Sehadet
Sehadet
Hazır olma; kesin haber; insanın kat'i olarak
bildiği bir şeyi, Yüce Allah'ın huzurunda olduğu
kanaatiyle dosdoğru haber vermesi, şahitlik etme,
tanıklık; açık belirti; şehîd olma, şehîdlik;
yemin, bildiği şeyleri itiraf etme.
Şehadet, arapça bir kelime olup "Şe-hi-de"
fiilinden türeyen bir mastardır. Aynı zamanda, müstakil bir
isim olarak da kullanılır. "Şühûd" ile eş
anlamlıdır. Zıddı, "gayb"dır. Bilinen,
görünen aleme şehadet alemi dendiği gibi, görünmeyen
aleme de gayb alemi denir.
Şehadet'in ismi faili, "şahid"
dir. O da, bir yerde bulunan, bir şeyi gören ve gördükleri ile
bildikleri konusunda bilgi veren kimse, tanık, bir akdin
yapılması sırasında taraflardan birinin yanında
hazır bulunan, doğrulayan, ispat eden, Allah'ın
birliğine şehadet eden demektir. Şehadet'in çoğulu,
şehadat'dır (Rağıb el-İsfahanî,
el-Müferedat, Mısır 1961, 267 vd. "şehide"
mad.).
Şehadet kelimesi, "Eşhedu en la ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu" olarak
bilinen Tevhid cümlesidir. "Allah'tan başka ilah olmadığına
ve Hz. Muhammed (s.a.s)'in onun kulu ve resulü olduğunu şehadet
ederim" demektir.
Bu cümle, bir nevi İslam dinine giriş
sayılır. Bu cümleyi inanarak söyleyen kişi, iman sahibi
olarak kabul edilir. Şehadet kelimesi, iman esaslarının
özeti durumundadır.
Şehadet kelimesinde, Allah ve Rasûlü hakkındaki
iman ve inanç duyguları itiraf edildiği, dile getirildiği
için, ona şehadet kelimesi denmiştir.
Şehadet parmağı ise, şehadet
getirilirken, kaldırılan baş parmaktan sonraki işaret
parmağıdır.
Şehadet kelimesi, Kur'an'da 20 küsûr yerde
geçmektedir. Aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, 150 civarında
yerde bulunmaktadır.
Yüce Allah, Kur'an'da: "(O gün) şahidlik
edene, şahidlik edilene (görenlere ve görülenlere) andolsun
ki" (el-Bürûc, 85/3) diye buyurarak şehadet konusu ile yemin
etmiştir. Bu vesileyle, şahadetin önemine işaret buyurmuştur.
Kur'an'da, İsa (a.s)'a tam inanan, onunla
beraber Allah'ın yoluna baş koyan, bu uğurda her
şeylerini feda eden havarilerden bahsedilirken, şöyle dua
ettikleri haber verilmiştir:
"Rabb'imiz, senin indirdiğine inandık;
peygambere uyduk. Bizi şahitlerle beraber yaz" (Alî İmran,
3/53).
Hz. Muhammed (s.a.s)'e de tam manasıyle inanan
kamil iman ehli de, aynı şekilde dua etmişlerdir ve
onların da duaları Kur'an'da haber verilmiştir: Resûle
indirilen Kur'an'ı dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten
dolayı gözlerinin yaşla dolup
taştığını görürsün. Derler ki: Rabb'imiz,
inandık; bizi şahidlerle yaz!" (el-Maide, 5/83).
Şehadet'i çeşitli yönlerden ele alıp
incelemek, üzerinde durup açıklamak mümkündür. Her şeyden
önce Kur'an, şehadeti dünya hayatından önceki, dünya hayatındaki
ve ahiret hayatındaki şehadet diye üç kısma
ayırmıştır.
Birincisi, Allah ile insan arasında ki ezelî
mukavele sırasında, insan yaptığı şehadettir:
"Rabb'im, Ademoğullarından, onların
bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine
şahid tutarak: Ben sizin Rabb'iniz değil miyim? (demişti).
"Evet, buna şahidiz!" dediler. Kıyamet günü, Biz
bundan habersizdik!" demeyesiniz" (el-A'raf, 7/172). Kur'an-ı
Kerim'de Yüce Allah, ahirette peygamberler ve insanların kendi vücut
organlarının şehadette bulunacaklarını haber
vermiştir. Allah'ın her şeyi gördüğü, insanların
yaptıkları her şeyin şahidi olduğu, çeşitli
ayetlerde dile getirilmiştir. Bu ayetlerden bazılarının
meali şöyledir:
"De ki: "Ey kitab ehli, Allah yaptıklarınızı
görüp dururken neden Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?"
(Alî İmran, 3/98).
Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında
ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'an)'ın gerçek olduğu,
onlara iyice belli olsun. Rabb'inin her şeye şahid olması,
(her şeyi görmesi sana) yetmez mi?" (Fussilet, 41/53)
"O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü
kendisine aittir. Allah, her şeye şahiddir." (el-Bürûc,
85/9)
Kur'an, Allah'ı insana şah damarından
daha yakın olarak tanıtmaktadır:
"Andolsun insanı biz yarattık ve
nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. (Çünkü)
biz ona şah damarından daha yakınız" (Kaf,
50/16).
İnsanlar daima Yüce Allah'ın kontrolü altında
bulunduklarına, ahirette her yapılanın ortaya çıkarılacağına
inanarak hareket ettikleri zaman, daima kötülüklerden uzak olurlar. Bu
inançtan uzak olan bir insan, her fırsatta dilediği kötülüğü
yapar. Yeryüzündeki hiç bir hükümdar, insanları her zaman ve her
yerde kontrol altında tutamaz. İnsanlar tenha yerlerde,
onların kontrollerinin dışında kalınca,
kuralların dışına çıkar ve diledikleri gibi
hareket ederler. Ama her zaman ve her yerde Allah'ın kontrolünün
altında olduğuna inanan insanlar, hiç bir zaman ve hiç bir
yerde, Allah'ın emir ve yasaklarına aykırı hareket
edemezler. Çünkü onların, Allah'ın murakabesinin
dışında hiç bir yerleri ve zamanları yoktur.
Ahirette Yüce Allah'ın iyi ve kötü, her türlü hareketleri için
şehadette bulunacağına inanır ve ona göre iyi
hareketlerde bulunurlar. Bu inanç, insan hayatında bu derece olumlu
yönden etkili olmaktadır (Seyyid Kutub, Fi Zilali'l-Kur'an, Beyrut
1971, VII, 555 vd).
Yukarıda arzedilen ayette ifade edildiği
gibi, Yüce Allah'ın insanlara şah damarından daha
yakın olduğunu düşünmek ve ona göre hareket etmek, insanı
ihsan (iyilik) denilen yüce bir mertebeye de ulaştırır.
İhsan, insanın Allah ile beraber olma şuuruna
ulaşması demektir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s)'e:
"İhsan nedir?" diye sorulunca, şu cevabı
vermiştir: "Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibadet
etmektir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor"
(Buharî, İman, 37; Müslim, İman, 57; Ebû Davûd, Sünne,
16; Tirmizî, İman, 4; İbn Mace, Mukaddime, 9; Ahmed b.
Hanbel, 1, 27, 51,53, 219, II, 107, 426, IV, 129, 264).
Yüce Allah'ın başka bir ayette:
"Muhakkak ki Rabb'in, her an gözetlemededir" (el-Fecr, 89/14)
demesi, bu konuyu ne kadar da te'kid etmektedir!... Bu konu Kur'an'ın
daha bir çok yerinde anlatılmakta ve insanlara bu inanç aşılanmaktadır
(Bk. Kaf, 50/17; es-Secde, 32/6; ez-Zümer, 39/46; el-Haşr, 59/22;
el-Cum'a, 62/8; el-En'am, 6/19).
Bilindiği gibi, Allah'ın isimlerinden biri de
"Şehîd' dir.
Yüce Allah her ümmete peygamber göndermiştir.
Bu peygamberler de ahirette ümmetleri hakkında şahadette
bulunacaklardır. Bu hususu açıklayan bir ayetin meali şöyledir:
"Her ümmetten (inançlarının
bozukluğuna, işlerinin kötülüğüne tanıklık
edecek) bir şahit getirdiğimiz zaman, (halleri) nice olur?"
(en-Nisa, 4/41).
Bu ayette bildirildiği gibi, her peygamber
ahiret gününde ümmeti hakkında şehadette bulunacak. Hz.
Muhammed (s.a.s) ise, hem kendi ümmeti ve hem de geçmiş
peygamberler ve ümmetleri hakkında şahadette bulunacaktır
(es-Savî, Hasiyetu Allame es-Savî, Beyrut tsz, 1, 220). Peygamberlerin
şahadetleri hakkında da çok ayet vardır (Bk. el-Bakara,
2/143; el-Maide, 5/117; en-Nahl, 16/84; el-Kasas, 28/75).
Sahabeden İbn Mes'ud (r.a) sık sık Hz.
Muhammed (s.a.s)'e Kur'an okurdu. Kendisinden rivayet edildiğine göre,
Hz. Muhammed (s.a.s) bir gün onu çağırmış ve
kendisinden Kur'an okumasını istemiş. O da güzel sesi ile
en-Nisa suresini tatlı tatlı bir şekilde okumaya
başlamış. Yukarıda meali sunulan 41. ayete geldiği
zaman, Hz. Muhammed (s.a.s) ağlamaya başlamış ve
İbn Mes'ud'a; kafi diyerek okumasını kesmiştir
(ez-Zemahşerî, el-Keşşaf, Mısır 1977, 1, 247).
Kur'an'ın başka bir yerinde, Hz. Muhammed
(s.a.s)'in ümmeti için şahadette bulunacağı ve
ümmetinin de diğer insanlar için şahadette bulunacakları
haber verilmiştir:
"Allah uğrunda, O 'na yaraşır
şekilde cihad edin. O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük
yüklemedi. (Sizin dininizi de) babanız İbrahim'in dini (gibi
geniş kapsamlı yaptı, daraltmadı). O (Allah) bu
(Kur'an)'dan önce (ki kitaplarda) da, bu (Kur'an)'da da size
"Müslümanlar" adını verdi ki peygamber size şahid
olsun, siz de insanlara şahid olasınız. Haydi namazı
kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın.
Sahibiniz O'dur. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır
(O)!" (el-Hac, 22/78).
Ahiretteki şahadetin biri de, insanların
kendi benliğinin, hatta kendi vücut azalarının kendisi
hakkındaki şahadetidir. Kur'an bu noktada insanın
cildinin, elinin, ayağının, kulağının, gözünün
şahadetinden bahsetmektedir. Bu hususta bilgi sunan bazı
ayetlerin meali şöyledir:
"O gün ki dilleri, elleri ve ayakları
yaptıklarına şahitlik edecektir" (en-Nur, 24/24).
"O gün ağızlarını mühürleriz,
elleri bize söyler, ayakları yaptıklarına şahitlik
eder" (Yasin, 36/65).
"Nihayet oraya vardıklarında
kulakları, gözleri ve dilleri yaptıkları hakkında
onların aleyhine şahitlik ettiler. Derilerine dediler ki:
"Niçin aleyhimize şahidlik ettiniz?" (Derileri): "Her
şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. " İlk
defa sizi O yaratmıştı. İşte O'na döndürülüyorsunuz.
Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin
ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden gizlenmiyordunuz.
Yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın
bilmeyeceğini sanıyordunuz" (Fussilet, 41/20,21,22).
Ahiret gününe samimi olarak inanan, iman eden ve
vücud organlarının o gün haklarında bu şekilde
şahadette bulunacağını düşünen insanlar, daima
en güzel şekilde yaşamaya çalışırlar. Bütün
benlikleriyle, aleyhlerinde suç teşkil edecek olan her türlü
süfli ve zararlı hareketlerden uzak dururlar.
Çünkü şehadet olarak, dünya hayatındaki
şehadete gelince; bu insan hayatında son derece önemli rol
oynayan bir meseledir. Sosyal bir varlık olan insan, dünya hayatında
ahiret hayatı için hazırlık içinde bulunduğu, bu
istikamette çeşitli ibadetleri eda ettiği gibi, dünya hayatı
içinde değişik çalışmalarda bulunmaktadır.
Hayatını devam ettirmek ve daha rahat bir hayat sürdürmek
için, birçok kazanç yollarına baş vurmakta ve farklı
insanlarla münabeset içinde bulunmaktadır. İster ahiret için
yaptığı ibadetlerde ve ister dünya hayatı için
gösterdiği çabalarda problemleri olmakta ve her iki hususta da
şehadet konusu ile karşılaşmaktadır. Dünya
hayatındaki bu şehadet hakkında çeşitli ayet, hadis
ve fikhî kaideler vardır. Her şeyden önce Yüce Allah
Kur'an'da şehadeti adaletle, sadece Allah rızası için
yapmayı emretmiş ve "Şehadeti, Allah rızası
için tam bir şekilde yerine getirin" (et-Talak, 65/2) diyerek
bu ilahî emri dile getirmiştir.
Bu husustaki diğer bazı emirleri sergileyen
bir ayetin meali de şöyledir: Ey inananlar! Allah için adaletle
şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı
duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın;
takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun; şüphesiz Allah
yaptıklarınızı haber almaktadır" (el-Maide,
5/8).
Kur'an'ın en uzun ayeti, el-Bakara 282.
ayetidir. Bu ayette, şahadetle ilgili bir çok husus, açıklıkla
dile getirilmiştir. Ondan sonra gelen ayette de, şehadeti
gizlememe hususu taleb edilmiştir.
"Şahitliği (gördüğünüzü)
gizlemeyin. Onu gizleyenin kalbi günahkardır (daima vicdan
azabı çeker). Allah yaptıklarınızı bilir"
(el-Bakara, 2/283).
Şehadet konusuna İslam hukukunda büyük
önem verilmiştir. Bütün fıkıh kitaplarında,
şehadet konusu müstakil bir başlık altında ele
alınmış ve geniş bir şekilde açıklanmıştır.
Şehadetle ilgili çeşitli fıkhî
terimler vardır. Önce bu terimleri kısa bir şekilde açıklayalım:
İslam hukuku açısından şehadet,
herhangi bir kimsenin, birinin başka bir şahısta olan
hakkını ispat için, şehadet lafziyle hakimin huzurunda
verdiği haberdir. "Filan kişinin, falan şahıstan
şu kadar alacağı olduğuna şahadet ederim"
denilmesi gibi. Böyle bir şehadette bulunan kişiye
"şahid", lehine şehadet yapılana
"meşhûdün leh", aleyhine şehadet yapılana da
"meşhûdün aleyh" ve şehadet konusu olan mes'eleye
de "meşhûdün bih" denir.
Bir insan şahid olarak gösterildiği zaman,
şahitlikte bulunmaktan kaçınmaması lazımdır ve
bildiğini doğru olarak, olduğu gibi söylemesi gerekir.
Ancak zina yapma, içki içme gibi had cezasını gerektiren
hususlarda şahitlik yapan muhayyerdir yani serbesttir. İsterse
doğru söyler ve isterse suçlunun ayıbını örter. Başkasının
kusurunu örtmek, daha iyi olarak kabul edilmiştir.
Genel olarak şehadet konusunda, şahitte
aranan bazı şartlar vardır. Şahidin müslüman, akıllı,
baliğ, hür, adalet sahibi (güvenilir), görme ve konuşma
yeteneğine sahip olması ve başkasına zina
iftirasından dolayı had cezasına çarptırılmamış
bulunması gerekir. Bir de şahitlikte "şehadet"
lafzını kullanması icab eder. Ben bilirim, bence
böyledir, zannedersem gibi sözler, şehadet için yeterli değildir.
Bir kişinin annesi, babası, ninesi, dedesi,
çocukları, torunları ve eşi lehine yaptığı
şahitlik kabul edilmez. Bir de kişinin kendi ortağı
lehine yaptığı şehadetteki gibi, menfaatını
ilgilendiren hususlardaki şahitliği de kabul edilmez.
Aralarında düşmanlık bulunan kişilerin hissi
davranmaları ihtimali olduğu için birbirleri aleyhindeki
şahitlikleri de muteber değildir. Kısacası, herhangi
bir tarafın haksızlığa uğraması ihtimali
olduğu hususlardaki şahitlik, İslam fıkhında
kabul görmemiştir. Bazı insanlarda bulunan İslam ahlakına
aykırı kötü huy ve işlerden dolayı bu gibi
kişilerin şahitlikleri tartışılmış ve
alimlerin çoğu tarafından uygun görülmemiştir. Bir de,
şahitlik davaya uygun düşerse, kabul edilir. Eğer davaya
aykırı bir durum arzederse, kabul edilmez (el-Kasanî,
Bedaiu's-Senaî, Beyrut, 1974, VI, 266 vd.; Vehbe ez-Zuheylî, el-Fıkhu'lİslamî
ve Edilletuhu, Dımaşk 1984, VI, 562 vd).
Bir bakıma şehadeti dört kısma
ayırmak mümkündür:
1- Zina ile ilgili şehadet. Bu husustaki davanın
kabul görmesi için, dört erkek şahidin şehadette bulunması
gerekir.
2- Zinanın dışında, had ve
kısası gerektiren hususlardaki şehadet Bu hususlar için
iki erkek şahidin şehadeti gerekir.
3- Bunların dışında kalan çeşitli
hukukî konularla ilgili şehadet. Bu hususlarda iki erkeğin
şehadeti gerekir. İki erkek bulunmayınca bir erkek ve iki
kadının şehadeti geçerlidir.
4- Yalnız kadınların bulunabileceği
hususlarla ilgili şehadet. Bu gibi hususlarda erkeklerin değil,
kadınların şehadeti muteberdir. Doğum, bekaret ve
erkeklerin muttali olamayacağı, ancak kadınların
bulunabileceği veya bakabileceği yerlerdeki kadınların
ayıpları ile ilgili konularda, bir kadının şehadeti
yeterlidir (Abdullah b. Mahmud b. Mevdud, el-İhtîyar,
İstanbul, 1980, II, 140 vd; el-Meydanî, el-Lubab, Derseadet,I,
IV, 55 vd).
Bir de, şehadet konusunda şahitlikten dönme
meselesi vardır. Şahitler hakim tarafından henüz hüküm
verilmeden önce şahitliklerinden dönerlerse, şahitlik düşer
ve şahitlerin herhangi bir tazminat ödemeleri gerekmez.
Ancak, hakim şahitlerin şehadetine
dayanarak hüküm verdikten sonra, şahitler şahitlikten dönerlerse,
hüküm bozulur ve şahitlerin de, şehadetleri nedeniyle sebep
oldukları zararı ödemeleri icab eder. Şahitlerin şehadetten
dönmeleri, ancak hakimin huzurunda olunca geçerli olur (el-Kàsanî,
Bedaiu's-Senai', VIl, 283 vd.).
Yukarıda ifade edildiği gibi, zina
hakkındaki şehadet, dört erkek şahidin şehadeti ile
olur. Zina suçlamasında bulunan herhangi bir kişi, dört erkek
şahitle bunu ispat edemezse, kendisinin bir daha şahitliği
kabul edilmez ve aynı zamanda, iftira suçundan dolayı kendisine
seksen değnek vurulur. Bu husus Kur'an'da şöyle dile getirilmiştir:
Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra
(bu suçlamalarını ispat için) dört şahid getirmeyenlere
seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini
asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir"
(el-Nur, 24/4).
Herhangi bir adam, kendi hanımının zina
ettiğini söylerse, onun da dört erkek şahid getirmesi gerekir.
Getiremediği taktirde, hakimin huzurunda dört defa:
"Vallahi, bu sözümde doğru olduğuma şahitlik
ederim" der; beşinci defada; "Eğer bu hususta yalan söylüyorsam,
Allah'ın laneti benim üzerime olsun" der. Hanımı da
buna karşılık dört defa: "Vallahi benim kocam bu
konuda yalan söylüyor" dedikten sonra, beşinci defada;
"Eğer benim kocam bu iddiasında doğru ise,
Allah'ın laneti benim üzerime olsun" der (Bk. en-Nur, 24/6, 7,
8, 9, 10). Adam böyle bir iddiadan sonra şahid getirmez ve böyle
yemin de etmezse, iftira cezasına çarptırılır. Bu
şekilde yemin etmekle, bu cezadan kurtulur. Kadının bu
şekilde yemin etmesi de onu zina cezasından kurtarır. Yemin
etmediği takdirde, suçu kabullenmiş olur ve zina cezasına
çarptırılır. Bu olaya, İslam hukukunda
"lian" denir (geniş bilgi için, "lian"
maddesine bakınız). Bu şekilde
karşılıklı lianda bulunan karı kocanın nikahı,
hakim tarafından fesh edilir ve bu karı koca birbirinden
ayrılır (el-Kurtubî, el-Cami'li Ahkami'l-Kur'an, Mısır
1950, XII, 187; İbnu'l-Arabî, Ahkamu'l-Kur'an, Lübnan, tsz.,
III, 1332).
Bu lian ile ilgili ayetlerden anlaşıldığı
gibi, şehadet yemin manasına da gelmektedir (geniş bilgi için,
"yemin, kasem, and" maddelerine bakınız).
Şehadet'in ifade ettiği diğer bir
husus da, şehîd olmadır. Şehadet, aynı zamanda
şehîdin mastarıdır. Şehîd, Allah rızası için,
O'nun yolunda canını feda eden müslümana verilen isimdir. Ona
bu ismin verilmesinin sebebi, cennetlik olduğuna şahitlik
edilmiş olması, veya onun Yüce Allah'ın huzurunda
yaşıyor bulunması yahut ölümü sırasında
meleklerin hazır bulunması yahut da ruhunun doğrudan
Cennet'te bulunması ya da Allah tarafından çeşitli mükafatlarla
mükafatlandırılmış olmasıdır
(el-İsfahanî, el-Müfredat, Mısır 1961, 267 vd.; et-Tahtavî,
Haşiye ala Meraki'l-Felah, Mısır 1970, 516 vd.;
geniş bilgi için, "şehîd" maddesine bakınız).
Şehadet ve şahitlik hususunda dikkat
edilecek önemli bir nokta da, yalan yere şahitlikte bulunmaktan kaçınmadır.
Yüce Allah, yalan yere şahitlikte bulunmaktan kaçınanları
Kur'an'da övmüştür:
Onlar ki yalan şahidlik etmezler. Boş laf
konuşanlara rastladıklarında, vakar ile (oradan) geçip
giderler" (el-Furkan, 25/72).
Hz. Muhammed (s.a.s.), bir gün yanında hazır
bulunanlara: "Size büyük günahların en büyüğünü
haber vereyim mi?" diye sormuş ve aynı soruyu üç kere
tekrarlamıştır. Hazır bulunanlar: "Buyurunuz ya
Resûlüllah!.." demişler. Bunun üzerine, Hz. Muhammed (s.a.s.)
şöyle devam etmiştir: "Allah'a eş ve ortak
koşmak, anne ve babaya isyan edip onlara karşı olan
vazifeyi yerine getirmemek. " O sırada bir yere dayanmakta olan
Hz. Muhammed (s.a.s.) doğrulup oturmuş ve şöyle devam etmiştir:
"İyi dikkat edin! (Üçüncüsü de), yalan yere şehadette
bulunmaktır." Hz. Muhammed (s.a.s.) bu son cümleyi o kadar
tekrar tekrar söylemiş ki, orada bulunan cemaat, içlerinden keşke
susup, bir daha söylemese, diye düşünmüşler (Muhammed b.
Allan, Delilu'l-Falihîn, Mısır 1971, II, 170).
Bu kadar geniş mana taşıyan şehadetin
İslam kültüründe büyük bir yeri vardır.
Nureddin TURGAY
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.