Sidretü'l-münteha
Sidretü'l-münteha
Bir izafet terkibi olup "münteha sidresi",
yani sidrenin sonu, nihayeti demektir.
Münteha kelimesi son, nihayet, bitiş
anlamlarına gelmektedir. Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır.
Mütercim Asun Efendi meşhur Kamus'unda "sidre" kelimesini
şöyle açıklamaktadır: "Sidre, Arabistan kirazı
denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu
ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latifdir".
Sidretül-münteha' şeklinde Kur'an-ı
Kerim'de Necm suresinin 14. ayetinde geçmektedir. Ayrıca
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'ını anlatan ve bir çok
sahabeden rivayet edilen Hadis-i şerifte de geçmektedir. Hem
Kur'an'ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mirac'ını
bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen
Sidretül-Münteha', "Cennetin uçlarındandır, üzerinde
Sündüs ve İstebrekın Cennetlerinin etekleri vardır",
diye açıklanmış, Keşşaf'ta da
Sidretül-Münteha' Cennetin nihayetinde ve sonundadır, diye geçmektedir.
Ayrıca Sidretül-Münteha', "Allahu
Teala'nın zat alemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri,
ne de Peygamberlerin büyükleri dahil olabilir. Nitekim hadis-i
şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrail aleyhisselam da
Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye
izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenab-ı
Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca
gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkib
"son sınır, son hudud veya sınırın sonu"
diye anlaşılmıştır.
Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi
daha çok mi'rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur
hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde sözkonusu edilmektedir:
"...Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki,
sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları
gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine
benzer. Allah'ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey
Sidre yi tamamiyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık
Allah'ın mahluklarından onun güzelliğinin bir
kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse
yoktur... " (Müslim, İman, 259).
İbn Mesud (r.a)'dan gelen rivayette de "Rasûlüllah
(s.a.s) Sidretül-Münteha'ya varınca yer yüzünden çıkan ve
yukarıdan inen burada son buluyor"dedi. Allah orada ona
kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi
verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı.
Kendisine Bakara sûresinin son ayetleri verildi ve Allah'a hiç bir
şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük
günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre'nin
dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" (en-Necm, 53/16)
ayetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi.
Süfyan "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret
edip elini titretti. Malik b. Mağfel'den başkası da şöyle
diyor: "Yaratıkların ilmi "sidre'de" son bulur ve
bunun üstü hakkında bilgileri yoktur" (Tirmizi, T. Suver 53).
Mürre'nin Abdullah'tan rivayetine göre "Rasulullah
(s.a.s) İsra gecesinde Sidretü'l-Münteha'ya götürüldü ki,
sidre altıncı göktedir..." (Müslim'den naklen, Kurtubî,
XVII, 94).
Enes'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle
buyuruyor: "Ben Sidretü'l-Müntehaya götürüldüm. O, yedinci
göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri,
yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zahir,
iki hatın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya
Cibril bu da ne?"dedim. Cibril: "Batın olanlar Cennettedir;
zahir olanlar ise Fırat ve Nil'dir" diye cevap verdi" (Kurtubî
(Darekütnî'nin lafzıyla Müslim'den naklen), XVII, 94).
Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle
telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları
yedinci göktedir (et-Tehanevi, Keşşafu İstılahati'l
fünün, İstanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer).
Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır.
Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son
noktadır. Arşın sağında yer almaktadır.
Mi'rac gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cibril geride
kalmış; Rasulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini
sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: "Bu makam
dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl
kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek
sadece sana bahşedilmiştir..." (Keşşafu
İstilahati'l-Fünun, "Sidretü'l-Münteha" maddesi).
Sidretü'l-Münteha' denilmesinin sebebi, buraya hem
büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası
hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu
tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin
son sınırı diye de açıklanmıştır.
Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan
her alimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez.
Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn
er-Razî, Sidretü'l Münteha'yı, buraya kadar zikredilen manalarını
yanı sıra, "hayret-i küsva" diye açıklamıştır
ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha
şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son
derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten
sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını,
şaşmadığın, gördüklerini açıkça gördüğünü
kaydetmektedir.
Öyleyse biz aciz insanların Sidretü'l-Münteha'yı
kesin olarak "şudur veya budur" diye açıklamamız
mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. ayetine ve hadis-i
şerifteki rivayete göre, sadece Peygamberimize "Kab-ı
Kavseyne" kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir.
Sidretü'l Münteha'dan ilerisi gayb alemidir ki, Allahü Teala'dan başka
hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır.
Buradan ötesi Allahü Teala'nın "Zat Alemi" diye
adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik
bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir.
Cihad TUNÇ
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.