Zuhruf Suresi
Zuhruf suresi
Kur'an-ı Kerim'in kırk üçüncü suresi.
Seksen dokuz ayet, sekizyüz otuz üç kelime ve üç bin dörtyüz
harfdir.
Fasılası mim, lam ve nun harfleridir.
Mekkî sûrelerden olup Fussilet ve Şûra sûresi
ile aynı dönemde nazil olmuştur. Bu sûrelerin konulan, bir
zincirin halkaları gibi birbirine benzemektedirler. Adını
otuz beşinci ayetinde geçen Zuhruf kelimesinden almıştır.Süs,
altın ve mücevher demektir. Çoğulu zeharif'tir. Bu ayetin,
önceki iki ayetle beraber mealleri şöyledir.
"İnsanlar (küfürde birleşen) bir tek
ümmet olacak olmasaydı, Rahman'ı inkar edenlerin evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıkacakları
merdivenler yapardık. Ve evlerine kapılar ve üzerine
yaslanacakları koltuklar, kanepeler ve nice süsler verirdik. Bütün
bunlar, sadece dünya metaından (geçici dünya malından) ibarettir.
Ahiret ise, Rabb'inin katında (buyruklarına karşı
gelmekten) sakınanlara mahsustur" (33-35).
Alimler, burada geçen zuhruf kelimesi için değişik
yorumlarda bulunmuşlardır. İbn Abbas, bunun altın
olduğunu söylemiş İbn Zeyd ise, Zûhruf'u ev eşyası
ve yataklar olarak yorumlamış ve diğer bazı alimler
de, bunu nakışlar olarak kabul etmişlerdir.
Bu ayetlerde dünya malının geçici ve fani
olduğu, esas önemli olan şeyin iman, inanç ve takva olduğu
belirtilmektedir. Buna göre, ana gaye, ahiretin huzuru, saadet ve
mutluluğunu kazanmaya çalışmaktır. O, da, altın
ve ziynetle değil, temiz iman ve salih amelle olur (el-Maverdî,
en-Nuketu ve'l-Uyunu, Beyrut 1992, V, 225; Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, VI, 4263).
Zuhruf suresinin ayetleri mana bakımından
sıkı sıkıya birbirlerine bağlıdırlar.
Surenin bölümleri bir bütünlük arz etmektedir. Bu da srenin birden
nazil olduğu kanaatını vermektedir
Sûrenin girişinde, Yüce Allah söze yemin ile,
başlamakta ve insanları düşünmeye davet etmektedir:
"Ha mim. Apaçık Kitab'a andolsun ki, biz,
düşünüp anlamanız için onu arapça bir Kur'an yaptık"
(1-3).
Ondan sonra sûrede, insanların Hz. Muhammed (s.a.s)'in
çağrısına uymayıp körü körüne atalarını
taklid etmeleri, meleklere Allah'ın kızları demeleri,
Allah'ın kainatın yaratıcısı olduğunu kabul
ettikleri halde, O'ndan başka varlıklara da tapmaları
kınanmaktadır. Bununla beraber, Hz. İbrahim (a.s), Hz.
Musa (a.s) ve Hz. İsa (a.s)'ın kıssalarından
bahsedilmekte, müşriklerle mücadeleleri, onlara uyarak "Tevhid"e
gelenlerin kurtuluşu ve onların çağrılarına
uymayanların acı sonları vurgulanmaktadır. Bu
misallerle, islam davasının zorluğuna, meşakkatine ve
aynı zamanda faziletine işaret edilmektedir.
Sûrenin sonuna doğru, fakirlerin cehalete
dayanan batıl inanç ve düşünceleri tek tek çürütülmüş
ve Yüce Allah'ın varlığı, birliği, dünya ve
ahiretin hakimiyetinin O'na ait olduğu, insanların bunun
karşısında aciz oldukları, yani "Tevhid"
inancı, şöyle ifade edilmiştir:
"Gökteki ilah da, yerdeki ilah da O'dur. O,
hakimdir (işinde hikmet sahibidir), alimdir (herşeyi bilir). Göklerin
yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait
olan Allah yücedir! Kıyametin ilmi O'nun nezdindedir. Ve siz O'na döndürüleceksiniz.
Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat
gücüne ve yetkisine sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka Şahitlik
edenler bunun dışındadır" (84-86).
Sûre, küfürde ısrar edenlerin durumunun
Peygamber (s.a.s) tarafından Yüce Allah'a bildirilmesi ve Yüce
Allah'ın yumuşak bir ifade ile cevap vermesi ile son
bulmaktadır:
"Rasûlüllah'ın "Ya Rabbi! Bunlar,
iman etmeyen bir kavimdir" demesine karşı (Allah),"Şimdilik
sen onlardan yüz çevir ve, size selam olsun (size esenlik dilerim) de.
Yakında bilecekler!" buyurdu (88-89).
Nureddin TURGAY
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.