alacak ve borçlar mahsup edilerek takas yapılır.
Eğer alacak ve vereceklerin miktarı farklı ise birbirine
mahsup edilir, artan kısım borç olarak devam eder.
Bazan da borçların takası
karşılıklı rıza ile yapılır.
Eğer borç ve alacak aynı cinsten olmaz veya
birisi nakit para diğeri ayn (eşya) kabilinden olursa taraflar
bunların da takası üzerinde anlaşınca "ihtiyarî
takas" söz konusu olur. Türk parası cinsinden borcu, döviz
cinsinden olan alacak ile takas yapmak veya bir miktar mislî mal borcunu,
borçluda olan başka bir nakit para alacağı ile takas
yapmak bu niteliktedir.
İki kişiden birisi diğerine on dirhem
karşılığında bir dinar altın para satmak
üzere anlaşsalar, on dirhem kabzedilmeden dinar teslim edilse, ancak
dinarı satın alanın, satıcıda daha önceden kalma
on dirhem alacağı bulunsa bu alacağı, sarf akdi
gereği o anda ödemesi gereken on dirhemin yerine takas yapabilir mi?
Bunun için üç durum söz konusu olur:
a) Takası istenen borcun, satıcının
zimmetinde sarf akdinden önce sabit olması halinde,
karşılıklı rıza ile takas yapılabilir. Bu,
istihsan deliline göre caiz olur. İmam Züfer ise, kıyas
deliline göre bunun caiz olmadığını söyler. Eğer
tarafların rızası yoksa takasın
yapılamayacağı konusunda Hanefilerin görüş
birliği vardır: Mesela; üç buçuk milyon Türk lirası
karşılığında bin mark satmayı kabul eden
sarraf, bin markı teslim etse, ancak kendisinin karşı
tarafa daha önceden karz, gasb veya satılan bir malın bedeli
gibi bir sebeple üç milyon ve daha fazla Türk lirası borcu
bulunsa, dövizi satın alan alacaklı takas isteyebilir.
Satıcı kabul edince de üç buçuk milyon lirayı ödeme
yükümlülüğünden kurtulur.
b) Borcun sarf akdinden sonra meydana gelmesi halinde
ise, satıcı dövizi teslim edince, alıcı karz, gasb
vb. yolla sarf akdinden sonra doğmuş olan alacağı
borcuna takas ettirebilir. Burada karşı tarafın
rızası da aranmaz. Çünkü kabz o sırada fiilen gerçekleşmiştir.
c) Borcun sarf akdinden sonraki bir akidle sabit
olması halinde takas yoluna gidilip gidilemeyeceği konusunda iki
rivayet vardır. es-Serahsî'nin (ö. 490/ 1097) tercih ettiği
bir rivayete göre bunda takas caiz olmaz. Çünkü Hz. Peygamber takası
yalnız geçmiş borç için kabul etmiştir. Abdullah b.
Ömer (r.anhüma)'in şöyle dediği nakledilmiştir:
"Rasûlüllah (s.a.s)'e giderek dedim ki; Bakî' de develeri satıyorum,
dinar karşılığında satıp, dirhem
alıyorum, dirhem ile satıp dinar alıyorum. Şöyle
buyurdu: "Müşteri ile birbirinizden ayrılmadıkça ve
aranıza bir şey girmedikçe bunları günün rayiç bedeli
ile almanda bir sakınca yoktur" (Ebû Davud, Büyü', 14;
Nesaî, Büyü', 50, 52; Darimî, Büyü', 43; eş-Şevkanî
Neylül-Evtar, el-Matbaatül-Osmaniyye tabı, Mısır,
(t.y), V, 156).
Daha sağlam görülen başka bir rivayette, bu
durumda istihsan prensibine göre takas meydana gelir. Çünkü böyle bir
tasarruf birinci akdin bozulması yani ikale sonucunu doğurur.
İkinci akit olan takas işlemi ise sahih olarak kalır.
Çünkü akitlerde nakit para tayin ile belirli hale gelmez (el-Kasanî,
a.g.e., V, 206, 218; İbnül-Hümam, a.g.e., V, 379 vd.; es-Serahsî,
el-Mebsût, Beyrut 1398/ 1978, XIV, 19; es-Semerkandî, Tuhfetül-Fukaha,
Dimaşk t.y., III, 37; Zeylaî, Tebyînül-Hakaik, el-Emîriyye tab'ı,
IV,140 vd.; İbn Abidîn, IV, 246 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslamî
ve Edilletuh, Dimaşk 1404/1984, IV, 641 vd.; Ömer Nasuhi Bilmen,
İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1970,
VI, 91 vd.).
Vadesi farklı olan senet, çek veya diğer
alacakların birbiriyle takası konusunda İbn Abidîn şöyle
der: "Bir nakit para veya eşyayı emanet olarak elinde
bulunduran kimsenin, emanetin sahibinde bu emanet cinsinden bir alacağı
bulunsa, karşılıklı rıza olmadıkça takas
yapılamaz. Gasbedilmiş şey de emanet gibidir. Yine iki
borç, farklı cinste veya farklı nitelikte yahut her iki borç
vadeli veya birisi peşin, diğeri vadeli olursa, tarafların
rızası bulunmadıkça takas yoluna gidilemez. Borçların
cins ve miktarı farklı olursa kıymet veya az miktar mahsup
edilerek takas yapılır. Mesela; borç yüz dirhem, alacak yüz
dinar olsa, taraflar takasta anlaşınca, yüz dirhem, yüz dinarın
kıymetinden düşülür, dinardan geri kalan borç devam eder.
Kadına olan nafaka borcu, rıza bulunmadıkça bu kadının
kocasına olan borcundan düşülemez. Çünkü nafaka borcu daha
zayıftır" (İbn Abidîn, a.g.e., IV, 250; İbn
Abidîn Tercemesi, İstanbul 1984, XI, 395, 396).
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.