Irtıdad
ırtıdad
Dinden dönme, hak dini terk etme. Terim olarak bir
müslümanın İslam dinini terketmesine veya başka bir dine
dönmesine irtidad veya ridde denir. İrtidad eden kimseye de mürted
(dinden dönen) adı verilir.
İslam dini temelde din ve vicdan hürriyetine
büyük önem vermiştir. Bu yüzden hiç kimse müslüman olmaya
zorlanamaz. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Dinde
zorlama yoktur. Artık hak batıldan seçilip belli olmuştur.
Kim tağutu inkar edip Allah'a iman ederse, şüphesiz ki o,
kopmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır Allah her
şeyi işiten ve her şeyi bilendir" (el-Bakara, 2/256).
Kendi hür iradesiyle müslüman olan kimsenin ise artık İslam
dininin esaslarına uyması gerekir.
İslam hukukunda mürtedle ilgili ceza ve bir takım
hükümler vardır. Ayetlerde şöyle buyrulur: "İçinizden
dininden dönüp kafir olarak ölen olursa bunların işleri dünya
ve ahirette boşa gitmiş olur İşte cehennemlikler
onlardır. Onlar orada remelli kalıcıdırlar" (el-Bakara,
2/217). Bu ayet-i Kerime irtidad eden kimsenin ahiretteki
cezasını belirtmektedir. Amellerin de boşa gideceği
şöyle bildirilir: "İnkar edip kafir olarak ölenlerin
hiç birinden, yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye verseler
bile kabul olunmayacaktır. Onlar için can yakıcı bir azap
vardır. Onların bir yardımcıları da yoktur (Alu
İmran, 3/91).
İrtidad, bir bakıma İslam toplumuna ve
devletine karşı baş kaldırma, ciddi bir isyanda
bulunma hareketidir. Bu yüzden mürtede uygulanacak müeyyideler ağır
tutulmuştur. Hadisler de şöyle buyurulur: "Kim dininden
dönerse, onu öldürün" (Buharî, Cihad, 148; İ'tisam, 28);
"Müslüman bir kimsenin öldürülmesi ancak su üç sebepten
biriyle helal olur: İmandan sonra dinden çıkma, evlilikten
sonra zina, haksız yere birini kasden öldürme" (Buharî,
Diyat, 6, Kasame, 25, 26). İrtidad edenin öldürüleceğine
dair hüküm Hanefîler'e göre, yalnız erkekleri kapsamına
alır. İrtidad edene, İslam dini arzedilerek tövbe etmesi
istenir. Bu müstehaptır. Kendisine daha önce İslam daveti ulaştığı
için, bu çağrı farz değildir. O, yeniden İslam'a
dönerse problem bitmiş olur. Eğer küfürde ısrar eder,
devlet başkanı tövbe ümidi görürse veya mürted, süre
istemiş bulunursa; kendisine üç gün süre verilir. Eğer
devlet başkanı tövbe ümidi görmez ve mürted de bir süre
talebinde bulunmamış olursa, derhal öldürülür. Bu konuya
delil olarak Hz. Ömer'in uygulaması gösterilir. İslam
ordusunda irtidad edip, derhal öldürülen bir adamın durumu Hz.
Ömer'e haber verilince şöyle demiştir: "Onu bir yerde
üç gün hapsetmeniz her gün bir ekmek vermeniz ve tövbeye davet
etmeniz gerekmez miydi? Umulur ki o, tövbe eder ve Allah'a dönerdi. Ey
Allah'ım! Ben bu olayda hazır bulunmadım. Emir vermedim.
Haber bana ulaştığı zaman rıza da göstermedim"
(el-Kasanı, Bedayîu's-Sanayi Beyrut 1402/1982, VII, 134, 135).
Hz. Ali de mürtedi üç defa tövbeye davet eder ve şu ayeti okurdu;
"İman edip sonra inkar eden, sonra iman edip tekrar inkar eden,
sonra da inkarlarında ileri gidenleri Allah ne
bağışlayacak ne de doğru yola eriştirecektir"
(en-Nisa, 4/137). Mürted'in tevbeye davet edilmeden önce öldürülmesi
mekruhtur. Ancak dinden dönmekte ismetini yitirdiği için, onu
öldüren yetkiliye bir şey gerekmez. Mürtedin tevbesi kelime-i
şehadet getirmesi ve girdiği dinden yeniden İslam'a
dönmesidir.
Dinden dönen kadının öldürülmesi caiz değildir.
Fakat o yeniden İslam'a girmeye zorlanır. Zorlama şöyle
olur: Hapsedilir ve her gün çıkarılarak tövbe etmesi istenir.
İslam'a dönerse serbest bırakılır. Aksi halde
ölünceye kadar hapiste kalır. Öldürülmeme konusunda delil
şu hadistir: "Kadın ve çocukları öldürmeyin" (Ebfi
Davud, Cihad, 90)
İmam Şafiî'ye göre, mürted kadın da
erkek gibi öldürülür. Delil: "Dinini değiştiren kimseyi
öldürünüz" (Buhari, Cihad, 149; İ'tisam, 28) hadisinin
genel ifadesidir. Çünkü kanın mübah olmasının illeti,
imandan sonra küfürdür. Mürted erkeğin öldürülmesinin sebebi
budur. Aynı özellik mürted kadında da vardır.
İmandan sonra küfür, aslî küfürden daha ağırdır (el-Kasanî,
a g e., VII, 135).
Mürted manen ölmüş
sayıldığı için o, kimseye mirasçı olmaz. Mürtede
başkalarının mirasçı olması konusunda ise görüş
ayrılıkları vardır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e
göre, dinden çıkanın irtidattan önce veya sonra kazandıkları
kendi müslüman varislerine intikal eder. Ebû Hanîfe'ye göre ise,
irtidattan önce kazandıkları kendi mirasçılarına,
sonra kazandıkları ise beytülmale gider. Şafiî,
Malikî ve Hanbelîlere göre ise tüm malı beytülmale intikal
eder.
Karı-koca birlikte irtidad etseler veya birlikte
İslam'a girseler, nikah bağları devam eder. imam Züfer'e
göre ise bu durumlarda nikah akdi fasit olur. Eşlerden biri
diğerinden önce İslam'a girerse, nikah akdinin fasit olacağı
konusunda görüş birliği (icma') vardı (el-Kasanî, a g
e., VIII, 136, 137).
İman sahibi olduktan sonra İslam'ı
terkedenlerin dünya ve ahirette karşılaşacakları
tehlikeleri haber veren pek çok ayet vardır:
"Sizden, kim dininden döner ve kafir olarak
ölürse, işte onların dünya ve ahirette amelleri boşa
gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır Onlar, orada
ebedî olarak kalacaklardır" (el-Bakara, 2/217).
"İman ettikten, Peygamber'in hak
olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller
geldikten sonra inkar eden bir kavmi, Allah nasıl hidayete erdirir?
Allah zalim kavmi hidayete erdirmez İste bunların cezası,
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetinin
üzerlerine olmasıdır O lanet içinde ebedî olarak kalacaklardır
Onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine rahmet nazarıyla
bakılmaz Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır
Çünkü Allah, "Gafûr'dur, Rahîm'dir" Çok affedici ve çok
merhametlidir Şüphesiz ki iman ettikten sonra inkar eden sonra da
inkarda ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir Onlar için
can yakıcı bir azap vardır Onların bir
yardımcıları da yoktur" (Alu İmran, 3/86-91);
"O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler
kararır. O zaman yüzleri kara olanlara; mümin olduktan sonra dinden
çıktınız ha! O halde inkar ettiğinizden dolayı
tadın azabı, denir" (Alu İmran, 3/106).
"Doğrusu inanıp, sonra küfredenler,
sonra inanıp tekrar küfredenler, sonra da küfürleri artmış
olanları Allah bağışlamayacaktır. Onları
doğru yola da eriştirmeyecektir" (en-Nisa, 4/1 37).
"Kim, kendisine doğru yol apaçık belli
olduktan sonra Peygamber'e karşı gelir, müminlerin yolundan başkasına
uyup giderse, onu döndüğü yolda bırakırız.
Kendisini cehenneme koyarız. Ne kötü dönüş yeridir
orası" (en-Nisa, 4/115).
"Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse,
bilsin ki Allah onların yerine, kendisinin onları, onların
da kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü,
kafirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan, Allah
yolunda cihat eden ve kınayanın kınamasından korkmayan
bir kavim getirir. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu
dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir. Her şeyi
çok iyi bilendir" (el-Maide, 5/54).
"Kalbi imanla dolu olduğu halde, inkara
zorlanan hariç, kim iman ettikten sonra, Allah'ı inkar eder,
kalbini inkara açık tutarsa, Allah'ın gazabı onların
üzerindedir. Bunlara büyük bir azap da vardır" (en-Nahl,
16/106).
Hz. Peygamber'in vefatından sonra, Hz. Ebû
Bekir'in halîfeliğinin ilk günlerinde dinden dönme olayları görüldü.
Ebû Bekr (r.a)'in onlara savaş açarak kararlı tutumuyla
İslam'ın bütünlüğü korunmuş oldu. Ebû
Hureyre'den şöyle dediği nakledilmiştir: Resulullah vefat
edip de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği ve araplardan
bazıları dinden döndüğü zaman Hz. Ömer, Ebû Bekir'e
şöyle dedi: Allah Resulu; "İnsanlar, Allah'tan başka
ilah yoktur, deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim,
Allah'tan başka ilah yoktur, derse, malını ve
canını benden korumuş olur. Ancak İslam'ın
hakkı müstesnadır. Onun asıl hesabı ise Allah'a
kalmıştır" buyurduğu halde, nasıl olur da
sen insanlarla savaşırsın? Ebû Bekir şöyle cevap
verdi: Allah'a yemin ederim ki namazla zekatın arasını
ayıranlarla mutlaka savaşacağım. Çünkü zekat malî
bir haktır. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'a vermiş
oldukları bir deve yularını bile bana vermezlerse, onlarla
savaşırım" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle
dedi: "Allah'a yemin olsun ki, Azîz ve Celîl olan Allah Ebû
Bekir'in gönlünü savaş için genişletmiş ve yine
anladım ki, onun görüşü doğrudur" (Ebû Davud,
Zekat, l).
Hz. Ebû Bekir'in zekat vermeyenlerle savaşa
karar vermesinin delili, Hz. Peygamber'in şu uygulamasıdır.
Allah Resulu, Eşca' kabilesinden birisinin zekatını
alması için bir memur göndermiş, vermeyince, ikinci defa göndermiş,
üçüncüde yine vermezse boynunu vurmasını söylemiştir
(Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, Ankara 1984, V, 21). Diğer
yandan, namaz kılmayanlarla harp edileceğine dair sahabenin icma'ı
vardır. Ebû Bekir burada zekatı, namaza kıyas
etmiştir (Sünen-i Ebû Davud Terceme ve Şerhi, N. Yeniel-H.
Kayapınar- N. Akdeniz, İstanbul 1988, VI, 93).
Hattabî'ye göre, bu dönemde dinden dönenler iki sınıftır:
1. Dinden tamamen dönenler: Museylimetü'l-Kezzab ile
el-Esvedü'l Ansî'ye uyanlar. Ebû Bekir (r.a) bunlarla savaşmış,
Müseylime'yi Yemame'de, el-Ansî'yi ise San'a'da öldürtmüştür.
Onlara uyanları çoğu da öldürülmüş, kalanlar ise kaçmış
ve dağılmıştır. Diğer yandan dinin bütün
hükümlerini inkar edip namaz ve orucu terkedenler de vardı. Bunlar
cahiliyye devrindeki hallerine dönmüşlerdi.
2. Namazla zekatı birbirinden ayıranlar:
Bunlar namazın farz olduğunu kabul ediyor, fakat zekatı
tanımıyorlardı. İçlerinde kabile reisinden korkarak
zekat vermeyenler de vardı. Mesela; Benû Yerbu' kabilesi kendi
arasında zekatı toplamış, Hz. Ebû Bekir'e göndermek
üzere iken Malik b. Nuveyre bunu duymuş ve toplanan zekata el
koyarak kabileye dağıtmıştır. Bazıları
da; "onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin
bir zekat al" (er-Tevbe, 9/103) ayetini yalnız Hz. Peygamber'le
ilgili görüyor ve zekat vermek istemiyordu.
İşte Hz. Ömer'in tereddüdü ve Halîfe Ebû
Bekir'e itirazı bu ikinci madde ile ilgilidir. Diğer yandan Hz.
Ömer'in dayandığı; "İnsanlar Allah'dan
başka ilah olmadığını söyleyinceye kadar...
onlarla savaşmakla emrolundum" hadisi, başka
rivayetlerde"Hz. Muhammed'e imanı, kıblemize dönme,
kestiklerimizi yeme, bizim gibi namaz kılma" gibi ilavelerle
nakledilmiştir. Hz. Ömer'in başlangıçta, bu ayrıntıları
düşünmeden karşı çıkmış olması de
muhtemeldir (bk. Buharî, İman, 17, 28, Salat, 28, Zekat, 1,
İ'tisam, 2, 28; Müslim, İman, 32-36; Ebû Davud, Cihad, 95;
Tirmizî, Tefsîru Sûre (88); Nesaî, Zekat, 3; İbn Mace, Fiten,
1-3; Darimî, Siyer, 10; Ahmed b. Hanbel, IV, 8).
Şamil İA
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.