Iskence
ıskence
Belli bir amaca ulaşmak için maddi veya
psikolojik yöntemlerle, acı çektirerek uygulanan baskı ve
eziyet. İnsanlık onuru ile bağdaşmayan, insanı küçültücü
bu uygulama İslam tarafından kesin biçimde yasaklanmış,
haram kılınmıştır. İslam'a göre zorbalık
ne zulümle eşanlamlı olan işkence uygulaması,
insanlara değil, hayvanlara bile reva görülemez.
Tarih boyunca sanığa suçunu itiraf ettirmek,
kendisi ya da başkaları hakkında bilgi ve delil elde etmek,
muhalif inanç ve düşünceleri benimseyenleri yıldırmak
gibi amaçlara ulaşmak için işkenceye başvurulmuştur.
Eski Yunan ve Roma'da, kendi vatandaşları için onur kırıcı
bir davranış olarak kabul edilmekle birlikte kölelere ve yabancılara
uygulanan işkence, Ortaçağ başlarında tüm Avrupa
ülkelerinde en geçerli bir sorgulama ve cezalandırma yöntemiydi.
Sonraları, Engizisyon yöntemlerine bağlı kalan ispanya
dışındaki ülkelerde uygulama dışı
bırakıldıysa da XIII. yüzyılda yeniden canlandı.
Avrupa'da işkenceye ilk büyük karşı çıkış
Cizvitlerden, Protestanlardan ve yargıçlardan geldi. Giderek güç
kazanan tepkiler üzerine XVIII. yüzyıl Avrupasının birçok
ülkesinde, sözgelimi İsveç'te (1734 ve 1770), Prusya'da (1740),
Fransa'da (1789) ve Toscana'da (1786) yasaklandı. Çağdaş dünyada
uluslararası hak ve özgürlük beyannameleri antlaşma ve sözleşmeler.
anayasalar ve yasalar işkenceyi yasaklamakta ve
uygulayıcılarına ceza öngörmektedir. 1948 İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi, hiç kimseye işkence
yapılamayacağı, zalimce, insanlık dışı
ya da onur kıncı davranışta bulunulamayacağı,
bu nitelikte cezalar konulamayacağı kuralım
getirmiştir (mad. 5). Aynı ilke Birleşmiş Milletlerin
1966 tarihli Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası
Anlaşmasıyla da tekrarlanır (mad.7). Yine
Birleşmiş Milletler 1984'te İşkenceye ve Diğer
Zalimane, Gayri İnsan; veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ni kabul etmiştir.
Avrupa Konseyi de işkenceye karşı önlemler konusuna özel
bir önem vermiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
3. maddesi doğrultusunda hazırlanan ve 26 Kasım 1987
tarihinde imzaya ve onaya açılan işkencenin ve Gayri insanî ya
da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi
de İşkenceye Karşı Komite adlı organa dayalı
bir denetim mekanizması oluşturmuş, sözleşmeyi
imzalayan devletleri bu komitenin gerekli gördüğü ziyaretleri
yapmaya izin vermekle yukümlü kılmıştır.
İşkenceye karşı dünya çapında
mücadele yürüten, hükümetler dışı özel kuruluşlar
da vardır. Bunların başında Uluslararası Af
Örgütü ve İşkencenin kaldırılması için
Hristiyan Eylemi ve çeşitli adlar taşıyan insan
hakları savunucusu örgütler sayılabilir Türkiye, Avrupa
Konseyi'nin ve Birleşmiş Milletlerin işkence konusundaki sözleşmelerini
onaylamıştır (27 Şubat 1988 ve 10 Ağustos 1988).
1982 Anayasası işkence ve eziyeti yasaklamış (mad.
17), Türk Ceza Kanunu da işkence için ağır hapis ve
memuriyetten çıkarma cezaları koymuştur (mad. 243). Bütün
bunlara karşın işkence ne Türkiye'de, ne de diğer
ülkelerde uygulamadan kaldırılabilmiş değildir. Görünüşte
insan haklarından yana ve işkenceye karşı tavır
koyan ülkeler, en acımasız işkencelere başvurmaktan
çekinmemekte, çıkarlarına ve politikalarına ters düşmemesi
durumunda yalnız işkenceye değil, en korkunç katliamlara
bile göz yummaktadırlar. Bu, İslam dışı yönetimlerin
tarih boyunca hiç değişmeyen bir özelliği ve çelişkisi
olarak gözler önünde durmaktadır.
Kur'an'ın eski toplumlara ilişkin
kıssalarında, ilahî davete karşı çıkan müstekbirlerin
peygamber ve müminlere karşı uyguladıkları
işkence ve şiddet yöntemleri geniş bir yer tutar.
Peygamber ve mü'minlerin öldürülmelerine kadar varan bu baskı ve
işkenceler, son peygamber Hz. Muhammed'in tebliğinin Mekke döneminde
de bütün çirkinliği ile gözler önüne serildi. Sözgelimi Habbab
b. Eret, Mekkeli müşrikler tarafından, eriyen yağları
ateşi söndürünceye kadar kor üzerinde yatırıldı;
Bilal-i Habeşî, demir bir zırh içinde kavurucu güneş
altında yatırıldı; Ammar b. Yasir'in anne ve
babası gözleri önünde öldürüldü. Müşriklerin
dayanılmaz baskı ve işkenceleri müslümanların önce
Habeşistan'a, arkasından Medine'ye hicret etmelerine neden oldu.
Müslümanlar daha sonraki dönemlerde de çeşitli işkencelere
maruz kaldılar. Mesela, müşrikler savaşlar
sırasında müslüman cesedlere bile müsle* denilen organ kesme
ve parçalama uygulamalarına başvurdular. Yalancı peygamber
Müseyleme'nin emri ile Habib b. Zeyd b. Asım adlı bir müslümanın
tüm organları teker teker kesildi. Kafirlere özgü bu genel tutum,
günümüzde de bütün acımasızlığı ile sürmektedir.
Müslümanların maruz kaldıkları tüm işkencelere
karşın İslam, işkenceye karşı kesin bir
tavır koyarak haram kılmıştır. Çünkü İslam'a
göre insan en şerefli varlıktır (eşref-i mahlukat);
en güzel biçimde yaratılmış, izzet ve şeref
bağışlanmış, evrendeki her şey kendisine
musahhar kılınmıştır. O, yeryüzünde Allah'ın
halifesidir. Bu nedenle doğuştan dokunulmaz hak ve
özgürlüklere sahiptir. Bunların başında insanlık
şerefine yakışır biçimde yaşama hakkı ve
buna bağlı diğer haklar gelir. Bu haklar
başkaları için haram, başka bir deyişle
dokunulmazdır. Hz. Peygamber, ünlü Veda hutbesinde bu haklara değinerek
"şu şehrinizde, şu ayınız içinde bu
gününüz ne kadar muhterem ve mukaddes ise, mallarınız, namus
ve şerefiniz, kanlarınız da öyle haramdır,
dokunulmazdır" buyurmuştur. Bu nedenle insanın
canına, bedenine, malına, namus ve şerefine yönelik maddi
ya da manevi tüm tecavüzler haram kılınmış; bu tür
tecavüzlere karşı cezalar öngörülmüştür. İslam'ın
insana tanıdığı bu saygınlık ve
dokunulmazlık, yalnız müslümanlarla sınırlı
değildir. Müslüman olmayanlar da aynı güvence altındadır.
"Gayri müslim vatandaşlara (zimmiler) velev bir kötü söz,
namuslarıyla ilgili bir gıybet veya herhangi bir rahatsız
edici davranışla olsun tecavüz eden yahut mütecavize yardım
eden kimse Allah, Resulu ve İslam'ın verdiği teminata
ihanet etmiş, onu zayi eylemiş olur" (el-Karafî, el-Furuk,
III, 11). İslam'ın insana tanıdığı
saygınlık ölümünden sonra da devam eder. Bu nedenle ölüye,
ölünün vasiyetlerine, hatta yattığı yere, kabrine
saygı göstermek bir görevdir. Ölüye de, dirilere olduğu gibi
tecavüzde bulunulamaz, eziyet edilemez. Sözgelimi, tıbbi bir
zaruret olmadıkça hiç bir ölünün kesilmesine, parçalanmasına
izin verilmez.
İslam'ın işkenceye karşı
tavrı tüm canlıları içine alacak kadar geniş ve
duyarlıdır. Bu, hayvanlara ilişkin tutumunda da açık
biçimde kendisini gösterir. İnsanlara bir zararı dokunmayan
hayvanları öldürmek, ateşe atarak yakmak, zevk için hedef
olarak kullanmak haramdır. İnsan, ihtiyacını
karşılayacak ölçüde hayvan kesebilir, avlanabilir. Fakat
ihtiyaçtan fazlasını kesmesine, avlanmasına, gereksiz
telef anlamına geleceği için, izin verilmez. Ortadan kaldırılması
gereken zararlı hayvanları bir yere hapsetmek, aç bırakarak
ölüme terketmek caiz görülmemiş, günah sayılmıştır.
İnsanlar gibi hayvanlara da müsle yapmak (organlarını
kesmek, parçalamak) haramdır. Sahip olduğu bir hayvanı
beslemeyen kişi, onu satmaya, beslenebileceği bir yere
bırakmaya ya da eti yenilen bir hayvansa boğazlamaya
zorlanır. Kesim sırasında hayvana acı çektirmemeye
özen gösterilmelidir. İslam'ın bu konudaki titizliğini
Hz. Peygamber, "Allah her şeyin üzerine güzellik yazmıştır.
Bir şeyi öldürdüğünüz zaman güzel öldürün; bu şeyi
boğazladığınız zaman güzel boğazlayın,
eziyet vermemek için bıçağı bileyin ve hayvanın
kolay ölmesini sağlayın " (Ebû Davud, Edahî, 12;
Tirmizî, Diyat, 14; Müslim, Sayd, 12). buyruğu ile dile getirir.
İnsanlar, hayvanlara karşı
davranışlarının da
karşılığını göreceklerdir. Kötü bir
davranış ve ölüme sebebiyet, Cehennem'e atılmayı
gerektiren bir suçtur: "Bir kadın evindeki kediyi hapsetti,
yedirmedi, içirmedi, hayvanın kendi kendine yiyecek bulması için
onu salıvermedi, böylece ölümüne sebep oldu. İşle bu
kadın, bu yüzden Cehennem'e gitti" (Buharî, Enbiya, 54;
Müslim, Sayd, 11). Hayvanlara karşı iyi bir davranış
da kötü bir insanı sonsuz mutluluğa, Cennet'e götürebilir.
Hz. Peygamber bunu da şöyle dile getirir: "Bir fahişe,
dilini çıkarmış solur vaziyette kuyunun çevresinde dolaşan
bir köpeğe pabucuyla kuyudan su çıkarıp içirdiği için
Cennet'e gitti" (Müslim, Selam, 14).
İnsanlara inanç ve düşünceleri nedeniyle işkence
edilmesine izin vermeyen İslam, yaptığı hukuki düzenlemeler
ve koyduğu kurallarla yargılama sırasında da maddi
veya manevî işkenceye maruz kalmalarını önlemiştir.
İslam hukukuna göre, her şeyden önce, suçu ispat edilmeyen
kişi masumdur, suçlu muamelesine tabi tutulamaz; beraat-i zimmet asıldır.
Cezalar şüphe ve zanlara değil, kesin delillere dayanmak
zorundadır. şüpheler sanık aleyhinde değil, lehinde
kullanılır. Şüphelenildiği için hiç kimse cezalandırılamaz,
tam tersine herhangi bir şüphe durumunda cezalar düşürülür.
Suçun ispatı, iddia edene düşen bir görevdir. Davalı suçsuzluğunu
ispat etmeye zorlanamaz; yalnızca yemin teklif edilebilir. Herhangi
bir zorlamanın söz konusu olduğu tüm beyanlar geçersizdir,
hukuki anlamda bir delil sayılamaz. Bu nedenle hiç bir kimse,
hiçbir şekilde itirafa zorlanamaz.
Ahmed ÖZALP
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.