Islam
ıslam İSLAM
Teslim olmak, müslüman olmak,
İslam dinine girmek, sulh yapmak, para peşin
mal veresiye selem akdi yapmak. Yedinci Miladî yüzyılın
başlarında, Mekke'de Hz. Muhammed'in kendisine davet ettiği
semavî tevhîd dininin adı. "Sil" kökünden "esleme"nin
mastarı. Sonuna şeddeli "ya" ve yuvarlak "te"
harfleri getirilerek elde edilen "İslamiyyet"
şeklindeki yapma mastarı (mastar-ı ca'lî), tek başına
kullanılınca son tevhîd dini olan "İslam
Dini"ni ifade eder.
İslam; sulh, selamet ve huzur bulma, Allah ve
Resulu'nun bildirdiklerine tabi ve teslim olma anlamı sebebiyle bu
adı almıştır. İslam'ı kabul eden, kendi
iradesini Allah ve Resulu'nun iradesine tabi kıları kimseye
"müslim" veya Arapça-Farsça karışımı bir
ifade ile "müslüman" denir.
Arap dilinde bir kökteki semaî masdarlar kökün taşıdığı
temel özellikleri veren S-L-M kökünün semaî masdarları "selm,
silm, selam, selamet, silam"dır.
Bunlardan inkişaf etmiş bulunan fiillerle
birlikte bu masdarlar sistemli bir bütünlük arz ederler.
S-L-M kökü tahlil edildiğinde şu umûmî
manalar tesbit edilmektedir:
1. Sulh
"Selm, silm, selam": sulh ve sulh yapmak.
"Selem": sulh ve müdahane etmek. "Silam":
müsalemet, karşılıklı sulh ortamında bulunmak.
Bunlardan silm, zamanla sıfatlaşmış ve sulh eden
kişi "musalim" karşılığı olarak
kullanılmıştır.
Fiiller ise, "tesaleme": tesaleha, sulh
yapmak. "Sellemehû" ve "selleme aleyhi": kale lehû
selamun aleykum, birine sulh ve selamet dileyerek selam vermek. "Esleme
fulan": dehale fi's-silm ve huve'l-istislam, sulhe girmek, sulh
ortamında bulunmak, inkıyad etmek, sulh bir otoritenin varlığında
hasıl olur ve inkıyad ile sonuçlanır.
2. İnkıyad etmek, itaat etmek, boyun eğmek
"Silm, selam, selem": inkıyad etmek.
"Selleme ileyh": inkade ileyh, inkıyad
etmek. "Esleme emrehû ilallah: "sellemehû", inkıyad
etmek, teslim olmak. "İstesleme'r-raculu": inkade ve ezane,
itaat etmek anlamlarını taşır.
Ayrıca İnkıyad, razı olma
saygı duyma anlamında da kullanılmaktadır.
3. Selamet
"Selamet": necat, tehlikelerden uzak olmak.
"Selam, selamet": el-bera'eh mine'l-uyûb, yeni ayıplardan,
eksikliklerden beri olmak. "Silm, selem": selam vermek. Buradan
da "selam" kelimesi, ıstılah olarak, verilen
kişiyle sulhu belirtmek ve onu tehlikelerden uzak olması için
dua etmek anlamındadır.
"Sellemehullahu mine'l-afeh": Allah onu
afetten korudu. "Selleme'ş-şey'e lehû": kurtarmak.
"Eslemehullahu": hafizahû salimen, Allah, sağlam ve
sahih olarak korudu. "Teselleme minh": teberre'e minh, kurtulmak
anlamlarına gelir.
4. Güvenlik
"Selam: eman, güvenlik. Sulhle ortaya çıkan
bir ortam.
5. Hayır, iyilik
"Selam": hayr, rahatlık ve iyilik
sağlamak. Bu ise yine sulh ve selamet ortamında mümkündür.
Canlılar için kaçınılmaz olan suyun elde edilmesini
sağlayan "kova"nın, 'imal, islah, tamir ve ihkamı
yani sağlamlaştırılması' anlamlarında
kullanılan "selm" kelimesi, selameti sağlayan
aletlerin tedarikini ifade eder.
Buraya ilave edilmesi gereken mühim iki husus da vardır.
Birincisi: Bu kökten gelen mübalağa sıfatlarından olan
ve salimun mine'l-afat yani tehlike, afat ve belalardan uzak olan kimse
anlamındaki "selîm" kelimesi "selamet" anlamındadır.
İkincisi ise yine mübalağa
sıfatlarından "sellam",'selam' kelimesinin daha
kuvvetli ifadesi karşılığıdır.
"Selam" ise Allah'ın esma-ı hüsnasından
(güzel isimlerinden) biri olup, bu kelime masdar vezniyle gelmiştir
ve böyle kullanılır. Selam isminin menşei ise iki
asıl hususu ihtiva eder. Biri, Allah'ın "noksan
sıfatlardan münezzeh oluşu", diğeri "kainatı
ve eşyayı bir nizam ve intizam dahilinde tutarak bir sulh
ortamında idare ediciliği"dir. Yani Allah münezzehtir ve
sulhun sahibidir.
Bütün bunların ışığında
şöyle denilebilir: S-L-M kökü, "sulh isteyen bir otoriteye,
razı olarak ve saygı duyarak itaat edip, boyun eğip,
inkıyad ederek sağlanan bir ortamda, selamet, güvenlik ve
iyilik içerisinde yaşamayı ve bu halin devamı için
gerekli faaliyetlere ve metodlara baş vurmayı ve
kullanmayı" ifade eder.
İslam kelimesinin lügat manaları:
Daha önce belirtildiği gibi İslam
kelimesi,'Esleme' fiilinden bir masdardır. Bu fiilin anlamları
ve İslam kelimesinin vezni olan "if'al" vezninin
özelliklerine geline:
"Esleme" fiilinin lügat manalar. şöyle
ifade edilir:
a) Esleme'r-raculu: inkade, boyun eğmek, itaat
etmek, kabullenmek, bas eğmek.
b) Esleme fulan: dehale fi's-silm ve huve'l-istislam,
sulhe girmek, sulhe dahil olmak, sulh yapmak.
c) Esleme fulan: tedeyyene bi'l İslam, dehale fi
Dîni'l-İslam, sara muslimen, İslam'ı din edinmek,
İslam'a girmek, müslüman olmak.
d) Esleme emrehû ilallahi: Allah'a teslim olmak,
Allah'a varlığını teslim etmek.
e) Esleme vechehû lillahi: ehlesa dînehû lillahi,
halis ve samimi olmak, bütün kalbiyle bağlanmak.
f) Esleme'ş-şey'e ileyhi: defe ahû ileyh,
ödemek, vermek.
g) Esleme fi'l-bey: te amele bi'sselem, selem alışverişi
yapmak. Bir malın bedelini önce verip, malı belirli bir süre
sonra almak.
h) Esleme'l-aduvve: hazelehû, yardımı
bırakmak, yardımı kesmek (düşmandan)
i) Eslemehû li'l-heleketi: tehlikeye atmak
j) Esleme ani'l-emri: terekehû ba'de ma kane fih,
bulunulan bir durumu veya bir şeyi terketmek.
k) Eslemehullahu: hafizahû salimen, sağlam ve
sahih yani tam olarak korumak. Ayrıca İslam kelimesi ve
türevleri genel olarak Hz. Muhammed'den önceki semavî tevhid dinleri
ve mensupları için de kullanılmıştır. Çünkü
vahy'in kaynağı bir olup, o da yüce Allah'tır. Ona ve
peygamberlerine "tabi ve teslim olma" niteliği önceki
dinlerde de vardır. Kur'an-ı Kerîm'de bununla ilgili pek çok
ayet- i kerîme vardır.
Cenab-ı Hak Nûh (a.s)'a vahyettiği gibi Hz.
Muhammed'e de vahyettiğini bildirmiş (en-Nisa, 4/163), Hz
İbrahim ve ondan sonra gelen bazı peygamberleri ve
mensuplarını "müslüman" olarak nitelemiştir.
"Bir zaman Rabbi ona: "İslam ol"
dediğinde, İbrahim: "Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
oldum" demişti. İbrahim İslam ümmetinden olmayı
oğullarına da vasiyet etti. Ya'kub da onu tavsiye ederek:
"Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde
sizler sadece müslümanlar olarak can verin" dedi. Yoksa siz Yakub'a
ölüm geldiği sırada yanında mı bulunuyordunuz? O
zaman o, oğullarına: "Benden sonra neye
tapacaksınız?" demiş, oğulları
da:"Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve
İshak'ın ilahı olan tek ilaha kulluk edeceğiz.
Bizler O'na teslim olduk" demişlerdi" (el-Bakara,
2/131-133).
Şu ayet-i kerîmede peygamberlerin mesajının
temelde bir ve aynı olduğu ve bunun da İslam'dan ibaret
bulunduğu şöyle ifade buyurulur: "Allah'a, bize
indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve
torunlarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilen ve diğer
peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar
arasında bir ayının yapmayız, biz de Allah'a teslim
olanlarız, deyin" (el-Bakara, 2/136). Ancak daha sonra yahudi ve
Hıristiyanlık dininin bozulduğu ve mensuplarının
şirke düştükleri bir önceki ayette şöyle anlatılır:
"Kitap ehli: " Yahudi ve hristiyan olun ki, doğru yolu
bulasınız" dediler. Ey Muhammed! De ki:"Hayır biz
batılı bırakıp hakka yönelen İbrahim'in dinine
uyarız O, Allah'a ortak koşanlardan değildi"
(el-Bakara, 2/135). Diğer yandan tesis (üç ilahı bir sayma)
inancının onları küfre düşürdüğü de ifade
edilir: "Gerçekten, Allah Meryem'in oğlu İsa'dır,
diyenler kafir olmuşlardır" (el-Maide, 5/72). "Şüphesiz
ki: Allah üç ilahtan biridir, diyenler, kafir olmuştur. Oysa tek
bir ilahtan başka hiçbir ilah yoktur" (el-Maide, 5/73).
"Yahudiler, Üzeyr Allah'ın oğludur, hristiyanlar da
İsa Allah'ın oğludur, dediler. Bu, onların
ağızlarında geveledikleri cahilce sözleridir"
(et-Tevbe, 9/30).
Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Musa'ya ve Tevrat'a tabi
olanlara da "Nasranî" adı verilmiştir. Hz.
İbrahim'in temsil ettiği tevhid dini de "hanîf dîni"
olarak isimlendirilir. Diğer yandan İncil, Tevrat veya Zebur'a
tabi olanların hepsine birlikte, kutsal kitap sahipleri
anlamında "ehl-i kitap" denilir. Nasranîlere Hz.
İsa'dan çok sonra, yunanca bir kelime ile "hristiyanlık"
adı verilmiş, mensuplarına da "hristiyan"
denilmiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de Hz. İbrahim'den söz eden
on kadar ayette, O'nun "hanîf (hakka dönen, tam teslim olan, ibadet
eden)" bir peygamber olduğuna yer verilir.
"İbrahim ne yahudi idi ne de
hristiyandı. Fakat o, doğruya yönelmiş, hanîf) bir
müslümandı. Müşriklerden değildi" (Alu İmran,
3/67).
"Şüphesiz ki ben, hakka eğilerek yüzümü
gökleri ve yeri yaratana çevirdim. (eslemtü) Ben Allah'a ortak koşanlardan
değilim " (el-En'am, 6/79).
Ancak geçmiş ümmetlerle ilgili olan ayetlerde
geçen "müslim, müslimûn, müslimîn ve müslimeyni" gibi
ifadeler "teslim olan, hakka tabi olan" anlamındaki "müslim"
kelimesinin ikil veya çoğullarıdır. Nitekim Hz.
İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Ka'be'yi inşa ederken
yaptıkları duada bu anlamı görmek mümkündür:
"Rabbimiz! İkimizi de Sana teslim olan kıl. Soyumuzdan da
Sana teslim olan bir ümmet meydana getir" (el-Bakara, 2/128). Kısaca
bu ayetlerde, önceki dinlere mastar şekliyle "İslam"ın
özel ad olarak kullanıldığını ifade eden bir
ayet yoktur.
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed'in davet ittiği
son dine ise özel ad olarak "İslam" terimini kullanmıştır.
Ayetlerde şöyle buyurulur:
"Şüphesiz, Allah katında din İslam'dır"
(Alu İmran, 3/19). "Eğer seninle mücadele ederlerse, de
ki: "Ben Allah'a yöneldim. Bana tabi olanlar da". Kendine kitap
verilenlere ve okur yazarlığı olmayanlara, de ki:
"İslam oldunuz mu?" Eğer müslüman olurlarsa doğru
yolu bulmuş olurlar" (Alu İmran, 3/20). "Kim,
İslam'dan başka bir din ararsa, onun dini asla kabul
edilmeyecektir" (Alu İmran, 3/85). "Allah, kimi hidayete
erdirmek isterse onun gönlünü İslam'a açar" (el-En'am,
6/125).
Bütün insanlığa hitabeden ve evrensel bir
mesaj getiren son tevhid dini, en mükemmel düzeye ulaştırılmıştır."Bugün
dininizi sizin için ikmal edip üzerinize nimetimi tamamladım ve
din olarak size İslam'ı seçtim" (el-Maide, 5/3). Kendi
devirlerindeki toplum ihtiyaçlarını karşılayan
önceki semavî dinler İslam'ın gelişiyle yürürlükten
kaldırılmış ve İslam onların da yerini
almıştır.
İslam'da, inanmadığı halde müslümanların
hakimiyetine boyun eğme, anlamı da bulunduğu için bazan
"müslim" ile "mümin" farklı anlamlar
taşıyabilir. Aşağıdaki ayette buna dikkat
çekilir: "Ey Muhammed! Bedevîler; iman ettik, derler. Sen onlara
şöyle de: Hayır iman etmediniz. Siz ancak; "müslüman
olduk, yani teslim olduk" deyin. Çünkü henüz iman kalbinize
girmemiştir" (el-Hucurat, 49/14).
Bu duruma göre her mü'min, aynı zamanda müslim
sayılır. Fakat her müslim mü'min (inanmış)
olmayabilir. Yani bir kimse inanmadığı halde, çeşitli
sebep ve menfaatler yüzünden İslam'a boyun eğmiş
olabilir. İslam'a göre, inanmadığı halde,
dış görünüş bakımından inanmış görünen
kimse "münafık" denir (bk. el-Bakara, 2/8-10).
Ayrıca hadislerde de "İslam"ın
din ismi olarak zikredilmiş olduğu görülmektedir:
Resulullah şöyle buyurur: "Allah (tebareke
ve teala) beni İslam'la gönderdi" (Ahmed b. Hanbel, IV,
446). "Rabbin bize Seni ne ile gönderdi?" O,"İslam'la"
dedi (Nesaî, Zekat, 1, 72). İki kişi, (Hz. Peygamber'e)
"Dinin nedir?" der, O da "Dinim İslam'dır"
der.
İslam'ın din ismi olarak
kullanıldığı gayet açık bir konudur.
İslam kelimesinin menşeine gelince:
Yukarıda, İslam'ın bir din ismi olarak
ayet ve hadislerde geçtiği bahsedilmiştir. İslam
kelimesinin, hangi lügavî anlamlardan ıstılah manasına
ulaştığı, birşeye ismin nasıl
verildiği, İslam kelimesinin menşei ve bu menşei
teşkil eden lügavî manaların bu ismin vezin özelliklerine
göre neler ifade ettiği hususunda da şunlar kaydedilir.
el-Cüveynî der ki: "Araplar bir şeyi,
eğer delalet ediyorsa, veya ondan bir sebebi (yani aralarında
bir bağlılık) varsa, onu (karşılayan veya
bağlantısı olan) şeyin ismiyle isimlendirirler."
Bu ifadelerden, saf Arapça olan İslam
kelimesinin kendi masdar anlamıyla doğrudan
bağlantılı olduğu anlaşılır. Bu durumda
"esleme" fiilinin bu masdarı, ıstılahda yüklenecek
bütün anlamları taşıyabilir.
Bir dinin adı olarak kullanılan İslam
kelimesi için temelde iki anlam verilmiştir.
Bunlar ise;
1. İbn Faris ve İbn Manzûr tarafından
verilen tariflerdir. İbn Manzûr "ve'l-İslam ve'l-istİslam:
el-inkıyad" İslam ve istİslam: inkıyad etmek,
boyun eğmektir der. İbnu Faris ise "ve mine'l-bab eydan
el-İslam ve huve'lin kıyad" bu babda (yani S-L-M
kökünün asıl anlam grubunda) İslam, bizatihi inkıyadın
kendisidir tarzında zikreder (İbn Faris, mü'cem makayisi luğa,
III, 90; İbn Munzir, Lisanü'lArab, XII, 293).
2. İbn Kuteybe "el-İslam: ed-duhûl
fi's-silm ve huve'l-inkıyad ve'l-mutabe ah" İslam sulhe
giriştir, sulh yapmaktır, bu ise inkıyad, boyun eğmek
ve tabi' olmaktır, der (Nuzhetü'l-A'yun, 136).
Bunlardan biri, diğerinin bir neticesidir.
İbn Kuteybe'nin ifadeleri, açık olarak bizi, yukarıda
verilen İbn Faris ve İbn Manzûr'un açıklamalarına
uygun bir sebeb-sonuç münasebeti ekleyerek 'inkıyad sulhu netice
verir' der, öyleyse İslam, inkıyadla hasıl olmuş bir
sulh ortamında yaşamaktır' fikrine
ulaştırır.
Çok özet bir ifadeyle "bir din olarak İslam,
Allah'a inkıyaddan hasıl olan, O'nun sulh ortamında
yaşamanın adıdır."
Ayrıca burada, menşe' meselesine ilave
edilecek şu manalar da vardır: Teslim olmak, ihlaslı
olmak. İslam dini için temeli teşkil eden manaların
"inkıyad etmek, sulh yapmak, teslim olmak, ihlaslı
olmak"tan ibaret olduğu yukarıda zikrettik.
İslam kelimesinin şer'î anlamıyla
kazandığı genişleme:
1. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in verdiği tarifler:
Hz. Peygamber (s.a.s.) bir çok hadislerinde İslam'ı
muhtelif konularla birlikte zikreder. Bunlar, genellikle bir bütünün
parçalarıdır. Bir takım hadislerde de vardır ki,
İslam'ın dîn ve şerîat yönünden en güzel tarifi
mahiyetindedir. Dînî tarif için Cibrîl hadisi ile Abdu'l-Kays
kabilesinin özel olarak gönderdiği heyete Hz. Peygamberin
verdiği cevaplar en önemlileridir.
... Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
Bir gün Resulullah (s.a.s) meydanda oturuyordu.
Yaruna bir adam geldi ve:
-İman nedir? diye sordu.
-Resulullah:
-İman Allah'a, meleklerine, Allah'a kavuşmaya,
peygamberlerine inanman; aynı şekilde (öldükten sonra)
dirilmeye inanmandır, cevabını verdi. O zat:
-İslam nedir? dedi.
-Resulullah:
-Allah'a ibadet edip, O'na hiçbir şeyi ortak
kılmaman, namazı dosdoğru kılman, farz edilmiş
zekatı vermen, ramazanda oruç tutmandır, buyurdu.
Sonra o zat:
- İhsan nedir? diye sordu.
Resulullah:
-Allah'ı sanki görüyormuşsun gibi ibadet
etmendir; eğer sen Allah'ı görmüyorsan şüphesiz O seni
görmektedir, buyurdu. O zat:
- Kıyamet ne zaman? dedi.
Bunun üzerine Resulullah:
-Bu meselede sorulan, sorandan daha alim değildir.
(Şu kadar var ki kıyametten önce meydana gelecek) alametlerini
sana haber vereyim. Ne zaman satılmış cariye sahibini
(yani efendisini) doğurur, kim oldukları belirsiz deve
çobanları yüksek bina kurmakta birbiriyle yarışa çıkarsa
kıyametinleri görülmüş olur. (Kıyametin vakti)
Allah'tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir,
buyurduktan sonra: "O saatin ilmi şüphesiz ki Allah'ın
nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve yerde) O indirir.
Rahimlerde olanı O bilir. Hiç bir kimse yarın ne
kazanacağını bilmez. Hiç bir kimse hangi yerde öleceğini
bilmez. şüphesiz Allah (her şeyi) bilendir. Her şeyden
haberdardır" (Lokman, 31/34) ayetini tilavet eyledi. Sonra o
zat arkasını dönüp gitti. Resulullah: "Onu geri getirin
" diye emretti; fakat sahabîler onun izini bulamadılar. Bunun
üzerine Resulullah: "İşte bu Cibril'dir. İnsanlara
dinlerini öğretmek için geldi" buyurdu.
Ebû Abdillah bu hadiste zikredilen şeylerin
hepsini imandan kıldı.
Yukarıda zikredilen hadisteki Hz. Peygamberin
"İşte bu Cibril'dir, insanlara dinlerini öğretmek için
geldi" ifadesinden, bilhassa iman, İslam ve ihsanın
dinden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre
İslam dini, iman esaslarına inanmak, İslam'ın erkanını
yerine getirmek ve ihsan sahibi olmaktır.
en-Nevevî, Muslîm'in Sahih'ine yaptığı
şerhte "İslam, (iman esaslarını) tasdik,
(kelime-i şehadeti) söylemek ve (İslam'ın rükünleriyle)
amel etmekten ibarettir" der, İslam'ı, bir din olarak
geniş anlamıyla verir.
Din kelimesi, taat anlamında olduğuna göre,
kalbin taati iman ve tasdik dilin taati, şehadet, ikrar yani kavl,
insan uzuvlarının (cevarihin) taati ise ameldir, yani
emredileni, şer'î ve meşru olanı yapmaktır.
"Allah katında din, şüphesiz İslam'dır" (Alu
İmran, 3/19) ayetindeki hedef yukarıda zikredilen iman,
İslam ve ihsanı içerisine alan İslam dinidir.
"Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, o
kimseden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek" (Alu İmran,
3/85) ayeti "Muhammed'in getirdiğin dinden başka bir din
arayandan, aradığı din kabul edilmeyecektir"
şeklinde açıklanır. "Muhammed'in dinine İslam
ismi verilir, Dînu'l-İslam (İslam dini) denilir"
ifadesiyle İslam dininden maksadın, Hz. Muhammed (s.a.s)'in
tebliği ettiği din olduğu anlaşılır (Bedrüddin
el-Aynî,. Umdetü'l-karî, I, 109-110).
Kadî İyad ise bu hadisi kasdederek "Şeriat
ilimlerinin tamamı bu hadise bağlıdır ve bundan
şube şube olmuş yayılmıştır",
demektir (Aynı, a.g.e., I, 291).
Bize Ubeydullah b. Mûsa şöyle dedi: Bize
Hanzalatu'bnu Ebî Süfyan, İkrime b. Halid'den, o da İbn
Ömer'den haber verdi. İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir:
Resulullah şöyle buyurdu: "İslam, beş şey
üzerinde kurulmuştur: Allah'tan başka ilah olmadığına
ve Muhammed'in Allah'ın Resulu olduğuna şehadet etmek,
namaz kılmak, zekat vermek hacc etmek, ramazan orucunu tutmak"
(Buharı, iman, 1).
Şer'î bir tarif olarak, İslam'ın
beş rükün üzerine bina edildiğini belirtmektedir. Hadis
şarihleri, bu hadisi izah ederken madem binanın direkleri ve sütunları
var, öyleyse temeli, duvar ve çatısı olmalıdır
derler. Temeli iman esasları rükünleri yukarıda zikredilen
beş husus, duvar ve çatıyı yani koruyucu unsurları
ise müeyyidat ve yaşama nizamları olmaktadır.
Tefsir, kelam ve dil alimlerinin, asıl lügavî
manalara verdikleri şer'î anlamlara gelince:
a) et-Taat: taat itaat, ibadet, kulluk etmek. Bu anlamıyla
"Din" karşılığıdır. Çünkü din
taattır.
b) el-İzan: İzan, boyun eğmek, itaat
etmek. Bu kelime Kur'an'da zalim kişilerin, zulmü bırakıp
itaat etmesi anlamında kullanılır. Zulümden dönüşü
ifade eder (en-Nûr, 24/49).
c) el-Hudû: Hudû, boyun eğmek itaat etmek. Bu
kelime Kur'an'da kafirler için kullanılır. Kafirin küfrü bırakıp
imana gelmesi ve İslam'ı yaşaması, ibadet etmesi
anlamındadır. Küfürden İslam'a dönüştür (eş-Şuara',
26/4).
d) es-Sulh: Sulh. Bu anlamıyla, kişinin,
Allah, cemiyet ve idare ile karşılıklı rıza ile
barış içerisinde olması ifade edilir.
e) el-Eman: Eman, güvenlik. İslam, fert ve
cemiyete güvenlik sağlar.
f) el-Hulûs: Hulûs. Bu kelime iki anlamda kullanılır:
Biri tehlikelerden beri olmak, diğeri ise saf, temiz ve halis
olmaktır. İslam, bir kurtuluştur, kalb dile ve
tavırların tutarlı ve samimi olmasıdır.
g) el-Bera'etu mine'ş-şevaibi'z zahire
ve'l-batıne: Açık ve gizli lekelerden uzak olmaktır. Bu
anlamıyla, ibadeti ve taati ve inançları sadece Allah'a ait
tutmak, ihlaslı olmaktır,
h) el-Müslimûn, ehlu'l-İslam: Müslümanlar. Bu
anlamıyla kullanılması İslam'dan mecazdır.
i) Ahdu'l-İslam, el-Asru'l-İslamî:
İslam dönemi, İslamî asır.
j) el-İman: İman. İman, İslam'ın
inanılması gereken umdèlerine itikattır. İman,
İslam'la aynı anlamda kullanılır, Maturîdîlerde
olduğu gibi biri diğerinin aynıdır.
İman ve İslam terim olarak ayrıdır,
fakat biri diğersiz olmaz. İmansız İslam olmadığı
gibi, İslamiyetsiz iman olamaz. Eş'arîlerin kanaati budur.
İman ve İslam ayrı ayrı
şeylerdir. İman bir inanmadır. İslam bir otoriteye
zorunlu itaattir. Bu durumda imanda kişi zorlanamaz. İslam'da
şekil olarak zorlanır. Hanbelîlerin kanaati budur. Fiiliyatta
bu zorunluluğa "istİslam" derler.
el-İstİslam: İstislam, zorunlu olarak
itaat. İmlamda "istislam" fikrinde olanlar, fiiliyatta
zorlama olacağını kabul ettikleri gibi, bunların
bazısı iman rükünleri içindeki kadere imanın yani
hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu kabulde, ferdin
başına gelen imtihan yollu bela, sıkıntı,
darlık ve afete itirazsız kabülünü de kasdederler.
l) el-malul-meşrûah: Dinin cevaz verdiği
ameller, işler anlamında bazan kullanılır.
İslam dinini bazı yönlerini ifade eden ve
onun yerine bazan kullanılan S-L-M kökünden diğer isimleri ise
şunlardır:
a) Selem: Bu isimle İslam'dan "Allah'a'
ibadet ve taatte olmak ve emirlerine inkıyad etmek"
kasdedilmektedir.
"Selem: İtaat ve inkıyad anlamıyla
İslam'ın isimlerinden biridir."
"Size selam veren kişiye mü'min değilsin
demeyiniz" (en-Nisa, 4/94). Selem, itaat etmek ve inkıyadı
takdim etmektir. İslam da ancak taati Allah'a ait tutmak ve emrine
inkıyad etmek bağlanmaktır. İbn Ömer "Filanca
ile selem alışverişi yaptım" demekten
hoşlanmazdı, "Bu ismin sadece Allah'a taat için kullanılmasını
başka şeyin buna
karıştırılmamasını sevmekteyim" derdi.
b) Silm: Bu ismiyle İslam, şeriatın
tamamına uygun hareket etmektir.
Cenab-ı Hakk'ın "Ey iman edenler,
topluca silm'e giriniz " (el-Bakara, 2/208) ayetindeki silm kelimesi
Sulh ve İslam anlamındadır (Ebû Hayyan el-Endülüs
Tuhfetü'l-Erib, 140).
c) Selm: İslam'ın sosyal yapıdaki sulh
yönünün ismidir.
bn Manzûr, Lisanü'l-Arab (XII, 295). da
"ve's-Selm: el-İslam", Selm, İslam'dır.
"ve's-Selm: el-istihza' ve'l inkıyad ve'l-istislam",
Selm: İtaat, inkıyad ve bir otorite karşısında
boyun eğmektir, der. es-Sicistanî ise Nuzhetu'l-kulûb (s. 128) da
"ve's Selmu ve's-silm...: el-İslam ve's sulhu eydan" Selm
ve Silm: İslam ve sulh'tur, tarzında zikreder.
Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere
"Selm, İslam'ın itaat, inkıyad ve boyun
eğişle hasıl olmuş bir sulh ortamı olmasına
isimdir.
İslam'ın temel özellikleri:
Kur'an, İslam'da esas olanın Allah'a inkıyad
etmek ve ihlaslı olmak olduğunu, İslam'ın
zıddının ise küfr, şirk ve cahiliyye olduğunu
ifade buyurur.
İnkıyad etme boyun eğme ve itaat etmek,
bizzat İslam'ın kendisidir. Cenab-ı Allah bununla ilgili
olarak şöyle buyurur:
"(De ki) O'nun hiç bir ortağı yoktur;
bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların (teslim
olanların, itaat edenlerin) ilkiyim" (el-En'am, 6/163).
"Hayır, Rabb'ine andolsun ki, aralarında çıkan
anlaşmazlık hususunda seni hakem tayin edip, sonra da senin
verdiğin hükmü, içlerinde bir sıkıntı
duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman
etmiş olmazlar" (en-Nisa, 4/65). "Körleri sapıklıklarından
vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara
sen duyurabilirsin, işte onlar müslümanlar (teslim olanlar) dır"
(en-Neml 27/81, er-Rûm 30/53).
"Sonunda erginlik çağına erince ve
kırk yaşına varınca:'Rabbim! Bana ve anne babama
verdiğin nimete şükretmemi ve benim hoşnud
olacağın yararlı bir işi yapmamı sağla, bana
verdiğin gibi soyuma da salah ver, doğrusu sana yöneldim, ben,
kendini sana verenlerden (müslümanlardan)im' demesi gerekir"
(el-Ahkaf, 46/15).
İhlas: Yapıları ibadet ve işlerde
yalnız Allah'ın rızasının esas
alınmasıdır. İhlası bozan şeyler şöyle
sıralanabilir: Müslümanlar arasında tarafgirlik ve adavet,
bozuk siyasî, hayat riyakarlık (şirk-i haftı) olan
şöhretperestlik, insana kendini çok çekici gösteren, kendini beğenmişlik
dediğimiz tarihe şa'şalı geçmek ve iyi görünmek,
dini, maddî ve manevî bir gaye ve maksada alet etmek, bu maksat için
rekabete girmek.
İhlas, ihsanın neticesidir.
Ferd, tahkiki imanın kuvvetiyle, Allah'ın
marifetini netice veren masnûattaki imanı tefekkürle hasıl
olan huzurla, Cenab-ı Hakk'ın hazır ve nazır
olduğunu düşünerek, O'nun huzurunda başkalarına
bakmak ve meded aramak o huzurun edebine aykırı olduğunu düşünmek
ile riyadan kurtulup ihlası kazanır. İhlas, şirkin
zıddıdır.
"Biz sana Kitab'ı hakk olarak indirdik. O
halde sen Allah'a dîn (taat)i O'na yalnız halis kılarak ibadet
et" (ez-Zümer, 39/2).
"De ki: Dîn (taat)i Allah'a halis kılarak
O'na ibadet etmekle emrolundum" (ez-Zümer, 39/ 11).
"De ki: Allah'a, yalnızca O'na dîn
(taat)imi halis kılarak, ibadet ederim" (ez-Zümer 39/14).
Müminlere hitaben:
"O halde siz, Allah'a dîn (taat)i yalnız
O'na has kılarak yalvarın, kafirler hoşlanmasa da"
(el-Mü'min 40/14).
"O, daima diridir, O'ndan başka ilah yoktur.
Din (taat) i yalnız O'na has kılarak O'na yalvann. Her türlü
hamd (övgü), alemlerin Rabb'ine mahsustur" (el-Mumin, 40/65).
Müşriklerin ifadesine yer verilerek de şöyle
buyurulur:
"Öncekilerde olduğu gibi, bizde de bir kitap
olsaydı, Allah'ın içten bağlanan kulları
olurduk"derlerdi. Böyleyken şimdi onu inkar ettiler. Artık
ileride bileceklerdir (es-Saffat, 37/167-170).
Hz. Peygambere hitaben:
"Eğer seninle tartışmaya
girişirlerse, "Ben bana uyanlarla birlikte Allah'a ihlas ile
bağlıyım" de" (Alu İmran, 3/20).
"... Ben, alemlerin Rabb'ine ihlasla
emrolundum" de (el-Mümin 40/66).
Müminlere hitaben:
"İyi davranışlar içinde kendini
bütünüyle Allah'a veren kimse, şüphesiz en sağlam
tutacağa yapışmıştır. Bütün işlerin
sonu Allah'a varır" (Lokman 31/22).
"İşlerinde doğru olarak kendisini,
Allah'a halisane teslim eden ve hakka yönelen İbrahim'in
Allah'ı bir tanıyan dinine uyandan, din bakımından
daha iyi kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti"
(en-Nisa, 4/125).
irk: Kainatın ve mevcûdatın sahibi Allah'a
ortak koşmak en büyük zulümdür, onu inkar etmektir. Allah'ın
zatında, sıfatında, rububiyetinde ve icraatında,
ortağı, benzeri yoktur ve olamaz. Kainattaki nizam ve intizam
şirke yer olmadığına en büyük delildir.
Amellerde, Allah'ın rızasından
başka bir niyet ve maksat taşımak gizli şirk
(şirk-i hafî)dir. Gizli şirkin menşei enaniyettir. Eğer
gizli şirk katılaşır ve artarsa, esbab şirkine,
oradan da küfre, en nihayet tatil'e yani Halıksızlığa
ulaşır.
Kelime-i tevhidin tekrar ile zikrine devam etmek,
kalbi pek çok şeyler ile bağlayan bağları koparmak ve
insanda bulunan özelliklerin kendilerine uygun ortaklarıyla olan
alakalarını kesmek içindir. "Doğruya yönelmiş
(hanif) olarak yüzünü dine çevir (taatini yap), sakın müşriklerden
(puta tapanlardan) olma!" (Yunus 10/105).
"Sonra sana, doğruya yönelen (hanif)
İbrahim'in dinine uy!" diye vahyettik. Çünkü O, müşriklerden
değildi" (en-Nahl 16/123).
"Sana indirildikten sonra Allah'ın
ayetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Rabbine davet et,
sakın müşriklerden olma!" (el-Kasas 28/87).
Hz. Peygambere ve müslümanlara hitap:
"Allah'a yöneldiğiniz halde, O'na
karşı gelmekten sakınınız, namaz
kılınız, fırka fırka olup dinlerinde
ayrılığa düşen, her fırkasının da
kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden
olmayınız" (er-Rûm 30/31-32).
Küfr: Nimeti inkardır. İman ve İslam
bir nimettir. Bu nimeti inkar etmek, imansızlıktır.
İnkar ise ya imanın hükümlerini nefyetmek ve inkar etmektir ki
bu tarz olan dalalet, hakkı kabul etmemektir. Kabulün yokluğudur
(adem-i kabûl), ya da imanın nefyini değil, belki imanın
zıddına gidip, batılı kabuldür, hakkın aksini
ispattır, yokluğun kabulü (kabûl-i adem)dür, buna cahd
denilir.
>>>>>
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.