Istıhsan
ıstıhsan
Bir şeyi iyi ve güzel görmek, tercih etmek.
Hukukçunun adalet ve insafla hareket ederek, özel bir delile dayanılmak
sûretiyle genel kuraldan ayrılması anlamında bir
fıkıh usûlü terimi. Hanefî hukukçularından es-Serahsî
(ö. 490/1097), istihsanın; Kıyası terkedip, insanlar için
en uygun olanı almaktan, şahıs veya toplum bir meselede
sıkıntıya düşünce müsamaha, kolaylık ve
ruhsatlarla hareket etmekten ibaret olduğunu belirttikten sonra
şöyle der: "Bunlardan çıkan sonuca göre istihsan; kolaylık
sağlamak için zorluğu terketmektir. Bu da dinin aslı se
esasıdır. Yüce Allah şöyle buyurulmuştur:
"Allah, sizin itin kolaylık diler, zorluk murad etmez" (el-Bakara,
2/185). Hz. Peygamber de bir hadisinde şöyle buyurmuştur:"Dinininiz
en iyisi, en kolay olanıdır" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,
32). Buna göre, dinde zorluk çıkarılmaması, kolaylık
yollarının ortaya konulması asıldır.
İstihsanın aslı da bundan ibarettir (es-Serahsî, el-Mebsut,
X, 145; M. Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire, t.y., 253, 254).
Hz. Peygamber, Alî b. Ebî Talib ve Muaz b. Cebel'i
Yemen'e gönderirken, kendilerine; "kolaylaştırın,
zorlaştırmayın, yaklaştırın,
uzaklaştırmayın" buyurarak, toplumla olan
ilişkilerinde izleyecekleri metodu belirtmiştir. (es-Serahsî,
a.g.e., X, 145).
Ebu'l-Hasen el-Kerhî'nin tarifi şöyledir: "İstihsan,
müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı bir
meselede benzerlerinin hükmünden başka bir hükme yönelmesidir."
(Şatibî, el-İ'tisam, Kahire, t. y., II, 118; Amidî, el-İhkam,
Mısır 1914, IV, 212).
Malikîlerden İbn Rüşd'e göre, istihsan,
hükümde aşırılığa götüren kıyası
bırakıp, genel kural dışındaki istisna yoluyla
başka bir hükme ulaşmaktır (Şatibî, a.g.e., II,
119). Hanbelîlerden Tûfî'nin (716/1316) tarifi şöyledir: "İstihsan,
şer'î özel bir delil karşısında, bir meselenin hükmünde
benzerlerinden ayrılmaktır. Ahmed b. Hanbel'in mezhebi de budur"
(Abdulvehhab Hallaf, Masadiru't Teşrîi'l-İslamî, Kuveyt
1970, s. 70).
İstihsanın çeşitlerini de içine alan
kapsamlı bir tarifi şu şekilde yapılabilir:
İstihsan; müctehidin bir meselede, kendi kanaatince o meselenin
benzerleri için verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren nass (ayet-hadis),
icma, zaruret, gizli kıyas, örf veya maslahat gibi bir delile
dayanarak başka bir hüküm vermesidir.
Bazen bir mesele genel nitelikli ayet veya hadislerin
yahut bazı mezheplerce benimsenip yerleşmiş bulunan bir
genel kuralın kapsamına girer. Ancak aynı konuda, bu
nass'ın veya genel kuralın aksi yönde hüküm vermeyi
gerektiren nass, icma, zaruret, örf veya maslahat gibi başka özel
bir delil daha bulunur. Müctehid bu özel delilin tercih edilmesi gerektiğine
kanaat getirirse, genel nass veya genel kuraldan ayrılarak, özel
delile göre hüküm verir. İşte bu, benzerlere uygulanan hükümden
vazgeçmeye "istihsan" adı verilir. Bu yolla sabit olan hükme
de "kıyasa aykırı olarak istihsan yoluyla sabit olan hüküm"
denir. Burada kıyasa aykırılıktan maksat, genel nass
veya genel kurala aykırılıktır (Zekiyüddin
Şa'ban, Usûlü'l-Fıkh, terc. İbrahim Kafî Dönmez,
Ankara 1990, s. 162).
İslam hukukunun aslî delilleri Kitap, Sünnet,
icma ve Kıyastır. istihsan ise; örf, maslahat zerayi' ve
geçmiş Şeriatlar gibi tali delillerdendir. Sahabe ve Tabiin
bilginleri re'y, kıyas ve istihsan gibi terimlere önem vermeksizin
Hz. Peygamber'in verdiği müsaadeye dayanarak ictihada başvururlardı.
Onlar ictihadlarında İslam'ın ruhundan ve genel
prensiplerinden hareket ederek fetva verirler;
"Zarar verme ve zarar ile
karşılıkta bulunma yoktur" (Malik, Muvatta', II, 122;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 327; Mecelle, Madde, 19) hadisi gibi genel
nitelikli prensiplerin ışığı altında yeni
meselelere çözüm getirirlerdi.
Ashab-ı Kiram'dan Dahhak b. Halîfe
el-Ensarî'nin bir tarlası vardı. Buraya sulama suyu ancak
Muhammed b. Mesleme'nin tarlasından geçerek ulaşabiliyordu.
Muhammed b. Mesleme kendi tarlasından suyun geçirilmesine izin
vermeyince Dahhak, Halife olan Hz. Ömer'e başvurdu. Ömer (r.a),
O'na sordu: "Kardeşinin yararlanmasına niçin engel
oluyorsun? Halbuki aynı su kanalından sen de yararlanabilirsin
ve sana bunun bir zararı da olmayacak". Muhammed ise: "Vallahi
kanal açılmasına izin vermem" deyince, Halîfe Ömer:
"Senin karnının üzerinden bile olsa Dahhak bu kanalını
geçirecektir" dedi ve gerekli emri verdi (Malik, Muvatta', II, 122,
123; Yahya b. Adem, Kitabü'l-Harac, Kahire 1347, s. 111, 112).
Hatip adlı bir şahsın köleleri,
Müzeyneli birisinin devesini çalıp kesmiş ve etini de
yemişlerdi. Hz. Ömer'e şikayet edilince, kölelerin hırsızlık
suçundan dolayı ellerinin kesilmesini emretti. Ancak olayın
özel şartlarını inceleyince, kölelerin çalıştırıldığı
halde aç bırakıldıklarını tesbit etti ve el
kesme cezasını kaldırarak, kölelerin sahibi olan Hatibin,
devenin kıymetinin iki katı olan 800 dirhem gümüş
parayı deve sahibine ödemesine hükmetti. imam Malik bu olayı
naklettikten sonra şöyle der: "Böyle bir malı iki
katıyla ödetme işi Medîne yöresinde cari değildir. Ancak
kişi, böyle bir malı, aldığı günkü rayiç kıymetine
göre tazmin etmektedir" (Malik, Muvatta', II, 124; el-Bacı,
el-Münteka, Mısır 1332, VI, 65). Hz. Ömer'in verdiği bu
kararlar Kitap, Sünnet ve Kıyas'a dayanmamaktadır. Çünkü kıyasa
göre, Muhammed b. Mesleme, komşusu Dahhak'a, kendi toprağından
su yolu verip vermemekte serbest olduğu gibi, Müzeyneli'nin devesini
çalanların da elleri kesilmeli idi. Ancak o, bu konuda dinin genel
prensiplerine, zararı def ve maslahatı celbetme esasına göre
hüküm vermiştir. İşte genel nitelikli nassların
kapsamı dışında, özel bir nass, icma, örf veya
maslahat gibi bir delil sebebiyle yapılan bu gibi ictihadlara daha
sonra "istihsan" adı verilmiştir (Muhammed Yusuf Mûsa,
Tarihu'l-Fıkhı'l İslamî, Mısır 1958, s. 256).
İ. Goldziher, istihsan prensibini bizzat Ebû
Hanîfe'nin (ö. 150/767) koymuş olduğunu söyler (Vienna
Oriental Journal, I, 228). J. Schacht'a göre ise, bu terim Ebû
Hanife'den önce vardı. Ancak istihsan metodu Ebû Hanîfe ve öğrencileri
Ebû Yusuf ve İmam Muhammed tarafından
geliştirilmiştir (J. Schacht, The Origins of Muhammadan
Jurisprudence, s. 112).
İstihsan ile kıyas arasındaki fark
şöyle açıklanabilir: Ferdî düşünce ürünü olan
ictihad, Sahabe devrinde "re'y" adını alıyordu.
Bu metod geliştirilip, sistematik hale gelince "kıyas"
adı verildi. Fakîh'in kendisine uygun gelen ve genel kuralın
istisnası olarak tercih ettiği kıyas şekline de "istihsan"
denildi. Bu duruma göre, istihsan, toplumda karşılaşılan
problemleri çözmede daha elverişli ve etkisi daha çok olan bir
metoddur.
Bazen bir mesele nass'ın kapsamına girmez ve
bu yüzden kıyas yoluna başvurulur. Bu takdirde iki kıyas
ile karşılaşılır. Bu kıyaslardan biri açık
(zahir)dir. Çünkü asıl hükümle, bu hükme bağlanacak olan
mesele arasındaki illet bağı kolayca kurulabilir.
İkinci kıyas ise, kapalı (hafi)dir. Burada illet
bağı ilk bakışta kurulamamakta ve gizli
kalmaktadır. Müctehid, bazı delillere dayanarak bu gizli
kıyas yolunu tercih ederek buna göre hüküm verebilir. Buna "açık
kıyasa aykırı olan istihsan" adı verilir.
işte Hanefî hukukçuları ile istihsana göre hüküm veren diğer
hukukçuların, özellikle Malikîlerin, istihsandan anladıkları
budur. Çünkü istihsan ve kıyas kelimelerinin açıkça kullanıldığı
meseleler incelenirse, genel olarak iki durumla
karşılaşılır: Müctehid, ya özel bir delil
sebebiyle genel kuraldan ayrılmıştır, ya da,
hakkında biri açık diğeri kapalı iki kıyas söz
konusudur ve müctehid, kapalı kıyası daha güçlü bulduğu
için açık kıyası terketmiştir.
İstihsanın Çeşitleri:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir müctehidin
genel nitelikli nass veya genel kuraldan ayrılıp, başka bir
hüküm vermeye yönelmesi, ya bu konuda mevcut olan özel bir nassa (ayet
hadis) binaen veya bir icma, bir zarûret, bir kapalı kıyas
yahut da bir maslahat sebebiyle olmaktadır. istihsanın
dayanağını teşkil eden bu deliller dikkate
alındığında, altı çeşit istihsan ortaya çıkar:
1. Nass sebebiyle istihsan:
Bir mesele hakkında özel bir nass bulunur ve bu
nass, aynı konudaki genel nitelikli nass veya genel kuralın
aksine bir hüküm ihtiva ederse, bu çeşit istihsandan söz edilir:
Selem veya selef akdi, peşin para
karşılığında, mislî (standard) bir malın
vadeli olarak satımı demektir. Bu ise, bir kimsenin elinde
mevcut olmayan bir malı satması anlamına gelir. Bu konuda
iki nass bulunmaktadır. Birisi genel nitelikli olup, böyle bir
sözleşmenin geçersizliğini gerektirmektedir. Hz. Peygamber,
Hakîm b. Hızam'a; "Sahip olmadığın bir
şeyi satma" (Ebû Davud, Büyû', 70) buyurmuştur.
İkinci nass ise özel nitelikli olup selem akdinin mümkün ve caiz
olduğunu ifade eder. Hz. Peygamber Medîne'ye geldiğinde Medînelilerin
meyveleri hakkında bir veya iki yıllığına selem
(para peşin, mal veresiye) sözleşmesi
yaptıklarını gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Selem yoluyla satış yapan, bunu belirli ölçüye, belirli
tartıya göre ve süresini belirleyerek yapsın" (Ebû
Davud, Büyû', 57; Nesai, Büyû', 63). Bu duruma göre, selem; kıyasa
aykırı olmakla birlikte istihsan yoluyla caiz görülmüştür.
Ancak istihsanın temelde dayanağı da sünnettir. Burada
özel şartlar ve toplumun ihtiyacı nedeniyle bir hadisten
başka bir hadîsin hükmüne gidiş söz konusudur (es-Serahsi,
Usûl, Beyrut t.y., II, 203).
Mal vasiyetinin geçerli oluşu da istihsana
dayanır. Çünkü vasiyette mülkiyetin karşı tarafa geçişi,
mülkiyetin ortadan kalkacağı zamana
bağlanmıştır. Halbuki temlik konusundaki genel
prensibe göre, temlik, mülkiyetin ortadan kalkacağı zamana
bağlanamaz. Bu prensibe göre, vasiyet tasarrufunun geçersiz olması
gerekir. Ancak vasiyet konusu özel nasslarla meşrû kılınmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "(Bütün bu miras
payları, ölenin) yapmış bulunacağı vasiyet
yerine getirildikten ve borcun ödenmesinden sonradır" (en-Nisa,
4/11). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Allah, amel
defterinizin hayrı-hasenat kısmına eklenmek üzere yaptığınız
iyiliklerden ayrı olarak, size vefatınız
sırasında da mallarınızın üçte biri üzerinde
tasarruf yetkisi vermiştir" (İbn Mace, Vesaya, 5;
Zeylaî, Nasbu'r-Raye, IV, 399-401).
Unutarak yiyip-içenin orucunun bozulmaması
istihsan yoluyla sabittir. Burada genel kurala göre orucun bozulması
gerekir. Çünkü, orucu bozan şeylerden sakınmak (imsak),
orucun rükünlerindendir. Unutarak da olsa yeme-içme ile bu rükün
ortadan kalkmış olur. Ancak özel bir nass olan hadisle orucun
bozulmadığına hükmedilir. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Oruçlu iken unutarak yiyip içen kimse orucunu
tamamlasın, zira onu Allah yedirip içirmiştir" (Buharî,
Eyman, 15, Savm, 26; Tirmizî, Savm, 26; Müslim, Sıyam, 171). Ebû
Hanîfe'nin; "Bu hadis olmasaydı, kıyasa göre amel edip,
unutarak yiyip içenin orucunun da bozulacağına hüküm
verirdim" dediği nakledilir (Zekiyüddin Şa'ban, a.g.e. s.
165).
Namaz kılarken kahkaha ile gülenin abdestinin
bozulması kıyasa uymaz. Çünkü kıyas yalnız
namazın bozulmasını gerektirir. Ancak namaz kılarken,
gözleri görmeyen birisinin çukura düştüğünü görünce
gülenlerin abdestlerinin bozulduğunu bildiren hadis
karşısında bu kıyastan vazgeçilmiştir (Zeylaî,
a.g.e., I, 47).
Şart muhayyerliği de istihsana dayanır.
Çünkü, bir satım akdinin, sözleşmenin
yapıldığı andan itibaren bağlayıcı
olması (lüzûmu) asıldır. Muhayyerlik bunu ihlal eder ve
kıyasa göre, geçersiz olması gerekir. Ancak, Hz. Peygamber'in
Hıbban b. Munkız'a söylediği şu söz bu konuda özel
nass'tır: "Alış-veriş yaptığında;
aldatmaca yok. Benim için üç gün süreyle muhayyerlik hakkı
vardır, de" (Buharî, Buyû', 48; Müslim, Büyû', 48). Burada
genel kural, akdin tek taraflı olarak feshedilememesi, özel nass
ise, şart muhayyerliğinin caiz görülmesidir.
2. İcma sebebiyle istihsan:
Bu, herhangi bir mesele hakkında teşekkül
etmiş bulunan icma' sebebiyle kıyası terketmektir. Mesela;
müslümanlar istisna' (san'atkara bir iş ısmarlama, eser sözleşmesi
yapma) akdinin sıhhati üzerinde görüş birliğine
varmışlardır. Kıyasa göre böyle bir akdin geçersiz
olması gerekir. Çünkü akdin konusu olan şey, sözleşme
sırasında mevcut değildir. Olmayan bir şeyin
satımı ise hadisle yasaklanmıştır (Ebû Davud,
Büyû', 70). Ancak insanlar Hz. Peygamber devrinden beri, bu muameleyi
yapagelmişler ve hiçbir müctehid buna karşı çıkmamıştır.
Hanefîlere göre, istisna' sözleşmesi, kıyasa
aykırı olmakla birlikte, temelde icma' deliline dayalı
olarak istihsan yoluyla geçerlidir.
Hamamlarda yıkanma ile ilgili sözleşme de
istihsana dayanır. Bu bir çeşit kira sözleşmesidir. Ancak
kullanılacak su miktarı ve kalınacak süre önceden
belirlenmediği için, bu bilinmezliklerin akdi fasit kılması
gerekir. Fakat insanlar bunu teamül halinde uygulayageldikleri halde,
ictihad ehlinden hiçbir kimse buna karşı çıkmamıştır.
Bu yüzden konu hakkında icma' meydana gelmiş ve akdin geçersizliğini
gerektiren kıyas terkedilmiştir.
3. Zarûret ve ihtiyaç sebebiyle istihsan:
Buna genellikle aşağıdaki örnekler
verilir.
Doğan, akbaba, karga ve atmaca gibi
yırtıcı kuşların artığı sularla
dinî temizliğin yapılabilmesi istihsana dayanır. Bunlar
aslında leş yiyen kuşlardır. Gagaları bu
pisliklerle temas halindedir. Diğer yandan su içerken salyaları
suya akabilir. Buna göre, arslan, kaplan, pars vb. yırtıcı
hayvanlarda olduğu gibi, bu kuşların artığı
olan suyun -eğer az ise- pis olduğuna hükmetmek gerekir. Bu,
açık kıyasın bir sonucudur. İstihsana göre ise,
gizli (hafi) kıyasa yönelerek, bu kuşların durumu
dikkatlice incelenirse, dört ayaklı yırtıcı
hayvanlardan farklı oldukları görülür. Çünkü yırtıcı
hayvanların artıkları, salyaları
karıştığı için pistir. Bunun sebebi de salyalarının
pis olan etlerinden meydana gelmesidir. Yırtıcı kuşlar
ise, suyu gagalarıyla içtikleri için, artıkları
salyalarıyla temas etmez. Gagaları kemik olduğundan,
artıkta herhangi bir eser bırakmaz. Bu yüzden onların
artığı olan su pis sayılmaz. Ancak ihtiyat
bakımından böyle bir suya mekruh denir. Diğer yandan
meseleye zarûret açısından bakılınca, bu
kuşların suya havadan indikleri, özellikle çöllerde ve yerleşik
nüfusun olmadığı yerlerde yaşayanların,
bunların artıklarından kaçınmalarının çok
güç olduğu dikkate alınarak, kıyas terkedilmiş ve bu
kuşların artığı istihsan yoluyla temiz kabul
edilmiştir.
Pislenen kuyu ve havuzların temizlenmesi. Genel
kurala göre, bu kuyu ve havuzlar pislenme sırasındaki suyun bir
kısmı veya tamamı boşaltılsa bile temiz hale
gelmez. Suyun bir kısmı boşaltılsa, ger kalan
kısmında pisliğin kalacağı açıktır.
Suyun tamamı boşaltılsa bile, duvar ve tabanda kalan pislik
yeni gelen suyla karışır. Fakat müctehidler zarûret karşısında,
pislenen suyun bir kısmının veya tamamının
boşaltılması halinde kuyu veya havuzun temiz sayılmasına
hükmetmişlerdir (İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadîr, I, 67 vd.;
İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtar, I, 147 vd.). Günümüzde bu gibi
kuyuların temiz olup olmadığı suyun tahlili ile
anlaşılabileceği gibi, klorlama yoluyla mikropların
etkisiz kılınması da mümkün olmaktadır. Diğer
yandan su motorları, suyu boşaltmada büyük kolaylıklar
sağlamaktadır.
4. Kapalı kıyas sebebiyle istihsan:
Bu çeşit istihsan, hakkında birbiriyle çatışan
ve biri açık diğeri kapalı iki kıyas imkanı
bulunan meselelerde ortaya çıkar.
Yırtıcı kuşların
artığı meselesini buna örnek verebiliriz. Burada iki ayrı
kıyas yapılabilmektedir. Birisi arslan, kapları gibi dört
ayaklı yırtıcı hayvanların
artığına kıyas yapılması olup, bu açık
kıyastır. Çünkü her iki hayvanın salyasının
oluşumu şer'an pis sayılan etleri ile
bağlantılıdır. ikinci kıyas ise kapalı
(gizli) kıyas olup, iyice düşünülünce anlaşılabilmektedir.
Bu, yırtıcı kuşların
artığının insan artığına kıyas
edilmesidir. Çünkü yırtıcı kuşlar suyu
gagaları ile içerler. Gagaları temiz kemiktir. Salyaları
ise suya karışmaz. Bulla göre, insanın
artığı temiz olunca, bu kuşların
artığı da temiz olur (Zekiyüddin Şa'ban, a.g.e., s.
169).
Alacaklıya teminat olmak üzere verilen rehnin
vediaya benzetilmesi kapalı kıyas olup, istihsan adını
alır. Ebû Hanîfe ve imam Muhammed bu kıyas tarzım
benimsemişlerdir. Rehnin, borcu ödemeye (ita) benzetilmesi ise acık
kıyas olup, Ebû Yusuf ve Zufer buna göre hükmetmişlerdir.
5. Örf Sebebiyle İstihsan:
İnsanlar genel kurala veya kıyasla belirlenen
bir hükme aykırı düşen bir uygulamayı örf haline
getirirlerse, bu çeşit istihsan söz konusu olur. Buna, aşağıdaki
meseleleri örnek verebiliriz.
Hanefî hukukçularının çoğunluğuna
göre, sözleşmelerde örfen benimsenmiş olan her şart geçerlidir.
Bu, örfe dayalı istihsan yoluyla benimsenmiş
bir hüküm olup, genel kurala aykırıdır. Bu konudaki genel
kural şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s.), şartlı
alış-verişi yasakladı" (Tirmizî, Büyû', 19;
Nesaî, Büyû', 71; Zeylaî, a.g.e., IV, 17, 18).
Mezhebin benimsediği ana kurala göre, vakfın
ebedî olması gerekir. Bu kural, bizi, menkul malların
vakfedilemeyeceği sonucuna götürür. Çünkü menkuller bir süre
sonra yok olup gider. Fakat imam Muhammed eş-Şeybanî kitap ve
benzeri, vakfedilmesi örf haline gelmiş şeylerin - kıyasa
aykırı da olsa- vakfa konu olabileceğine hükmetmiştir.
Burada, mezhebin benimsediği genel kurala aykırı olarak,
örf deliline dayanmak sûretiyle istihsan yoluna gidilmiş ve
menkullerin vakfı caiz görülmüştür (Zekiyüddin Şa'ban,
a.g.e, s. 170). Ayrıca bk. Vakıf mad.
6. Maslahat sebebiyle istihsan:
Bir meselede maslahatın gözetilmesi genel kuralın
dışına çıkmayı gerektirecek nitelikte ise,
maslahata dayalı istihsan söz konusu olur. Mesela; Hanefîlerin
benimsediği genel kurala göre, ziraat ortakçılığı
(muzaraa), kira sözleşmesinde olduğu gibi, akitlerin veya
akitlerden birisinin ölümü ile sona erer. Ancak maslahat düşüncesiyle
bazı özel durumları, bu genel kuraldan istisna
etmişlerdir.
Mesela; toprak sahibi ölmüş ve ürün henüz
yetişmemiş ise, bu durumda kıyasa aykırı düşmekle
birlikte, istihsana göre sözleşmenin devam edeceğine hükmedilir.
Burada istihsanın gerekçesi, emek sahibinin menfaatini korumak ve
zarara uğramasını önlemektir. Maslahat sebebiyle istihsan
çeşidini daha çok Malikiler kullanmıştır. Ancak
Hanefî uygulamasında da yer alır.
Haşimoğullarına zekat vermenin caiz
olmadığı Hanefî ve Malikî mezheplerinin ve daha birçok
hukukçunun benimsediği genel bir hükümdür: "Zekat,
Muhammed'e ve Muhammed'in ailesine helal değildir" (Müslim,
Zekat, 168). ve"Beste birin beste birinde onlara (Haşimoğullarına)
yetecek ve başkalarına muhtaç etmeyecek bir hak verilmiştir"
(Nesaî, Fey', 15, Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 404). Fakat, Ebû Hanîfe
ve Malik, kendi devirlerinde Haşimoğullarına zekat
verilebileceğine hükmetmişlerdir. Bu istihsan, maslahat düşüncesiyle
yapılmıştır. Çünkü onların devrinde,
Haşimoğullarına ganimetlerden ayrılması gereken
pay ayrılmaz olmuştur. işte Ebû Hanîfe ve Muhammed, onların
maslahatını korumak için bu cevaz hükmünü vermek ihtiyacını
duymuşlardır.
Kıyas ile istihsanın Çatışması:
Bazı meselelerde biri kıyas, diğeri
istihsan olmak üzere iki hüküm mü vardır? Mesela; erginlik çağına
ulaştıktan sonra akıl hastası olan kimse üzerindeki
velayet hakkı, kıyasa göre, hakimin tayin edeceği kimseye
ait olmalıdır. Çünkü çocuk erginlik çağına
ulaşınca babasının velayet hakkı sona erer. Ancak
Ebû Hanîfe, burada istihsan yaparak velayeti tekrar babaya döndürür.
Çünkü bunun sebebini teşkil eden zaaf hali, akıl
hastalığı ile yeniden ortaya çıkmıştır.
Kıyas terkedilip, istihsana başvurulunca artık, kıyasa
dönüş söz konusu olmaz. Çünkü, pek çok meselede; "...
Fakat biz bu konuda kıyası terkettik" sözü geçmektedir.
Terkedilen şeyle amel etmek caiz olmaz. Bazan istihsan tercih
edilirken "... Ancak ben kıyası çirkin görüyorum"
denilmektedir. Bu gibi ifadelerden anlaşılmaktadır ki,
istihsana aykırı olan kıyas tamamen terkedilmiş
demektir (es-Serahsî, Usûl, II, 201).
İstihsanın Hükmü:
Sünnet, icma' ve zarurete dayan olarak yapılan
istihsanın hükmü, ortak bir illete bağlı değildir ve
bu yüzden de benzer meselelere uygulanmaz. Kıyasa dayalı
istihsanda ise ortak bir illet bulunur ve bu yüzden de benzer meselelere
uygulanabilir (Pezdevî, Usûl ve Şerhi Keşfu'l-Esrar, IV,
1130, 3l).
İstihsan konusu meselede terkedilen
kıyasın artık hiç bir hükmü kalmaz. Fakat bazı
usulcüler ve özellikle Pezdevî, bu durumda Kıyas ile amel etmenin
caiz olduğunu ancak istihsan ile amel etmenin daha iyi (evla) olduğunu
söylemişlerdir (Pezdevi, Usûl, IV, 1124). Ancak imam Serahsî; bu
görüşe katılmadığını ve bunun bir vehimden
ibaret olduğunu ifade etmiştir (es-Serahsî, Usûl. II, 201).
Bazı usulcülerin, istihsanın Hanefi
mezhebinin delillerinden biri olduğunu, diğer fakihlerin hüküm
elde etmede bu metoda başvurmadıklarını söylemeleri
gerçeği yansıtmamaktadır. İstihsanı bir delil
olarak kabul etmeyenler sadece Şafiîlerle, Zahirîler ve Zeydîler
dışındaki Şiilerdir. imam Şafii, el-Umm adlı
eserinde "Kitabü ibtali'l İstihsan" (el-Umm, VII,
267-277) baslıklı bir bölüm ayırarak istihsana hücum
etmiştir. O'nun, er-Risale ve el-Umm'ün çeşitli yerlerinde
istihsan aleyhinde ileri sürdüğü delilleri şu noktalarda
toplamak mümkündür:
Şerîatin hükümleri ya nass'lara dayanır
veya kıyas yoluyla nass'lara hamledilir. Bu arada istihsan
kıyasın içinde mi yoksa dışında
mıdır'?" Birçok ayette, Allah ve Resulune itaat emredilir;
nefsi arzulara uyulması yasaklanır (bk. en-Nisa, 4/59). ihtilaf
halinde Allah ve Resulune başvurulması bildirilir. İstihsan
ise ne kitap, ne de Sünnete başvurmadır. Ancak o, bunlara bir
şey ilave etmektir. Hz. Peygamber istihsan ile fetva vermez ve
hevadan söz söylemezdi. Uzakta oldukları zaman, istihsanla fetva
veren sahabîlerin durumlarını tasvip etmezdi.
İstihsanın bir kuralı, hak ve batılı mukayese
edecek bir ölçüsü yoktur. Halbuki kıyas böyle değildir.
Sadece akla dayanan istihsan caiz olsaydı, Kitap ve Sünnet ilmine
sahip olmayanların da istihsan yapması caiz olurdu.
Ancak yukarıdaki delil ve isnatların hiçbirisi,
örf sebebiyle istihsan hariç, Hanefîlerin istihsanları aleyhine
delil sayılamaz. Çünkü istihsan, temelde ya nass'a, ya icma'a
veya zarurete dayanmaktadır. Zaruretin haram olan şeyleri mübah
kılışında ise bilginler arasında görüş
birliği vardır. Zaruret karşısında nass'a bile
muhalefet edildiğine göre, kıyasa öncelikle muhalefet
edilebilir. Şafiî'nin bu delilleri, Malikîlerin maslahat sebebiyle
istihsanı aleyhine delil olabilir.
Diğer yandan istihsana temelden karşı çıkan
imam Şafiî'nin kendisinin de bazı meselelerde istihsana göre
hüküm verdiği görülür. Mesela, Amidî, el-ihkam adlı
eserinde imam Şafiî'nin şöyle dediğini nakleder:
"Mut'anın (teselli mehri) 30 dirhem olmasını uygun görüyorum".
"Şuf'a hakkı sahibinin bu hakkını üç gün
içinde kullanmasını uygun görüyorum". Burada uygun
bulmak, istihsan yapmaktan ibarettir (bk. Amidî, el-İhkam. III,
138)
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.