Tahrif
Tahrif
Bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi
değiştirme, bozma. Bir ibarenin anlamını
değiştirme. ilahî kitaplar üzerinde herhangi bir kelimenin
bile bile değiştirilmesi.
islam dinine göre birkaç çeşit tahrif
vardır: 1. Bir kelimenin bazı harflerini yanlış
telaffuz ederek ona başka mana vermek, 2. Bir hadis veya ayete tefsir
yoluyla değişik mana vermek, 3. Metinler arasında bile bile
değişiklik yaparak Kur'anı-ı Kerim ve Hadis-i
Şerif'lerde mevcut olmayan bir kelimeyi metinlere eklemek suretiyle
varmış gibi göstermek.
Dinî bir metnin aslını bozma ve
değiştirme anlamına gelen tahrif, islam literatüründe
genellikle Tevrat ve İncil'in geçirdiği değişiklikler
ve aslının bozulmasını ifade için kullanılır.
Yapılan araştırmalar Tevrat'ta, Allah'ın kelamı
olarak kabul edilebilecek az sayıda ibare ve bölümün bulunduğunu
ortaya koymuştur. İlahî metin olma niteliğindeki bu az
sayıda ibare ve bölüme de haham, kahin ve Yahudi müfessirleri
tarafından söz, hikaye, vaaz ve telkinler ilave edilmiştir.
Bu bakımdan, ilavelerin ayıklanarak aslî metnin ortaya çıkarılması
oldukça zordur.
Hz. Musa, İsrailoğullarından
verdiği talimatlara uymalarını, Allah'ın emir ve
yasaklarını gelecek nesillere öğretmelerini, evde olsun,
yolda olsun, her oturuş kalkışta bunlardan söz etmelerini
ve Tevrat'a iyi sahip olmalarını istemiş, onlardan söz almıştı.
Fakat onlar Hz. Musa'nın samimi nasihatini ciddiye
almadıkları gibi, Tevrat'ı muhafaza ve nesilden nesile
intikal ettirmek görevini de yerine getirmemişlerdir.
İsrailoğulları ta başından beri Allah kelamı
olan Tevrat'a daima ilgisiz kalmışlardır. O kadar ki, Hz.
Musa'dan yediyüz yıl sonra Kudüs'teki Süleyman Mabedi'nin Baş
rahibi ile dönemin hükümdarı, kendilerine Allah tarafından
Tevrat adında bir kitabın verildiğinden nerede ise
haberleri bile yoktu.
Tevrat'ın nesilden nesile sağlam bir
şekilde intikali konusunda Yahudi din adamlarının en büyük
suçu, bu ilahi kitabı okuma keyfiyetini kendi tekellerine
almış olmalarıdır. Bundan dolayıdır ki
Tevrat Yahudi halkının bildiği ve okuduğu bir kitap
mahiyetini alamamış, halk bu Allah Kelamından kopuk
yaşamıştır. Daha sonraları Yahudiler
arasında bid'at ve cehalete dayanan uygulamalar ortaya çıkınca,
din alimleri bir yandan bid'at ve cehaletle mücadeleye girişmiş,
bir yandan da bozuk inanç ve uygulamalara karşı Tevrat'tan
kanıtlar bulmaya çalışmışlardı. Tevrat'tan
kesin cevap bulamadıkları hususları da bizzat kendileri
Tevrat'a eklemişlerdir.
Yahudi alim ve hahamları, kesin cevap
bulamadıkları noktalarda Tevrat'ı yalnız kendi
anlayışları doğrultusunda yorumlamakla
kalmamışlar, uygun gördükleri metinleri ekleyerek bazı
yerleri de çıkarmışlardır. Sonuçta bu ilave ve çıkarmalar
gerçek Tevrat'ı tanınmaz hale getirmiştir.
Aynı tür bir tahrif hadisesine diğer ilahi
kitap olan İncil'de de rastlanmaktadır. Hristiyan rahipleri
kendi yorum ve hayal mahsulü düşüncelerini, kendi ictihadları
doğrultusunda geliştirdikleri din
anlayışlarını Allah'ın kelamı olan
İncil'e ekleyerek bu ilahî kitabı adeta anlaşılamayacak
hale getirmişlerdir. Kur'an-ı Kerim, Yahudi ve Hristiyan din
adamlarının ilahi kitaplar üzerindeki bu çirkin tasarruflarını
şöyle açıklıyor: "Ey iman edenler! Biliniz ki,
hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların
mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah
yolundan engellerler..." (etTevbe, 9/34). Bu ayetten
anlaşıldığı üzere hahamlarla rahipler, mukaddes
kitaplardaki ayetleri dünya menfaati karşılığında
da değişmişler veya hükmünü kendilerine göre yorumlamışlardır.
Bunlar özellikle Hz. Muhammed'in Peygamberliğiyle ilgili ayetleri
tahrif etmişler, Kitab-ı Mukaddes'in, Hz. İsa'dan sonra Hz.
Muhammed'in geleceğini müjdeleyen ayetlerini yok etmeye çalışmışlardır.
Haham ve rahipler bununla da yetinmemiş, ilahî
kitaplara yaptıkları ilavelerin aslî metin olduğunu iddia
etmişlerdir. Böylece haham ve rahiplerin tarih felsefesi, kelam, fıkıh,
tefsir ve diğer ilim dallarındaki görüş ve yorumları
Kitab-ı Mukaddes Külliyatı içine girerek adeta Allah kelamının
bir parçası halini almıştır.
Yapılan araştırmalar Ahd-i Atik (Eski
Ahit)'in ilk beş kitabının asıl Tevrat
olmadığını ortaya koymuştu. Orijinal
Tevrat'ın bir nüshası veya bölümü hiç bir yerde yoktur. Bu
iddiayı bizzat Tevrat'ın kendisi de doğrulamaktadır.
Bugün elde mevcut Tevrat Hz. Musa'nın, ölümüne yakın bir
zamanda bu ilahi kitabı bir sandığa koyarak Hz.
Yeşu'ya teslim ettiğini, Babil imparatoru Buhtu'n-Nasr'ın
Kudüs'ü yakıp yıktığı zaman sandıktaki
Tevrat'ın da yanıp kül olduğunu bize bildirmektedir. Bu
işgal ve yangından yaklaşık 250 yıl sonra Hz.
Üzeyir'in, din bilgini ve hahamların gayreti ve semavî ilhamla
Tevrat'ı yeniden topladığını bizzat İncil
rivayetlerinden öğrenmekteyiz. Bu hadiseler dışında
da çeşitli olaylar, Kitab-ı Mukaddes'in büyük çapta tahrife
uğrayarak kaybolmasına sebep olmuştur. Büyük
İskender'in fütuhatı sonucunda Yunanlılar diğer kültür
eserleriyle birlikte Tevrat'ı da Yunanca'ya çevirmişlerdir.
Netice itibariyle Yunan kültürünün tesirinde kalan Yahudiler de
Tevrat'ın İbranice nüshası yerine Yunanca tercümesini
kullanmaya başlamışlardır. Bu bakımdan Yunanca
tercümelerden bize intikal eden günümüzdeki Tevrat'ın, Hz.
Musa'ya vahyedilen Tevrat olduğunu söylemek güçtür. Ancak bütün
bunlardan, Tevrat bütünüyle tahrife uğramıştır
sonucu çıkarılmamalıdır. Tevrat'ın tamamen
tahrif edilmediğini, içinde, Kur'an-ı Kerim'le tezat
teşkil etmeyen Hak kelamı pasajlardan anlamak mümkündür.
Nitekim Prof. M. Hamidullah da, Kitab-ı Mukaddes'in tamamen tahrife
uğramadığını, içinde mevcut olan bazı Allah
kelamı cümlelerinden dolayı O'na Kur'an-ı Kerim gibi hürmet
gösterilmesi gerektiğini belirtmiştir (Konferanslar, Erzurum
1975, s. 17). Ayrıca bugünkü Kitab-ı Mukaddes'de Allah kelamının
yanısıra Yahudi din bilginlerinin tefsir ve tevilleri,
İsrailoğullarının tarihi, İsrailli
fıkıh bilginlerinin ictihadı vb. yanyana ve içiçedir.
Bunlar birbirine öylesine karışmıştır ki,
şu Allah kelamıdır, şu bunun tefsir ve tevilidir diye
bir ayrım yapmak çok zor bir iştir (Mevdudi, Tevhid Mücadelesi,
(çev. A. Asrar) İstanbul, 1983, I, 530).
Tevrat'ın dinî hükümleri üzerinde de tahrifler
yapılmıştır. Bilindiği üzere Hayberli Yahudiler,
zina eden evli bir erkekle evli bir kadın hakkında hüküm
vermesi için Hz. Peygamber'e gelmişler, o da suçluların
recmedilmeleri gerektiğini, Tevrat (Tesnye, XXII, 23-24)'ın da
bunu emrettiğini söylemiştir. Yahudiler ise bunu bildikleri
halde o hükmü fakir ve kimsesizlere uyguluyor, aynı suçu işleyen
zengin ve mevki sahibi kişileri de kırbaç cezasıyla veya
eşeğe ters bindirerek halk arasında
dolaştırıyorlardı. Böylece Yahudiler Allah'ın
kitabından yüz çevirerek işlerine geleni alıyor,
dolayısıyla da şeriatı tahrif ediyorlardı. Hz.
Peygamber de hadis-i şeriflerinde Yahudi ve Hristiyanların
"Tefsir etmek suretiyle kitaplarını tahrif ettiklerini"
(Darim, Mukaddime, 56), "İsa'dan sonra meliklerin Tevrat'ı
değiştirdiklerini" (Nesa, Kudat, 12), "Kitaplarını
hem tahrif ettikleri, hemde ilaveler yaptıklarını (Tirmiz,
Tefsir, 34/3) açıklamıştır.
Kitab-ı Mukaddes'deki tahrif hadisesinin bir
başka delili de, bizzat Tevrat ve İncil'de görülen çelişkilerdir.
Tevrat'daki çelişkilerden birkaçını tesbit etmek için
Tekvin, 1, 27 ile Tekvin, II, 17; Tekvin, XXII, 14 ile Çıkış,
Vl, 2-3; 1. Samuel, XVI, 10 ile 1. Tarihler, II, 13-15 cümlelerini
birbirleriyle karşılaştırmak yeterlidir. Aynı
şekilde İncil'deki çelişkilerden birkaçını
tesbit edebilmek için de Yuhanna, IV, 3 ile Matta, XIII, 54-58; Matta, X,
9-10 ile Markos, Vl, 8-10; Luka, 111, 23 ile Matta 1, 16; Luka, 111, 31
ile Matta, 1, 6 cümleleri karşılaştırmak bir fikir
vermek için yeterlidir.
Tevrat'da Hz. Süleyman'a atfedilen Nesideler Nesidesi
bölümü de baştan sona tahriflerle doludur. Bu bölümde bir
peygamberin ağzından çıkması mümkün olmayacak
sözler vardır. Aynı şekilde yine Hz. Süleyman'a atfedilen
Tevrat'ın 1. Krallar ve 11. Krallar bölümünde O'nun, bütün
gücünü büyülerden aldığı ifade edilerek, Allah'ın
peygamberlerine verdiği mucizeler gölgelenmek istenmiştir.
Kur'an-ı Kerim'in, "De ki: Ey kendi
aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran
kullarım..." (ez-Zümer, 39/53) ayetini bazı art niyetli
kişiler hayret verici bir şekilde yorumlamışlar,
tahrife girişmek istemişlerdir. Onlara göre Allah Teala,
Peygamberine insanlara, "Ey kullarım" demesini
emretmiştir. Yeni -haşa- insanlar Hz. Peygamber'in kulları
haline getirilmiştir. Buna tevil değil, açıkça Kur'an'ı
tahrif etmek denir. Bu gibilere belki bazı cahiller hayran
kalabilirler. Böyle bir tevilin kabulü, Kur'an'ın bütünüyle
çelişkili olduğu anlamına gelir. Çünkü Kur'an başından
sonuna kadar, yalnızca Allah'a kulluktan söz etmiş, Hz.
Muhammed'in Rab değil kul olduğunu özellikle vurgulamıştır
(Mevdudi, Tefhim, (Türkçe çev), V, 114).
Osman CİLACI
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.