Ta'zir
Ta'zir
Yasaklamak, menetmek, eğitmek, saygı göstermek,
ululamak, yardım etmek ve şiddetle dövmek. "A-ze-re"
kökünden "tef'îl" babında bir masdar. İslam
hukukunda ayet ve hadislerle had cezası konulmamış olan suçlar
veya bazı ma'siyetler için İslam devletinin serbestçe
belirleyip uyguladığı cezaları ifade eder. Bu suçlar
ya Allah hakkı ile ilgili olur; özürsüz olarak ramazan orucunu
tutmamak, namazı terketmek, faiz yemek, insanların geçeceği
yola pislik atmak gibi; yahut da kul hakkı niteliğinde
bulunabilir; yabancı kadınla zina dışında
ilişkiler kurmak, on dirhemden (iki koyun parası) az bir
malı çalmak veya koruma altında bulunmayan bir şeyi almak,
emanete hıyanet etmek, rüşvet almak, sövmek ve başkalarına
eza vermek gibi.
Had cezaları dışında hangi söz,
fiil veya davranışların ne miktar cezayı
gerektireceğini İslam devleti belirler. Ancak bu belirlemede de
bir takım esaslara uyulur. Mesela, bazı hakaret çeşitleri
kişi, aile veya belde örfüne göre değişebilir. Ebû
Hanife'ye göre, bir kimsenin diğerine köpek, eşek ve öküz
gibi bir hayvan ismiyle hitap etmesi ta'zir cezasını gerektirmez.
Çünkü bu, gerçekleşmesi düşünülemeyen bir şeyle
iftira etmek anlamına gelir ki bu yalanın ayıbı söyleyene
döner, ancak diğer bazı müctehidlere göre benzeri kişilere
eza veren, onları üzen söz, fiil ve davranışlar ta'zir
cezasını gerektirir (İbnü'l-Kayyim, İ'lamü'l-Muvakkıîn,
Kahire 1325-1326, II, 99; İbn Nüceym el-Mısrî,
el-Bahnu'r-Raik, Mısır 1334, VIII, 240; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslamî
ve Edilletüh, VI, 197,198).
Ta'zîr cezalarını da hadlerde olduğu
gibi İslam devlet başkanı veya yetki verdiği kimseler
uygular. Bu cezalar hapis, sürgün, siyaseten öldürme, bazı malî
cezalar, dövme, azarlama şekillerinde olabilir.
Başlıca Ta'zir Cezaları:
1. Hapis cezası:
Müctehidlerden bir bölümü hapis cezasının
meşrû olduğunu söylemişlerdir. Delilleri Hz. Peygamber (s.a.s)'in
zan altında olan bir adamı hapsedip, sonra serbest
bırakmasıdır (Ebû Davud, Akdıye, 29; Tirmiz, Diyat,
20; Nesaî, Sarık, 2). Bu hapis cezası ihtiyatî bir tedbirdir.
Bir hadiste şöyle buyurulur: "Varlıklı kişinin
borcunu geciktirmesi, şikayet edilip cezalandırılmasını
meşrû kılar" (Buharî, İstikraz, 13; Ebû Davud,
Akdıye, 29; Nesaî, Büyû, 100; İbn Mace, Sadakat, 18; Ahmed
b. Hanbel, IV, 222, 388, 389). Bu hadis; gücü yeten kimsenin, borcunu
geciktirmesi halinde borcunu ödeyinceye kadar hapsedilebileceğine
delil getirilmiştir (eş-Şevkanî, Neylü'l-Evtar, Mısır,
t.y., V, 240).
Diğer yandan ilk dört halifeden Hz. Ömer cezaevi
yaptırmış, Hz. Osman ile Hz. Ali de bu konu da onu
izlemiştir.
Hanefilere göre hapis cezasının meşrûluğu
yol kesip soygun yapanlara verilecek cezayı bildiren ayetteki;
"... Yahut yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir"
(el-Maide, 5/33) ifadesidir. Burada "sürgünden" maksat
hapsetmektir. Çünkü yol kesen eşkıyanın başka bir
beldeye sürgün edilmesinin, onun topluma verebileceği zararı
önleyemeyeceği açıktır (el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an,
II, 412; Zeylaî, Tebyînü'l-Hakaik, III, 207; İbn Kudame, el-Muğnî,
IX, 328).
Hapis Cezasını Gerekli Kılan Haller:
el-Karafi'ye göre sekiz durumda, suçluyu hapsetmek
caiz olur.
a- Suçlu, mağdurun ortada olmaması halinde
cezanın uygulanmasına imkan vermek için hapsedilir.
b- Hakkı vermekten kaçınan kimse,
hakkın alınabilmesi amacıyla hapsedilir.
c- Zenginlik veya yoksulluk durumu bilinmeyen kimse,
soruşturma süresince hapsedilir.
d- Suçlunun Allah'a isyanını engellemek için
hapsedilir.
e- Yapması gereken hukukî bir tasarrufu yapmaktan
kaçınan kimse bu tasarrufu yapıncaya kadar hapsedilir. Mesela,
iki kız kardeşle veya anne kızla birlikte evli iken
İslam'a giren bir gayri müslim, eşleri arasında tercih
yapıncaya kadar hapsedilir.
f- Bir ayn'ı veya zimmetteki borcu belirsiz olarak
ikrar eden kimse, bunları belirlemekten kaçınırsa,
belirleyinceye kadar hapsedilir. "Ayn; şu elbisedir veya
hayvandır" yahut "Borç; şu kadar paradır"
demesi gibi.
g- Şafiîlere göre, oruç gibi bizzat yerine
getirmesi gereken Allah hakkından kaçınan kimse hapsedilir.
h- Kaçak köle, sahibinin bulunması için
hapsedilir (el-Karafî, el-Furûk, IV, 79; ez-Zühaylî, a.g.e., Vı,
199).
2. Siyaseten öldürme ile ta'zîr:
Hanefî ve Malikîlere göre, İslam devleti
suçlarda tekrarı, suç işlemeyi alışkanlık
haline getirmek veya eşcinsellik gibi bazı suçları
işleyenlere ölüm cezası verebilir. Buna "siyaseten katl"
denir. Bunun için hakim kararı gerekir. Mesela; Allah'a,
meleklerden veya peygamberlerden birisine söven kimse Müslüman ise
öldürülür. Bu konu da şu ayete dayanan bir görüş
birliği vardır: "Şüphesiz Allah'a karşı
gelen ve Resulune eziyet edenleri Allah, dünyada da ahirette de
lanetlemiş ve onlar için hor ve hakir yapan bir azap hazırlamıştır"
(el-Ahzab, 33/57)
Kısaca, yaptığı kötülükler,
öldürmedikçe önlenemeyecek kimse siyaseten öldürülür. Hırsızlığı
alışkanlık haline getiren kimse ile başkalarına
bozuk inançlarını telkine çalışan zındık
gibi. İslam alimlerinin çoğuna göre sihir yapanın hükmü
de böyledir (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtar, III, 196; ez-Zühaylî,
a.g.e., VI, 200).
Malikî ve Hanbelîlere göre, Müslümanlar aleyhine,
düşman adına casusluk yapan Müslüman casus öldürülür.
Ebû Hanife ve İmam Şafiî aksi görüştedir. Diğer
yandan Şafiîlerden bir toplulukla, Ahmed b. Hanbel kitap ve
sünnete aykırı olan bid'atlara çağıran kimsenin
öldürülmesini caiz görürler (İbn Teymiyye, es-Siyasetü'ş-,Şer'iyye,
s. 114, el-Hisbe, s. 48; eş-Şîrazî, el-Mühezzeb, II, 242).
Düşman harbî casusun öldürülebileceği
konusunda ise görüş birliği vardır.
3. Mal ile ta'zîr cezası:
Müctehidlerin çoğuna göre suçlunun malına
el koyarak ta'zîr cezası uygulamak caiz değildir. Çünkü
bunda, başkasının malını haksız yere yemek
vardır. Ancak Malikî mezhebinden meşhur görüşe, Hanbelîlere
ve Şafiîlerin iki görüşünden birisine göre bazı
yerlerde malî nitelikli ta'zîr cezası uygulanabilir. Bu görüşün
delili zekatını vermeyen kimsenin ceza olarak malının
yarısının müsadere edilebileceğini bildiren hadisle (eş-Şevkanî,
a.g.e., IV, 121,123), Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin içki satılan
bazı iş yerlerini yaktırmalarıdır (İbn
Teymiyye, el-Hisbe, s. 49 vd; İbnü'l-Kayyim, a.g.e., II, 98).
Ebû Yusuf'a göre, suçlunun malı devlet
tarafından geçici olarak alınır, daha sonra geri verilir.
Çünkü şer' bir sebep olmaksızın
başkasının malını almak caiz değildir (ez-Zühaylî,
a.g.e.,VI, 201, 202).
İbn Abidîn (ö. 1252/1836) malî ceza ile
ilgili olarak şöyle der: "Kanaatimce, hakim, suçlunun malını
alıp, yanında alıkoyar. Onun tövbe etmesinden ümit
keserse bu malı uygun bulduğu yere sarf eder. Devletin mal
sahiplerinden müsaderesine gelince; bu sadece beytülmal memurları için
aldıklarını beytülmale koymak şartıyla caiz
olur (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtar, III, 195 vd).
Nitekim Hz. Ömer, bir dilencinin yanında
ihtiyacının üstünde yiyecek bulunca bunları müsadere
etmiştir. Kısaca, gayri meşrû yoldan kazanılan mallar
müsadere edilebilir.
Ta'zîr cezasının uygulanma
şartları:
Had cezalarında olduğu gibi, ta'zîr cezalarının
uygulanması için İslam devletinin varlığı ön
şarttır. Çünkü cezalar ancak hakim hükmüne dayanır ve
infazı devletin yaptırım gücüne dayanır. Müslümanlar
fert olarak had veya ta'zîr cezası uygulamaya kalkarlarsa fesat,
kargaşa ve anarşi doğar. Diğer yandan hakkında
had cezası bulunmayan bir suçu işleyenin ceza ehliyeti için akıllı
olması yeterlidir. Bu yüzden erkek veya kadın, müslim veya
kafir, ergin ve mümeyyiz küçük her akıllı ta'zir
cezalarının muhatabıdır. Gayri mümeyyiz küçüğe
ise ceza değil, te'dib amacıyla ta'zîr uygulanır (el-Kasan,
a.g.e., VII, 63).
Sonuç olarak, bir münkeri (haram-mekruh) işleyen
veya başkasına haksız olarak eza veren herkese ta'zîr
cezası uygulanabilir. Bu kişinin mü'min veya kafir olması
da sonucu değiştirmez (İbn Abidîn, a.g.e., III, 199, 203,
206; ez-Zühayl, a.g.e., VI, 205).
Ta'zîr cezasının miktarı:
Ta'zirin miktarı, suçun miktarı ile
bağlantılı olur. Hakim suçlunun durumuna ve suçun niteliğine
göre ağır söz, hapis, dayak, eşcinsellikte olduğu
gibi öldürme veya velilikten azletme gibi bir cezayı uygular.
Ölüm cezası asarak da infaz edilebilir. Suçlunun yemesine,
içmesine ve abdest almasına engel olunmaz. Namazını ima
ile kılar ve iade etmez. Sakalını tıraş etme,
bir organını kesme veya yaralama şeklinde bir ceza
verilmesi caiz değildir.
Dayak cezasının en azı için belirli bir
sınır yoktur. Üç kamçı ve daha çok olabileceği
gibi suçlunun durumuna göre bundan az da olabilir. Dayağın
üst sınırı konusunda görüş
ayrılığı vardır.
Ebû Hanîfe, Muhammed, Şafiî ve Hanbelilere
göre, ta'zir cezası, şer'î had cezalarının en alt
sınırına ulaşmamalıdır. Bundan bir kamçı
eksik bırakılır. Şafiîlere göre hürler için
hadlerin en alt sınırı kırk değnek olup, bu da
şarap içene verilen cezadan ibarettir.
Diğer müctehitler kölelere uygulanan yarı
cezayı ölçü alarak yine kırk değnek miktarını
esas almışlardır. Çünkü seksen değnek olan zina
iftirası cezası kölelere kırk değnektir.
Ta'zîrde, had cezasının miktarını
asmama esası şu hadise dayanır: "Kim had olmayan bir
konuda had cezasına ulaşan bir ta'zir cezası verirse, o zulüm
yapmış olur" (Zeylaî, Nasbü'r,-Raye, III, 354;
el-Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VI, 281).
Diğer yandan cezanın suç ve ma'siyetin ağırlığına
göre belirlenmesi gerekir. Ayet ve hadislerde suç sayılıp ceza
konulan hususlar, ceza miktarını belirleme, idarecilere
bırakılanlardan daha ağır kabul edilmiştir. Bu
nedenle, iki şeyden hafif olanın ağır olanına
ulaşması caiz olur.
Ebû Yusuf'a göre, ta'zir cezası hürler için
olan seksen değneğe ulaşmamalı, bundan beş
değnek eksik bulunmalıdır. Çünkü nass'lardaki cezalar
hürler muhatap alınarak belirlenmiştir.
Bu görüş Hz. Ali'nin uygulamasına
dayanır.
Malikîlere göre ise, İslam devleti, had cezasına
eşit bu cezanın altında veya üstünde ta'zir cezası
koyabilir. Ma'n b. Zaide olayı buna delildir. Bu zat Hz. Ömer
döneminde beytülmal mührünü taklid ederek hazineden mal çekmiş,
durum Halîfeye ulaşınca, önce yüz değnek ve hapis
cezası vermiş, daha sonra yüz değnek daha verilmiş,
üçüncüde, tekrar dayak ve sürgün cezası verilmiştir
(İbn Kudame, el-Muğnî, VIII, 325). Burada Ma'n b. Zaide'nin;
"Mü'hür taklidi" "beytülmalden haksız mal
alma" ve "başkalarına hile kapısını açma"
suçlarını işlediği görülür. Malikîlerin bu
görüşünü Hz. Ali'den nakledilen şu uygulama da destekler:
Hz. Ali, yabancı bir kadınla zina etmeksizin bir arada bulunan
kimseye yüz değneği iki eksiği ile
uygulamıştır (ez-Zühaylî, a.g.e., 206,207).
Ta'zîr cezasının özellikleri:
Ta'zîr cezası kul hakkı ile ilgili
olduğu zaman uygulanması vacip olur, af yoluna gidilemez.
Çünkü hakimin kul haklarını düşürme yetkisi yoktur. Eğer
ta'zîrin konusu Allah haklarından ise İslam devleti maslahat
olan yer ve zamanlarda bu cezadan vazgeçebilir veya bu konuda af çıkarabilir.
İbnü'l-Hümam (ö. 861/1457) bu konuda şöyle der: "Allah
hakkı ile ilgili olan ta'zîr cezasını İslam devlet
başkanının uygulaması gerekir. Ancak suçlunun
infazdan önce boyun eğdiği anlaşılırsa, cezadan
vazgeçilmesi caiz olur" (İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadîr, Mısır
1316, IV, 212, 213; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, III, 205;
ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 208).
Şafiîlere göre ta'zîr cezası insana ait
hakla ilgili olmadıkça İslam devlet başkanı
tarafından terkedilebilir. Çünkü Hz. Peygamber, "İyi hal
gösterenlerin hadleri dışındaki cezalarını
kaldırınız" (Ebû Davud, Hudûd, 5; Ahmed b. Hanbel,
VI, 181) buyurmuştur. Diğer yandan yabancı bir kadınla
cinsel ilişki dışındaki şeyleri yapan bir erkek,
Hz. Peygambere gelerek durumunu sorunca, Allah elçisi ona, "Bizimle
birlikte namaz kılmadın mı?" demiş, adamın
"Evet" demesi üzerine de; Şüphesiz iyilikler
kötülükleri yok eder" (Hûd, 11/114) ayetini okumuştur. (Ebû
Davûd, Hudûd, 31; Tirmizî;, Tefsiru Sure II/114) Bunun üzerine adam;
"Ey Allah'ın elçisi! Ayet benim için midir?" diye sormuş,
Hz. Peygamber (s.a.s), Ümmetimin hepsi içindir" buyurmuştur
(Buharî, Mevakît, 45, Tefsîru Sure, 11/6; Müslim, Tevbe 39, 40; Ahmed
b. Hanbel, 1, 386, 430; İbn Kesir, Tefsirî İbn Kesîr, Tahk. M.
Ali es-Sabûnî, Beyrut, 1402/1981, II, 235).
Ta'zîr cezasını terketmek caiz
olmasaydı, Hz. Peygamber'in bu sahabiyi cezalandırması
gerekirdi.
Malikî ve Hanbellîre göre, ta'zîr cezalarını
İslam devleti uygun bulduğu sürece hakimin bu cezaları
terketmesi caiz olmaz; çünkü ta'zîr, Allah hakkı için meşru
bir boyun eğdirme yoludur. Bu yüzden hadler gibi bağlayıcı
olur (ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 207,208).
Diğer yandan ta'zirin infazında
ağır şekil esas alınır. Çünkü, mesela değnekte
hafif olan sayı alındığı için, ikinci bir
hafifletme yoluna gitmek uygun düşmez. Aksi halde cezanın
yaptırım gücü zayıflar (İbnü'l-Hümam, a.g.e,
III,199).
Terbiye için dövmek:
Baba oğlunu, koca karısını veya öğretmen
öğrencisini eğitmek için dövse bu meşrû te'dîp sırasında
bu kimseler telef olsa; Ebû Hanîfe ve Şafiî'ye göre, bu durumda
tazminat gerekir. Çünkü bu mübah bir terbiye şekli olup, yoldan
geçiş gibi, başkasına zarar vermeme şartıyla
sınırlanmıştır. Ebû Yûsuf, Muhammed, Malik ve
Ahmed b. Hanbel'e göre, bu durumlarda tazminat gerekmez. Çünkü
te'dîp, boyun eğdirmek ve menetmek için meşrû kılınmış
bir fiildir. Bu yüzden hadlerde olduğu gibi burada tazmin söz
konusu olmaz (es-Şerahsî, el-Mebsût, XVI, 13; İbn Abidin,
a.g.e, V, 401; es-Sevkanî, a.g.e, VII, 140-145; eş-Şirazî,
el-Mühezzeb, II, 271, 289; eş-Şirbinı, Muğnl-Muhtac,
IV, 199 vd.; Ali Haydar, Duraru'l Hukkam, II, 77; İbn Kudame, el-Muğnî,
VIII, 327).
Ta'zîr cezasını vermeye yetkili olanlar:
Ta'zir cezasını hadlerde olduğu gibi,
İslam devleti uygular. Bunun dışında baba ve kocadan
başka ta'zîr cezası vermeye yetkili hiçbir kimse yoktur.
Baba için küçük çocuğunu terbiye etmek, öğretimi,
ahlaklanması, kötülükten sakındırılması için
ta'zîr cezası vermek, bir haktır. Namazı emretmek,
kılmazsa dayak cezası uygulamak bu niteliktedir. Hidane çağında
anne de bu konuda baba gibidir. Baba ergenlik çağına giren
çocuğuna artık ta'zîr cezası uygulayamaz.
Koca da karısına, itaatsizlik halinde ve
namaz kılmak, oruç tutmak gibi Allah hakkının edası
konusunda ta'zîr uygulayabilir (eş-Şiraz a.g.e, II, 275;
ez-Zühayl, a.g.e, VI, 212, 213).
Ta'zîr gerektiren suçun ispat yolları:
Hanefîlere göre ta'zîrlik suç, diğer kul
haklarının ispat araçları gibi delillerle sabit olur.
İkrar, beyyine, yeminden kaçınma, hakimin özel bilgisi gibi
ispat araçları bunlardandır. Yine bu konuda
kadınların şahitliği erkeklerle birlikte kabul edilir.
Şahitlik üstüne şahitlik ve hakimin hakime yazı
yazması da bu araçlardandır.
Ebû Hanîfe'den, ta'zîrlerde kadınların
şahitliğinin kabul edilmeyeceği görüşü nakledilir
(el-Kasanî, a.g.e, VII, 65; İbn Abidîn, III, 205).
Had veya ta'zîr infaz edilirken suçlunun ölmesi:
Şafiîler dışında çoğunluğa
göre, devlet başkanı bir kimseye ta'zîr veya had cezası
uygulasa, adam bu sebeple ölse tazminat gerekmez. Çünkü ta'zîr boyun
eğdirme ve engelleme için meşrû kılınan bir
cezadır. Had gibi, bununla telef olanın tazmini de gerekmez.
Çünkü devlet başkanı had ve ta'zîri uygulamakla
yükümlüdür. (İbnü'l-Hümam, a.g.e, IV, 217; Zeylaî, Tebyîn,
III, 211; İbn Abidîn, III, 208; İbn Kudame, a.g.e, VIII, 310,
vd.)
Şafiîlere göre, hadler için tazmin gerekmezse
de ta'zîr cezası tazmini gerektirir. Çünkü ta'zîr telefle
sonuçlanmaması esasına bağlanmıştır. Bunda
amaç helak değil terbiyedir. Telefin meydana gelmesi meşrû sınırın
aşıldığı anlamına gelir (Zeylaî,
Nasbu'r-Raye, III, 352; Şevkanî, a.g.e, VII, 143, 138;
ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 210, 211).
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.