Tebük Seferi
Tebük seferi
Hz. Peygamber'in Hicretin dokuzuncu yılında,
Şam'da toplanan kırkbin kişilik Bizans ordusuna
karşı çarpışmak üzere Medine'den Tebük'e kadar
sevkettiği en son ve en güçlü askerî hareket.
Tebük arap yarımadasının kuzeyinde
Medine ile Şam'ın ortasında bir yerin adıdır.
Suyu ve hurmalığı olan bir yerdir. Bu savaş
yolculuğunun son ucu burası olduğu için "Tebük Gazası"
adı ile anılmıştır. Bu seferde savaş
olmamış fakat en güçlü bir İslam ordusu techiz edilmiş,
böylece askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılmıştır.
Seferin nedeni: Bizans İmparatoru Heraklius'a bir
mektup yazan Suriye'li hristiyanlar, Muhammed'in öldüğünü,
müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan
olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları kendi
dinine katmanın tam zamanı bulunduğunu bildirdiler (Heysemî,
Mecmau'z-Zevaid, VI, 191). Bunun üzerine Heraklius silahlandırdığı
kırk bin kişilik askeri bir gücü Kubad'ın komutası
altında yola çıkardı. Cüzam, Lahm, Gassan ve Amile adını
taşıyan arap kabilelerinin de Rumlarla birlikte hareket
edecek!eri haberi Medine'ye ulaştı. Zaten Allah'ın elçisi
kuzey sınırından güvende değildi. Böyle bir askerî
harekat hazırlığını öğrenince genel
seferberlik ilan etti. Allah'ın Resulu diğer gazvelerde
genellikle seferin nereye olacağını gizli tutarken bu defa
Bizans ordusuna karşı bir sefer düzenleneceğini açıklamıştı.
Çünkü gidilecek yer uzak, havalar sıcak ve kurak, düşman güçlü
idi. Ordunun buna göre hazırlık yapması gerekiyordu.
Mekke'den ve diğer arap kabilelerinden asker toplamak için de
görevliler çıkarılmıştı.
Sıcak, kuraklık, kıtlık,
uzaklık ve güçlü düşman unsurları bu seferi "güç
ve zor bir sefer" haline getirmişti. Bu yüzden seferin rastladığı
zamana Kur'an-ı Kerim'de "Saatü'l-usre" (güçlük zamanı)
denilmiş, bu sefere de Kur'an dilinden alınarak "Gazvetü'l
usre (zorluk gazası)" adı verilmiştir. Bu sefere
katılan orduya da "Ceyşü'l-usre (Güçlük ordusu)"
denilmiştir (bk. et-Tevbe, 9/117; ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc
ve Şerh, Kamil Miras, 6. Baskı, Ankara 1983, X, 408, 409;
İbn İshak, İbn Hişam, es-Sîre, IV, 161; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, IV, 75; Vakıdî, Meğazî, III, 991).
Hz. Peygamber savaş için hazırlık
yapılmasını emrettiği zaman mevsimin
olumsuzlukları, ürünün hasat zamanı oluşu ve
insanların yazın sıcağında ağaç gölgesinde
oturmayı sevmesi yüzünden, böyle sıkıntılı bir
yolculuğa isteksizlik vardı. Ashab-ı kiramın
ağır davranması dikkati çekmişti. Bu yüzden Allah'u
Teala müminleri şöyle uyardı:
"Ey iman edenler! Size ne oluyor da: Allah yolunda
cihata çıkın, denildiğinde, bazılarınız
ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak
istemiyorsunuz? Yoksa siz ahireti bırakıp, sadeœ dünya hayatına
mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçici
zevki ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir" (et-Tevbe,
9/38). Devamı ayetlerde, eğer bu cihata çıkmazlarsa can
yakıcı bir azapla karşılaşacakları, bunun
zararının Allah'a değil kendilerine olacağı,
Allah'ın Resulune yardım etmeseler bile, Allah'ın O'na
yardım edeceğini, nitekim Mekke'den hicret ederken de
Resulullah'a yardım edildiği, mağarada da o,
arkadaşına; "üzülme, Allah bizimle beraberdir"
diyordu, böylece Allah'ın Resulune emniyet ve güven verdiği,
şimdi de aynı yardımı yapabileceğini bildirdi (et-Tevbe,
9/39, 40).
İİslam toplumu su ayetle topluca cihata çağrıldı:
"Ey müminler! Güçlünüz zayıfınız hep birlikte
savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla
canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için
daha hayırlıdır" (et-Tevbe, 9/41).
Sahabenin Orduya Yardımları:
Hz. Peygamber her gün minberine oturur ve "Allahım!
Sen şu bir avuç İslam toplumunun yok olmasına fırsat
verirsen, artık yeryüzünde sana ibadet olunmaz" diyerek yalvarır
ve müminleri mallarıyla ve canlarıyla cihata teşvik ederdi.
Bunun üzerine servet sahibi müminler orduya yardım getirmeye
başladılar.
Hz. Ömer bu sefere dörtbin dirhem gümüş para (beş
dirhem yaklaşık bir koyun bedeli) getirmiş ve Hz.
Peygamber'in "Geride ne bıraktın?" sorusuna "malımın
yarısını" diye cevap vermiştir (İbn Esîr,
Üsdü'l-Gabe, III, 326-327; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, 2.
baskı, İstanbul, t.y., IX, 156, 157). Hz. Ebû Bekir de dörtbin
dirhem getirince, Allah elçisinin "Aile fertleri için ne bıraktın?"
sorusuna; "Onlara Allah ve Resulunü bıraktım" diye
cevap verince, bunu işiten Hz. Ömer hayır
yarışında Ebû Bekir'i geçemeyeceğini belirterek
ağlamıştır (Vakıdî, Meğazî, III, 991;
İbnü'l-Esîr a.g.e., III, 327).
Abdurrahman b. Avf da sekizbin dirhem sermayesinin yarısını
getirince Allah elçisi; "Allah senin getirip verdiğini de, ev
halkın için ayırdığını da bereketlendirsin"
(Vakîdî, Meğazî, III, 991; Taberî, Tefsir, X, 197) diye dua
etmiştir.
Hz. Osman ise ordunun techizinde en büyük yardımı
yapmıştı. O, üçyüz deve, yüz at bağışlamış,
ayrıca bin altın lirayı Resulullah'ın
kucağına dökünce, Allah elçisi; "Ey Allah'ım! Ben
Osman'dan razıyım, sen de razı ol" diye dua etmiş
ve Osman'ın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir
sorumluluğunun bulunmayacağını bildirmiştir (bk.
Ahmed b. Hanbel, IV, 75; Vakıdî, a.g.e., III, 991; İbn Ishak,
İbn Hişam, Sîre, IV, 161). Ayrıca Hz. Osman'ın birer
altın sarfı ile onbin askeri techiz ettiği, su içtikleri
kapların ağız bağlarına ve askı iplerine
kadar sağlanmadık ihtiyaçlarının
bırakmadığı nakledilmiştir. (Vakıdî,
Megazî, III, 991; Belazurî, Ensabü'l-Eşraf, 1, 368).
Malî durumu zayıf olanlar da ellerinden gelen
yardımı yapıyorlardı. Hz. Peygamber; "Kim bugün
bir sadaka verirse sadakası kıyamet günü Allah katında
onun lehine şahitlikte bulunacaktır" buyurunca, bir adam
başına sardığı sarığı vermiş,
siyah, hor görünüşlü bir yoksul da çok güzel bir deveyi bağışlayıp
gitmişti. Ebû Ukayl iki ölçek hurma karşılığında
sabaha kadar su çekmiş, bir ölçeğini ev ihtiyacı için
ayırmış, bir ölçeğini de orduya
bağışlamıştı. Hz. Peygamber onun için de
hayır ve bereketle dua etti (Taberî, Tefsir, X, 194, 195). Başka
bir yoksul Ulbe b. Zeyd ise malı, mülkü, biniti olmadığı
için cihata hiçbir katkısı olamayışından çok
üzgündü. Gece namazından sonra Allah'a niyazda bulundu, imkanlarının
olmayışından yakındı. Ertesi gün sıkılarak,
alay edilmeyi göze alarak çok az bir meta'ı Hz. Peygamber'e getirdi.
Bu da sadakalara karıştırıldı. Ertesi gün Hz.
Peygamber az bir sadaka veren bu yoksulu davet etti ve şöyle buyurdu:
"Muhammed'in varlığı, kudreti elinde bulunan Allah 'a
yemin ederim ki, sen sadakası kabul olunanların Divan'ına
yazıldın" (İbn Kayyim, Zadu'l-Mead, Mısır
1390/1970, III, 4; Vakıdî, a.g.e., III, 994; İbn Hacer,
el-İsabe, II, 500).
Kadınlar da ellerinden gelen yardımı
yapmaktan geri durmuyorlardı. Ümmü Sinan el-Eslemiyye şöyle
anlatır: "Hz. Aîşe'nin evinde Resulullah (s.a.s)'ın
önüne serilmiş bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler,
bazubentler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarını
bağlayacak bir takım kayışlarla, kadınlar
tarafından gönderilen ve savaşta işe yarayabilecek bir
takım şeyler bulunuyordu" (Vakıdî, Meğazî,
III, 991, 992).
Tebük Seferi ve Münafıklar:
Münafıklar müminleri başarıya götürebilecek
her önemli işte olduğu gibi gerek Tebük gazvesi hazırlıkları
ve gerekse yolculuk sırasında bozgunculuk yapmaktan geri
durmadılar.
Münafıkların başı Abdullah b. Ubey
b. Selül; "Muhammed Roma devletini oyuncak mı sanıyor?
Onun ashabıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle
görmüş gibi biliyorum" diyerek halka korku ve ümitsizlik
vermeye çalışıyordu (Ahmet Cevdet Paşa,
Peygamberlerin Kıssaları ve Halifelerin Tarihleri, İstanbul
1977, I, 206).
Münafıklardan bir topluluk hiçbir özürleri
olmadığı halde Tebük seferine katılmamak için Hz.
Peygamber'den izin istediler. Allah'ın Resulu seksenden fazla münafığa
izin verdi. Kimi münafıklar da ganimet almak için Tebük ordusuna
katılmış ve gittikleri yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri
durmamışlardır (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,
160 vd.; Taberî, Tarih, III, 142 vd.; Vakıdî, Megazî, III, 995;
et-Tevbe, 9/66).
Orduya özürsüz katılmayan münafıklarla
ilgili çeşitli ayetler indi. Bazıları şunlardır:
"Onlardan bazısı peygambere: "Bana izin ver, beni
fitneye düşürme" diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine
düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kafirleri çepeçevre
kuşatıcıdır" (et-Tevbe, 9/49). "Cihatdan
geri kalanlar, Allah'ın Resulune muhalefet ederek oturup
kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla
cihat etmeyi hoş görmediler. "Bu sıcakta savaşa çıkmayın
" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha
sıcaktır". Keşke bilseydiler.
Yaptıklarının cezası olarak, artık az gülsünler
çok ağlasınlar" (et-Tevbe, 9/81, 82; ayrıca bk.
9/42-48, 63-64, 79, 83, 86, 87, 90, 93-96).
Yahudi Süveylim 'in Evinin Yakılması:
Münafıklardan bazı kişilerin Yahudi Süheylim'in
Casum mevkiindeki evinde toplanıp, Tebük gazasına çıkacak
halkı Hz. Peygamber'in etrafından dağıtmak üzere
toplandıkları haber alındı.
Bunun üzerine Allah elçisi Talha b. Ubeydullah'ı
(ö. 36/656) bazı sahabelerle birlikte onlara gönderip Süveylim'in
evini ateşe vererek üzerlerine yıkmasını emretti.
Emir yerine getirildi. Dahhak b. Halîfe evin damından
atlayınca ayağı kırıldı. İbn Übeyrık
ve arkadaşları ise damdan atlayıp kaçtılar (İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, IV, 160; Diyarbekri, Hamis, II,
124).
İhmalcilik Yüzünden Sefere Katılmayan Müslümanlar:
Mümin oldukları halde ihmalcilik yüzünden
sefere katılamayanlar da olmuştu. Bunlar: Ka'b b. Malik,
Mirare b. Rabî' ve Hilal b. Ümeyye (r. anhüm) idi.
Ka'b b. Malik; Akabe'de Hz. Peygamber'e bey'at etmiş,
Bedir dışında tüm gazalara katılmıştı.
Tebük seferine katılmak için her türlü imkana sahip olduğu
halde sırf ihmalciliği nedeniyle bu gazaya
katılamadığını şöyle belirtmiştir:
"Hz. Peygamber bu gaza için hazırlanmaya başladılar.
Ben de onlarla birlikte yol hazırlığını görmek
üzere sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiç bir iş
görmeden akşam üzeri döner, gelirdim. Kendi kendime; hazırlanmak
için çok vaktim var, derdim. Bu ihmalcilik bende sürdü gitti. Sonunda
Resulullah ve ashabı birden yola çıkıverdiler" (Vakıdî,
Meğazî, III, 997, 998).
Diğer iki sahabe de benzer ihmal içinde olup
gecikmişler ve sefere katılmamışlardı. Ancak daha
sonra bu üç sahabe ruhen çok daraldı ve dünya kendilerine dar
geldi. Onların bu sıkıntısı Kur'an-ı Kerîm'de
şöyle açıklanır: "Ve savaştan geri kalan o üç
kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine
rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son
derece sıkıldığı, Allah'tan başka bir
sığınak olmadığını
anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları
bağışlamıştı. Şüphesiz ki, Allah,
tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır"
(et-Tevbe, 9/118).
Özür Nedeniyle Sefere Katılamayanların Ecre
Ortak Oluşu:
Ashab-ı kiramdan meşrû özürleri yüzünden
Tebük gazvesine katılamayanların, katılan askerlerin
kazandığı tüm ecre ortak oldukları hadis-i
şerifle sabittir.
Enes b. Malik (r.a)'den rivayete göre Hz. Peygamber
Tebük seferi sırasında şöyle buyurmuştur:
"Medine'de bir topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ
yolunda, bir vadide her yürüyüşümüzde, onlar da bizimle
birliktedirler. Ashap: Ya Resulullah, onlar nasıl bizimle birlikte
olur?" diye sorunca da; "Onları burada bulunmaktan
(hastalık, gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir"
(Buharî, Cihad, 140, Temennî, 9, Menakıbu'l-Ensar, 1, 3,
Megazî, 56; Müslim, Zekat, 133, 136136; Tirmizî, Menakıb, 65; Kamil
Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)
Tebük'e Büyük Yolculuğa İmkan
Bulamayanların Ağlayışı:
Varlıklı sahabelerin yardımı ile
ihtiyaçlı gaziler techiz ediliyor, fakat sayı çok fazla olduğu
için bu yardım da yetişmiyordu. İslam tarihinde "ağlayanlar"
diye anılan yedi kişi Resulullah (s.a.s)'a gelerek, bu gazveye
katılmak istediklerini, fakat binit ve yiyeceklerinin
bulunmadığını bildirdiler. Hz. Peygamber'in
kendilerine binit kalmadığını söylemesi üzerine bu
yedi kahraman ağlayarak geri dönmüşlerdi. Bunlar Salim b.
Umeyr, Ulbe b. Zeyd, Ebû Leyla el-Mazinî, Seleme b. Sahr, Irbad b.
Sariye; bir rivayete Abdullah b. Muğaffel ve Ma'kıl b. Yesar
veya Amr b. Gunme (r. anhüm)'dür. Onların bu hali Kur'an-ı
Kerim'de şöyle haber verilir: "Cihada çıkabilmek için
binek vermen için sana geldikleri vakit: "Size verecek bir binit
bulamıyorum" dediğinde, savaş araç ve gereçleri
bulamadıklarını üzülüp gözleri yaşla dolu olarak
geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur" (et-Tevbe, 9/92).
Bunun üzerine bu yedi mücahidden ikisine İbn
Yamin, ikisine Hz. Abbas b. Abdilmuttalib, üçüne de Hz. Osman binit sağlamıştır
(İbn İshak, İbn Elisam, Sîre, IV, 161, 162; Vakıdî,
Megazi, III, 994; Taberî, Tarih, III, 143).
Tebük Yolculuğunun Başlaması:
Hz. Peygamber (s.a.s) Tebük gazasını Medîne'den
Hicretin 9. yılı Recep ayında perşembe günü çıkmıştı.
Çünkü O, cihada perşembe günü çıkmayı severdi. Bu,
Resulullah (s.a.s)'ın sonuncu gazası oldu.
Medine'de vekil bırakılan Hz. Ali için
münafıkların "Muhammed, Ali'yi onda görüp hoşlanmadığı
bir şey için geri bırakmıştır" gibi
dedikodular yapması üzerine, Hz. Ali silahlanıp Cürf mevkiinde
Hz. Peygamber'e yetişti. Resulullah'ın geliş nedenini
sorması üzerine hakkındaki dedikodudan söz etti. Hz.
Peygamber; "Onlar yalan söylemişlerdir. Ben seni arkamda
bıraktıklarıma vekil tayin ettim. Hemen geri dön, gerek
benim ev halkım ve gerekse senin ev halkın içinde vekilim ol.
Sen bana göre, Musa'ya göre Harun'un durumunda olmak istemez misin?
Ancak benden sonra Peygamber gelmeyecektir" dedi. Hz. Ali; "Ey
Allah'ın elçisi öyledir" diye cevap verdi ve Medîne'ye geri
döndü" (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, IV, 163,
İbn Sa'd, Tabakat, III, 24 25, Taberî, Tarih, III, 144, İbnü'lEsîr,
el-Kamil, Beyrut 1385/1965, II, 278).
Hz. Peygamber'in komutasındaki onbin kişilik
İslam ordusu Medine'den Tebük'e kadar onsekiz yerde konakladı,
ondokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu. Bu konaklama yerlerinde namaz kılınan
yerler günümüzde de adlarıyla mescit olarak bilinmektedir. Zülhuşub,
Feyfa, Zülmerve, Rak'a ve Vadilkura mescidleri gibi .
Yolculuk sırasında ve konaklama yerlerinde
pek çok ibretli ve hikmetli olaylar vuku buldu. Allah'ın elçisi yol
boyunca öğütlerini sürdürdü. Bunlardan bazıları
şunlardır:
1) Sekizinci konaklama yeri olan Hicr'da olanlar:
Hicr, Semûd kavminin yaşayıp helak olduğu
yerdir. Salih Peygambere isyan eden bu topluluğu Yüce Allah korkunç
bir haykırışla helak etmişti (bk. el-A'raf, 7/73-9;
el-Hicr, 15/80-84; eş-Şuara, 26/141-159; Hûd, 11/61-68;
en-Neml, 27/45-53). Hz. Peygamber bu kavmin mucizeleri gördükleri halde
peygamberlerine karşı gelmelerini açıkladı ve bu
yerden hızlı geçilmesini emir buyurdu.
Hicr kuyularından alınan suları döktürdü
ve bununla hazırlanan ekmek hamurlarının develere
yedirilmesini emir buyurdu (Vakıdî, Megazî, III, 1008; Ahmed b.
Hanbel, II, 9: Asım Köksal, a.g.e., IX, 185 vd.). Böyle hüzünlü
bir beldeye neş'eyle girilmesini, Hıcr'da oturan halkla temas
etmemelerini emir buyurdu (Vakıdî, Meğazî, III, 1008; Ahmed
b. Hanbel, V, 231).
Allah elçisi, Hicr'da gece şiddetli
kasırganın kopacağını, bu yüzden kimsenin yanında
arkadaşı olmaksızın dışarı çıkmamasını
ve develerin dizlerinin bağlanmasını bildirdi. Kasırga
çıktı ve uyarıya uymayan iki kişiden birisi nefes
darlığına uğradı, diğerini fırtına
sürükledi.
Mücahitler Hicr'da sabahlayınca şiddetli
susuzlukla karşılaştılar. Allah elçisi özellikle Hz.
Ebû Bekir'in yağmur duası yapmasını istemesi
üzerine, ellerini kaldırıp yağmur için dua etti. Daha
ellerini indirmeden yağmur yağmaya
başlamıştı (İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, IV, 165; Taberî, Tefsîr, XI, 55; Tarih, III, 144). Bunun üzerine
daha önce; "Muhammed hak peygamber olsaydı, Musa peygamber'in
Allah'tan yağmur istediği ve yağdırdığı
gibi, O da yağmur ister ve yağdırırdı"
diyerek dedikodu yapan münafıklar seslerini kesmişlerdi.
2) Hz. Peygamber'in devesi "Kasva"ın
kaybolması:
Bir konaklama yerinde Resulullah (s.a.s)'in devesi Kasva
kaybolmuş ve aramalara rağmen bulunamamıştı. Benî
Kaynuka Yahudilerinden müslüman olan Zeyd b. Lusayt adlı münafık;
"Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve size göklerden
haberler veren Muhammed bugün kaybolan devesinin yerini bile
bilmiyor" diyerek müminlerin kalbine şüphe sokmaya çalışıyordu.
Bunu haber alan Resulullah (s.a.s), Cebrail (a.s) haber vermesi üzerine
devenin bulunduğu yeri ve ipinin bir dala takılı
bulunduğunu bildirdi ve "Allah'a yemin olsun ki, gerçekten ben,
bir şeyi Allah bana bildirmedikçe bilemem" buyurdu. Gerçekten
o yana giden sahabiler deveyi bulup getirdiler (İbn İshak,
İbn Hişam, Sîre, IV, 166, 167; Vakıdî, a.g.e., III,
1010).
Zeyd b. Lusayt bu olaydan sonra, ertesi sabah
kalbindeki Hz. Muhammed'in peygamberliği konusundaki şüphelerinin
yok olduğunu söylemiştir (Vakıdî, Megazî, III, 1010).
Bazıları onun tövbe ettiğini söylerken Harice b. Zeyd
gibi bazı sahabiler de onun tövbe ettiğini kabul
etmemişlerdir (İbn İshak, İbn Hişam, IV,
167;Vakıdî, a.g.e., III, 1010).
3) Abdurrahman b. Avf'ın imam oluşu:
Hicr'le Tebük arasında bir konaklama yerinde tan
yeri ağardıktan sonra Allah elçisi ihtiyacını
gidermek için uzak bir yere gitmişti. Cemaat güneşin
doğmasından korkarak Abdurrahman b. Avf (r.a)'ı öne
geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alıp dönünce Abdurrahman rukû'da
idi. Cemaat Resulullah'ın geldiğini anlayınca neredeyse
namazı bozacaklardı. Abdurrahman da imamlıktan çekilmek
istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)'in işareti ile namaza devam etti.
Allah elçisi bir rekatı imamla, bir rekatı da selãmdan sonra
ayağa kalkarak tek başına kıldı. Namaz bitince
de; "Güzel yaptınız" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, IV,
247; Vakıdî, Megazî, III, 1011).
4) Abdestte tek yıkama ve mestlere meshetme:
Avf b. Malik'ten rivayete göre, Hz. Peygamber Tebük
seferi sırasında yolcular için mestler üzerine üç gün üç
gece, mukîm olanlar için bir gün bir gece süreyle meshedilmesini emir
buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 27). Hz. Ömer'in bildirdiğine
göre abdest alınırken abdest azaları birer defa
yıkanmakla yetinilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1, 23).
5) Vaktinde kılınamayıp kaza edilen
sabah namazı:
Yolculukta Allah elçisi uykuda iken kaldırılmamış
ve sabah namazı vakti çıkıp güneş bir mızrak
boyu yükselmişti. Resulullah (a.s) Bilal'e: "Ben sana bu gece
bizi bekle ve sabah olunca uyandır" demedim mi?" buyurdu.
Bilal: "Seni uyutan beni de uyuttu" dedi. Hz. Peygamber o
yerden kalkıp biraz gittikten sonra, önce sünneti sonra da farzı
kaza etti (Vakıdî, Megazî, III, 1015, 1016).
6) Hz. Peygamber'in Tebük'te ashabı ile
istişare etmesi:
Tebük'e geldikten sonra Şam üzerine yürünüp
yürünmemesi konusunda Allah elçisi ashabı ile istişare etti.
Hz. Ömer: "Eğer gitmekle emrolundun ise git" dedi. Hz.
Peygamber: "Eğer bu konuda Allah tarafından emrolunmuş
bulunsaydım, size danışmazdım" buyurdu. Bunun
üzerine Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resulu orada Rumlar çok fazladır,
müslümanlardan tek kişi bile yoktur, senin bu derece yakına
gelmen onları korkutmuştur. Uygun bulursanız bu yıl
buradan geri dönülsün veya yüce Allah bu konudaki buyruğunu
bildirir" Bunun üzerine Hz. Peygamber Tebük'ten ileri geçmedi (İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre; IV, 170; İbn Sa'd, Tabakal,
II, 166; Vakidî, a.g.e., III, 1019).
7) Diğer peygamberlere verilmeyip yalnız Hz.
Muhammed'e verilen beş haslet:
Hz. Peygamber Tebük'te gece namazını
(teheccud) çadırının önünde kıldığı
bir gece, yanına gelen sahabilerle sohbet ederken şöyle buyurmuştur:
"Benden önceki peygamberlerden hiç birisine verilmeyen şu
beş şey bana verilmişti:
a- Önceki peygamberler yalnız bir kavme gönderilmişken,
ben bütün insanlara gönderildim.
b- Yeryüzü bana mescit ve temizlik aracı
kılındı. Bu yüzden namaz vakti nerede olursa teyemmüm
edip namazımı kılarım. Önceki ümmetler ise
ibadetlerini ancak Kilise ve Havralarda yapabilirdi.
c- Savaş ganimetleri bana helal
kılındı. Halbuki önceki peygamberlere helal kılınmamıştı.
d- Bana şefaat makamı verildi.
e- Ben bir aylık uzak yerdeki düşmanın
kalbine korku salmakla yardım olundum" (bk. Buharî, Teyemmüm,
1, Salat, 56; Müslim, Mesacid, 3, 4, 5; Ebû Davud, Salat, 24;
Tirmizî, Mevakît, 119, Siyer, 5; Nesaî, Cusl, 26; İbn Mace,
Tahare, 90; Darimî, Salat, 111, Siyer, 28; Ahmed b. Hanbel, I, 250,
301, II, 222, 240, 250, 312; Vakıdî, Megazî, III, 1021 vd .).
Hz. Peygambere ve ümmetine ayrıcalık
sağlayan bu niteliklerin Bizans'a karşı yapılan böyle
büyük bir harekat sırasında açıklanması şu
noktaları akla getirmektedir.
Çevrede en güçlü olarak bilinen Doğu Roma
imparatorluğuna karşı durabilecek bir güce sahip olan
İslam topluluğu, yakında bu yöreleri ele geçirecek ve
rum diyarı İslam'a girecek, böylece arap toplumları
dışına çıkan İslam evrensellik özelliğine
kavuşacaktır .
İslam ordusu yolculuk sırasında günlerce
çeşitli yer ve mevkilerde, arz üzerinde farz ve nafile namazları
kılmış ve böylece ibadetin yalnız mescidlerde
yapılabileceği imajı yerine namaza evrensel bir mescid
anlayışı kazandırılmıştır. Abdest
ve gusülde de su yerine, gerektiğinde teyemmümle yetinmenin
uygulamaları yapılmıştır.
Bu gibi askeri hareketlerde zafer sonrası elde
edilecek ganimetlerin beşte biri beytülmalin, beşte dördü de
gazilerin hakkı olmak üzere meşrû kılınmıştır.
Bu da savaşlarda ayrı bir teşvik unsurudur (bk.
"Ganimet" mad .).
Çevrede bir aylık uzak yerde bulunan düşman
o gün için Doğu Roma İmparatorluğu ve bunların
başkanı Heraklius olmalıdır. İmparatorun ve
askerlerinin kalbine korku düştüğü için Hicaz'a saldırıp
yakıp yıkmak üzere yola çıktıkları halde bu
cesareti gösterememişlerdir. Güçlü İslam ordusunun hazırlıklı,
düzenli ve her çeşit savaş rizikosunu göze alarak Tebük'e
kadar gelmesi, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların
lehine çevirmiştir. Böylece düşman için, savaş olmasa
bile güç hazırlamayı emreden ayetin hükmü gerçekleşmiştir
.
Ayette şöyle buyrulur: "Onlara karşı
gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları
hazırlayın ki, bununla Allah'ın düşmanı ve sizin
düşmanınızı ve daha bundan başka sizin
bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları
korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız,
karşılığı size eksiksiz ödenir, asla haksızlığa
uğratılmazsınız" (el-Enfal, 8/60).
Hz. Peygamber Tebük'te bulunduğu sırada
Halid b. Velid'i dört yüz atlı ile bir hristiyan topluluk olan Dûmetülcendel'in
kralı Ükeydir b. Abdilmelik üzerine gönderdi. Dûmetülcendel
Şam yolu üzerinde Tebük'e yakın, sulu, hurma ve ekinleri bol,
büyük bir ticaret merkezi idi. Halid b. Velid az sayıda bir askerle
bilmedikleri bir yörede kralı nasıl bulacaklarını
sorunca, Allah elçisi onu "yabanî sığır avlarken
bulup yakalayacağını" haber verdi.
Gerçekten Halid ve arkadaşları kaleye
yaklaştıkları sırada normal kırsal kesimde az
rastlanan bir yaban sığırının kale
kapısına yaklaşmakta olduğunu gördüler. Yukarıdan
Ükeydir ve ailesi de bu semiz hayvanı görmüşlerdi. Ükeydir
silahlanıp birkaç adamı ile birlikte sığırı
avlamak üzere kaleden dışarı çıkınca da onu
yakaladılar ve elleri bağlı olarak kalenin önüne
getirdiler .
Orada Halid'le Ükeydir arasında yapılan
anlaşmaya göre, Ükeydir Müslümanlara: İki bin deve, sekiz yüz
at, dört yüz zırh gömlek, dört yüz mızrak vermek ve
Ükeydir ile kardeşi Mudad Hz. Peygamber'e kadar götürülüp haklarında
Allah elçisi hüküm vermek üzere sulh oldular. Bundan sonra kaleye
girilerek belirlenen ganimet malları teslim alındı (bk. Vakıdî
a.g.e., III, 1027, 1034; İbn İshak, İbn Hişam, Sire,
IV, 169 vd; İbn Sa'd, Tabakat, II, 62, 166).
Eyle, Ezruh ve Cerba Melikleri ile Sulh Anlaşması
Yapılması:
Hz. Peygamber Tebük'te bulunduğu sırada
Kızıldeniz'in kuzeyinde ve Akabe körfezinin sonunda deniz
sahilindeki Eyle hükümdarı Yuhanna b. Ru'be, gelerek
yıllık belirli miktarda cizye vermek üzere kendisi ile sulh
anlaşması yaptı. Hz. Peygamber Yuhanna'ya şu
ahitnameyi yazılı olarak verdi.
"Bismillahirrahmanirrahîm . Bu, Allah ve
Peygamberi Muhammed'den Yuhanna b. Ru'be ile Eyle halkından denizdeki
gemilerde bulunanları ve karadaki gezen, dolaşanları için
eman yazısıdır: Gerek bunlar ve gerek Şam, Yemen ve
deniz sahili halkından Eylelilerle birlikte bulunanlar, Allah'ın
ve Resulunün himayesindedirler. Onlardan bir kötülük işleyeni
yanındaki malı koruyamayacak, bu mal, alana da helal olacaktır.
Denizde, karada herkes dilediği tarafa yolculuk yapma hakkına
sahiptir" (Ebu Ubeyd, el-Emval, Mısır 1388/1968, s. 287 vd;
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, VI, 169).
Eyle kralı Yuhanna ile birlikte Ezruh ve Cerba
halkı temsilcileri de Tebük'e gelip Hz. Peygamber'le cizye vermek
üzere anlaşma yaptılar. Bunlar her yıl Recep ayında
saf altından yüz dinar cizye ödemeyi kabul ettiler ve buna karşılık
onlara birer emanname (güven mektubu) verildi. Bu iki topluluk da
Eyleliler gibi Yahudi toplumudur (İbn Sa'd, Tabakat, 1, 289 vd;
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, IV, 169; Vakıdî,
Megazî, III, 1031).
Mescid-i Dırar Olayı:
Hz. Peygamber Tebük'te yirmi gün kadar kaldıktan
sonra, ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek
geri dönmeye karar verdi. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret
edememiş ve amaca ulaşılmıştı. O gün için
daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini
fetih gibi bir amaçla yola çıkılmamıştı.
Üstelik Şam yöresinde bulaşıcı bir hastalık (taun)
olduğu da haber alınmıştı. Geri dönüş için
yola çıkan ordu Ramazan'ın ilk günlerinde Medîne'ye ulaştı.
Hz. Peygamber Tebük'e giderken Medine'ye bir saat uzaklıktaki
Ziyevan köyüne geliniğinde münafıklardan bir heyet gelerek:
"Ey Allah'ın Resulu! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler
için özellikle yağmurlu gecelerde namaz kılmak üzere bir
mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz
kıldırsanız, hayır ve bereketle dua
buyursanız" dediler. Hz. Peygamber bunun dönüşte
olabileceğini söylemişlerdi. Bunun üzerine Tebük dönüşü
bu sözü Allah elçisine hatırlatıp yeni yapılan mescide
gelmesini rica ettiler.
Bu mescid Ebû Amir Fasık adlı bozguncu münafık
ve fasığın teşviki ile münafıklarca Kuba
Mescidinin cemaatını bölmek niyetiyle yapılmış
ve Hz. Peygamber'e suikast düzenlemek üzere içi silahla doldurulmuştu.
Hz. Peygamber bu mescide gitmeye hazırlanırken Cebrail (a.s)
gelerek durumu haber verdi.
Kur'an-ı Kerîm'de bu mescidden şöyle söz
edilir:
Zarar vermek, inkar etmek, müminlerin arasını
ayırmak ve daha önce Allah ve Resulune karşı
savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak üzere bir mescid
yapanlar; "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin
ederler. Allah da şahittir ki bunlar yalancıdırlar"
(et-Tevbe, 9/107). "Ey Muhammed! Bu mescidde asla namaz kılma.
Şüphesiz ki, başlangıcından itibaren takva üzere
kurulan mescidde (Kuba mescidi) namaz kılman daha
hayırlıdır. O mescidde kendilerini maddî ve manevi
kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah temizlenmek
isteyenleri sever" (et-Tevbe, 9/108; bk. 109, 110).
Bunun üzerine Hz. Peygamber ashab-ı kiramdan Malik
b. Dehsan ile Ma'n b. Adiyy (r. anhüma)'yi Mescid-i Dırar'ı
yıkmak üzere gönderdi. Bu sahabeler mescidi yakıp
yıktılar. Böylece kötü amaç için bina edilen bir mescid
ortadan kaldırılmış oldu (bk. İbn İshak,
İbn Hişam, Sîre, III, 71; İbn Sa'd, Tabakat, III, 540
vd; İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, II, 169; Kamil Miras, Tecrîd-i
Sarih, X, 422).
Özürsüz cihada katılmayan üç kişinin
çilesi:
Resulullah (s.a.s) Tebük'ten dönüşte Medîne'ye
girişte doğrudan Mescidi Nebevî'ye girip iki rekat namaz kıldı.
Çünkü seferden dönüşte bu, Resulullah (s.a.s)'ın adeti
idi. Sonra mescitte oturdu. Tebük gazvesine katılamayıp
Medine'de kalanlar tek tek gelip özürlerini yeminle teyit ettiler. Hz.
Peygamber dış görünüşlerine bakarak özürlerini kabul
edip, iç yüzlerini Allah'a havale etti ve haklarında
istiğfarda bulundu. Bunların sayısı seksen kadar idi.
Ancak Ka'b b. Malik, Mirare b. Rabî ve Hilal b.
Ümeyye meşrû bir özürleri bulunmadığı halde cihada
katılmamışlardı. Hz. Peygamber'in huzuruna girince
mazeret uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylediler.
Resulullah (s.a.s) halkı bu üç sahabe ile görüşüp
konuşmaktan menetti. Üçü de bir köşeye çekilerek elli gün
süreyle yalnızlığa itildiler. Dünya başlarına
zindan oldu. Kırk gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b.
Sabit (r.a)'i göndererek kadınlarından da ayrı
durmalarını bildirdi. Böylece eşlerinin cihaddan geri
kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmiş oluyordu. Yalnız Hilal
b. Ümeyye'nin eşi Allah elçisine gelerek; "Hilal yaşlıdır,
hizmetçisi de yoktur. Yalnız mutfak işlerine yardımcı
olsam" diye izin istedi. Kendisine yalnız ev hizmeti için izin
verildi.
Elli gün tamamlanınca bu üç sahabenin mağfiret
edildiğini bildirilen ayet indi. Bunu müjdeleyen sahabeye, Ka'b b.
Malik sevincinden bir kat elbise giydirmişti. Mescide geldiklerinde
Allah'ın Resulu Ka'b b. Malik'e şöyle buyurdu: "Annen
seni doğurduğu günden beri yaşadığın günlerin
en hayırlısını sana müjdeliyorum". Ka'b;
"Bu müjde tarafınızdan mı, yoksa Allah
tarafından mı?" diye sorunca, Hz. Peygamber;
"Doğrudan Yüce Allah tarafından" buyurdu. Bunun
üzerine Ka'b, bütün servetini Allah yolunda tasadduk etmek istediğini
bildirdi. Hz. Peygamber, bir bölümünü kendisine ayırmasının
daha hayırlı olacağını söyledi (Kamil Miras,
Tecrîd, X, 424 vd, Hadis No: 1659; İbn Kesîr, a.g.e., II, 175 vd.).
Allah Teala bu üç sahabenin halini ve
affedilmelerini şöyle bildirir: "Ve savaştan geri kalan o
üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine
rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son
derece sıkıldığı, Allah 'tan başka bir
sığınak olmadığını
anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları
bağışlamıştı. Şüphesiz ki Allah,
tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır"
(et-Tevbe, 9/118).
Ka'b b. Malik ve arkadaşları bu ilahî
iltifata, doğru sözlülükleri ve samimi davranmaları sayesinde
kavuştular. Ka'b bu olay üzerine, artık ömrü boyunca doğrudan
başka bir söz söylemeyeceğine dair Allah elçisine söz verdi.
Diğer münafıklar uydurdukları yalan mazeretler yüzünden
helak olurken onlar selamete çıktılar.
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.