Hakku'l-ırtıfak
Hakku'l-ırtıfak
Gayr-i menkullerdeki yararlanma hakkı.
İrtifak; bir şeyden yararlanmak demektir. İslam hukuku
terimi olarak irtifak hakkı; bir gayr-i menkul lehine,
başkasına ait gayri menkul üzerinde kurulmuş bir
yararlanma hakkıdır.
İslam hukukuna göre mülkiyet tam ve eksik olmak
üzere ikiye ayrılır. Bir şeyin hem kendisi ve hem de
yararlanma hakkı üzerinde sabit olan mülk, tam mülktür. Böyle
bir mülke sahip olan kimse, bu mülkle ilgili bütün meşrû
haklardan yararlanabilir; satış, hibe, miras ve vasiyet gibi hükümler
cereyan eder. Bu hak, mal var olduğu sürece var olur, kendiliğinden
düşmez. Sahibi onu telef etse, tazmin etmesi gerekmez. Çünkü
mülk sahibi olma ve tazmin bir kişide toplanmaz. Ancak malı
gereksiz olarak telef etmek haram olduğu için bu kimse dinî bakımdan
sorumlu tutulur. Ehliyetsizlik varsa, mahkemece
kısıtlanması da mümkündür.
Eksik mülk ise, bir şeyin yalnız kendisi
veya yalnız menfaat hakkı üzerinde mülkiyet hakkına sahip
olmaktadır. Bir mal üzerindeki yararlanma (menfaat) mülkiyetine
"intifa hakkı" denir. İntifa hakkı ya şahsa
bağlı olur veya bir mala bağlı bulunur. İşte
mala bağlı olan intifa hakkı, "irtifak hakkı"
adını alır. Bu, yalnız gayr-i menkullerde sözkonusu
olur. Bu duruma göre eksik mülk üçe ayrılır:
a) Mal üzerinde yalnız kuru mülkiyet hakkı:
Burada malın mülkiyeti birisine, yararlanma hakkı
başkasına ait olur. Bir kimsenin, ömür boyunca veya beş
yıl süreyle başka birisinin kendi evinde oturmasını
veya arazisini ekip-biçmesini vasiyyet etmesi gibi. Burada, vasiyyet eden
ölüp, lehine vasiyyet edilen vasiyyeti kabul edince, evin kuru
mülkiyeti miras yoluyla varislere geçerken, lehine vasiyyet yapılan
da ömür boyu veya belirlenen süre kadar intifa (evde oturma) hakkına
sahip olur.
b) İntifa hakkı: Bu hakkın sebepleri
beş tanedir. İare, icare, vakıf, vasiyyet ve ibaha.
İare; yararlanılması bir bedel
karşılığında olmaksızın, rucü'u kabil
olmak üzere başkasına temlik olunan maldır. İcare;
cins ve miktarı belli bir menfaati, muayyen bir bedel
karşılığında satmak yani kira akdi yapmaktır.
Vakıf; bir malın kendisini herhangi bir kimseye temlikten
alıkoymak ve lehine vakıf yapılana intifa hakkı
sağlamaktır. Vakıf, vakfedilene yararlanmanın
temlikini ifade eder. Bir şeyden yararlanmayı vasiyyet,
yalnız intifa hakkı verir. İbaha ise; bir şeyin tüketimi
veya kullanımı için izin vermektir. Gıda maddesi veya
meyveleri yemeğe izin vermek gibi. İzin, umûma ait yollardan
geçiş; genel veya otomobile binmek gibi belirli şahsın
malını kullanmaya yönelik özel olabilir.
c) İrtifak hakkı: Bu, bir gayr-i menkul
üzerinde, başkasına ait diğer bir gayr-ı menkul
lehine tesis edilen eksik aynî bir haktır. İki gayr-i menkul
mevcut olduğu sürece, maliklerine bakılmaksızın
irtifak hakkı devam eder. Su alma, geçit, kat çıkma, kanal
veya kanalizasyon geçirme hakkı gibi.
Hanefilere göre, irtifak hakları bir mal
sayılmaz. Bunlar, sahibine sadece yararlanma hakkı veren malî
haklardan ibarettir. Bunun hukukî bir sonucu olarak irtifak hakları,
bağlı olduğu gayr-i menkulden ayrı olarak
satılamaz, hibe veya tasadduk edilemez. Çünkü mücerred haklar
temlîke elverişli değildir. Ancak malî bir hak olduğu için
ayıp muhayyerliği gibi, irtifak hakları da mirasla intikal
eder. Ayrıca gayr-i menkulden yararlanmayı (irtifak
hakkını) vasiyyet de geçerlidir. Diğer yandan, irtifak
hakları istisna edilerek gayr-i menkulün satışı geçerlidir.
Satım akdinde açık bir ifade veya irtifak hakkına delalet
eden durumlar olmadıkça, bir gayr-i menkulün satımına,
şirb (su alma) hakkı gibi irtifak hakkı girmez. "Bu
gayr-i menkulü bütün haklarıyla, az veya çok bütün kapsamıyla
sattım" ifadesine, irtifak hakları dahil olur. (el-Kasanî,
Bedayiu's-Sanayi', VI, 189-190; İbnü'l-Hümam, Tekmiletü
Fethi'l-Kadîr, VIII, 144; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslamî ve
Edilletühu, IV, 56 vd., V, 588-591; Ali Şafak, İslam Arazi
Hukuku, İstanbul 1977, s. 314, 315; Fahri Demir, İslam
Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, İstanbul
1981, s. 46-47, 99-120).
İrtifak haklarının genel özelliklerini
iki maddede toplayabiliriz:
1) İrtifak hakkının "zarar ve
zarara karşılık zarar verme yoktur" prensibine göre,
başkasına zarar verici nitelikte kullanılmaması
gerekir. Geçit hakkını kullanırken,
başkasının gayr-i menkulüne zarar vermeme gibi.
2) İrtifak haklarının genel veya özel
mülk gayr-i menkullerde sözkonusu olması gerekir. Dicle, Fırat
ve Nil Nehri gibi akarsular umûma ait yollar, bir şahsa ait
olmayan kanal ve köprüler üzerindeki irtifak hakları Hanefiler
dışındaki fakihlere göre, hiçbir kimseden izin almaksızın
kullanılabilir. Şahıs veya şahıslara ait özel
gayr-i menkullerde ise irtifak hakları, ancak malikin izni ile
sabit olur.
İrtifak ve intifa hakkı arasındaki
farklar: Her iki hak da şahsa değil mala (ayna) bağlı
haklardır. Aralarında şu fark vardır:
a)İrtifak hakkı yalnız gayr-i menkule
bağlı olarak söz konusu olur. Bir araziden diğerine geçit
hakkı, ikinci arazi için sabit olan bir haktır. İkinci
araziye sahip olan herkes bu haktan yararlanabilir. İrtifa hakkı
ise, sadece yararlanan şahsa ait bir haktır. Bu kimse ölünce,
hakkı da sona erer. Akit, icare ve iare gibi diriler arasında
olsun, vasiyyet ve vakıf gibi ölü ve diri arasında vukûbulsun
hüküm değişmez.
b) İrtifak hakkı süreklidir, bir süre ile
sona ermez; Mezheplerin ittifakına göre, mirasla geçer.
İntifa hakkı ise, süre ile sınırlı olur. Mesela,
lehine bir araziden yararlanma vasiyyet edilen kimse ölünce intifa hakkı
sona erer.
c) İrtifak hakkı, sürekli olarak gayri
menkul üzerinde sabit olur. Bu yüzden, gayr-i menkulün kıymeti,
kendisinde böyle bir hak bulunmayan gayr-i menkullere göre azalır.
İntifa hakkı ise menkul veya gayr-i menkul üzerinde belli bir
şahsa ait hak olarak bulunur. Ariyet verilen arazi veya kitap gibi.
Hanefilere göre en önemli irtifak hakları
altı tanedir. Su alma (şirb), geçiş hakkı (murûr),
su yolu (mecra), kanalizasyon (mesîl), kat çıkma (taalli) ve
bitişik komşu olmaktan doğan haklar (civar). Bunlardan başka
irtifak hakkı tesisi caiz olmaz. Çünkü prensip olarak mülkiyet
hakkının mutlak olması ve
sınırlandırılmaması gerekir. Bu hakların
varlığı ise istisnadır.
1) Su alma hakkı (hakku'ş-şirb): Ekin ve
hayvan sulamak için su alma ve su nöbeti hakkı demektir. İnsan
ve hayvanların su içmesi de buna dahil olup, şefeh (hakku'ş-şefeh)
adı verilir. Sular bu hak bakımından dörde ayrılır.
a) Özel kaplara konulmuş sular. Desti, bidon, su
deposu ve benzeri özel kaplara doldurulan sular, sahibinin imi olmadıkça
kimse yararlanamaz. Sahibi bunlar üzerinde satış, hibe vb.
dilediği tasarrufu yapabilir. Hz. Peygamber, özel olarak taşınan
sudan başka suyun satılmasını
yasaklamıştır (İbn Sellam, el-Emval, s. 302).
b) Kaynak, kuyu ve sarnıç suları: Bu, bir
kimsenin kendisi için çıkardığı su olup, temelde mübahtır.
Sahibinin bu suda özel bir hakkı vardır. Mübah bir araziden çıksın
veya mülk edinilmiş araziden elde edilmiş bulunsun müsavidir.
Hadiste; "İnsanlar üç şeyde ortaktırlar su, ateş,
ot" buyurulmuştur (Zeylaî, Nasbu'r-Raye, IV, 294). Bu hadis,
içmek veya evde kullanmak üzere su alımına izin verir. Suyun
sahibi engellerse, gerekirse silah kullanarak sudan yararlanma hakkı
vardır. Hz. Ömer'in uygulaması böyledir (Ebû Yûsuf,
Kitabu'l-Harac, s. 97).
c) Şahsa ait özel kanal ve akarsular: Bir
önceki sularda olduğu gibi, bunlarda da herkesin yahut kendisi ve
hayvanları için (şefeh) su alma hakkı vardır. Ekim ve
ağaç sulama için sahibinin izni gerekir.
d) Umûmî nehirlerin suları: Bunlar bir kimseye
ait olmayan umûmî yatakta akan sulardır. Topluma aittir. Dicle,
Fırat gibi. Bunlarda hiçbir kimsenin mülk hakkı yoktur. Her
isteyen kendisi, hayvanları, ekin veya ağaçları için bu
sulardan yararlanabilir. Ancak yararlanma başkalarına zarar
verirse, her müslüman için bunu engelleme veya sınırlama
hakkı doğar.
2) Geçiş hakkı (hakku'l-mürûr): Bir
kimsenin kendi mülküne ulaşabilmek için, başkasının
mülkü üzerinden geçme hakkı vardır. Geçiş
hakkının esası şudur: Bir kimse ölü bir araziyi
ihya etse, daha sonra bu arazinin dört yanını
başkaları ihya etse, ilk ihya edenin mülkü ortada kalacağından,
arazisine gidip-gelmek için başkasının mülkünden geçmek
zorundadır (İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, V, 303).
3) Su geçirme hakkı (hakku'l-mecra). Tarım
ürünlerini sulamak için başkasının arazisi üzerinden
kanal açarak veya boru döşeyerek su geçirme hakkı
vardır. Bu kanal bazan komşu arazi sahiplerince ortaklaşa
veya devlet tarafından yaptırılabilir. Bir arazi sahibi,
komşu arazi sahiplerinin su geçirmesini engelleyemez. Bu konu ile
ilgili olarak Hz. Ömer'in uygulaması delil gösterilir. Dahhak b.
Halîfe, el-Ureyz mevkiinden bir pınar çıkarır, bu suyu
Muhammed b. Mesleme'nin arazisinden geçirmek ister. Muhammed b. Mesleme
engel almak isteyince, Dahhak; bunun kendisine pek zararı
olmayacağını üstelik aynı kanaldan sulama için Onun
yararlanabileceğini belirtmesine rağmen, diğeri razı
olmaz. Halife Ömer tarafları dinledikten sonra, Muhammed b.
Mesleme'ye kendisi için de yararlı olacak bu su yoluna niçin izin
vermediğini sorar. Muhammed, yeminle izin vermeyeceğini söyleyince,
Hz. Ömer;
"Yemin ederim ki, karnını üzerinden de
olsa o suyu oradan geçiririm" der ve kanalın açılmasını
emreder (Malik b. Enes, Muvatta', II, 218; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi,
VII, 405; Ali Şafak, a.g.e, s. 315, 316).
4) Kanalizasyon geçirme hakkı (hakku'l mesîl):
Ev, fabrika veya araziden ihtiyaç fazlası suları, kirli ve pis
kulan veya sıvı anıkları açık kanal veya
altyapı tesisleriyle başkasının mülkünden geçirme
hakkı vardır. Su geçirme hakkı ile kanalizasyon geçirme
hakkı arasında şu fark vardır. Birincisi ev veya arazi
için içme, kullanma veya sulamaya elverişli suyu geçirme, ikincisi
ise, kullanılmış su, sıvı anık ve
benzerlerinin, başkasının mülkü üzerinden veya altyapı
tesislerinden geçirerek dışarı akıtma
hakkıdır. Altyapı tesislerinin masrafı, kendi mülkünde
olsun, başkasının mülkünde olsun, bunlardan yararlanan
kimse veya kimselere aittir. Bunlar umûma ait yerlerde olursa, tesis ve
tamir masrafları devlete aittir (ez-Zühaylî, a.g.e, V, 606, 607).
5) Kat çıkma hakkı (hakku't-taallı):
Bir kimse, mülkünün alt ve üstünden, başkalarına açık
zarar vermemek şartıyla dilediği şekilde
yararlanabilir. Kendi dairesinin üstüne başka daireler inşa
ederek başkasına satabilir. Yeni malikler için, kat irtifakı
hakkı doğar. Bu, kat çıkma hakkına sahip olana ait
sürekli, sabit bir haktır. Binanın veya alt katın
yıkılmasıyla kat çıkma hakkı sona ermez. Mirasla
geçer.
Malikîlere göre, iki kat arasındaki beton, alt
kata ait olup, yıkılırsa bunu tamir etmek onun görevidir.
Üst kat malikinin bunun üzerinde oturma hakkı vardır.
Hanefilerde de durum böyledir. Şafiîlere gör ise, iki kat arasındaki
beton, iki mülk arasındaki duvar gibi ortaktır. Çünkü
bunlarda yararlanma ortaktır. Üst kat sahibi, çatıdan örfe
göre yararlanabilir.
Hanefîlere göre, kat çıkma hakkı bir mal
sayılmadığı için, bağımsız olarak
satılamaz. Bir kimsenin kendi mülkünde, irtifak hakkı
sahibinin rızası olmadıkça tasarrufta bulunması
sakıncalıdır. Çünkü o, başkasına ait muhterem
bir hakkın bağlı bulunduğu bir konuda tasarruf
etmiş olur. Buna göre, alt kat maliki, kendi katında, üst kat
malikinin rızası olmadıkça pencere açma, duvar kaldırma
gibi değişiklikler yapamaz. Üst kat maliki de, alt katı
zayıflatacak ilaveler yapamaz. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre
ise, irtifak hakkı sahibinin tasarrufları prensip olarak mübahtır.
Çünkü o, kendi mülkünde tasarrufta bulunmuş olur. Ancak bu
tasarruflar başkasına zarar verecekse engel olunabilir.
Hanefilerde fetvaya esas olan görüş bu olup, istihsana
dayanır (el-Kasanî, Bedayiu's-Sanayi, VI, 264 vd.; İbnü'l-Hümam,
Fethu'l-Kadîr, V, 502 vd.; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, IV,
375-377; ez-Zühaylî, a.g.e, V, 608-610)
6) Bitişik yan komşu olmaktan doğan
irtifak hakkı (hakku'l-civar): Bitişik yan komşulardan her
biri, diğerinin gayr-i menkulü üzerinde bazı irtifak
haklarına sahiptir. Komşusuna açık bir zarar vermeksizin
bunu kullanabilir. Hadiste; "Komşusunun Şerrinden emin
olmadığı kimse cennete giremez" buyrulur. (Müslim).
Komşu kendi mülkünde, pencere açma, duvarları yıkma,
kuyu kazma, ev veya ticarethane yapma gibi dilediği tasarruflarda
bulunabilir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed istihsan deliline dayanarak
şu görüşü benimserler: Gayr-i menkul malikinin kullanım
ve tasarrufu, yan komşularına açık zarar vermemekle
sınırlanır. Delil şu hadistir: "Zarar ve zarara
karşılık zarar yoktur" (el-münavî, Feyzu'l-Kadir,
VI, 431), es-Serahsî, el-Mebsût, XV, 21; el-Kasanî, a.g.e, VI, 264
vd.; İbnü'l-Hümam, a.g.e, V, 506; Şafî, el-Ûmm, III, 222
vd.; Emîriyye).
Hamdi DÖNDÜREN
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.