Albert Einstein
Albert Einstein ( 1879-1955 )
Tarihin en ilginç hırsızlığı belki de 18 Nisan 1955 yılında patolog Thomas Harvey tarafından Princeton Üniversitesi'nde gerçekleştirilmişti . Harvey o gün otopsi laboratuarına getirilen bir ölünün beynini çalmıştı . Ama o sıradan bir insanın beyni değildi . Bir buçuk kilo ağırlığındaki sinir dokusu dünyaca ünlü bir dâhiye aitti: Albert Einstein . 86 yaşındaki patolog bu mükemmel zekânın anahtarını bir et parçasında bulabileceğine inanmıştı bir kez .
Ne ilginçtir ki bu batıl inanç , bilime damgasını vuran 20 . yy'ın son günlerinde bile canlılığını korumaya devam etti . Daha geçen ağustos ayında gazetelerin baş sayfalarında , nöroanatomik incelemeler sayesinde Einstein'ın beynindeki sırrın çözüldüğü haberi , dört sütuna manşet olarak veriliyordu .
Bu müthiş zekâ en ince ayrıntısına kadar incelenirken , boşluklarla dolu özgeçmiş de didik didik edilmişti . Einstein kişiselleşmiş bilime inanıyordu . İnsan kişiyi kavradıktan sonra bilimin varlığını anlayabiliyordu . Peki ama , her şeyin üstüne çıkan bu mitos başka nasıl açıklanabilirdi ki?
Bir efsane doğuyor
Albert Einstein , 7 Kasım 1919 günü Berlin'deki evinde hayatının dönüm noktası sayılacak bir buluşla uyandı . Time , bu buluştan "Bilimde büyük devrim" diye söz ediyor ve insan zekâsının önemli bir açıklaması olmasa bile en önemlilerinden biri olarak okurlarına sunuyordu: Einstein'ın genel bağıllılık teorisi bilimsel olarak kanıtlanmıştı! Ve üç gün sonra New York Times dergisinde ikinci bir haber: "Einstein'ın teorisi başarılı . "
O zamana kadar bu bilim adamı ve eserleriyle hiç ilgilenmemiş olan büyük bir kitle bile , bu heyecanlı haberlerden pek bir şey anlamasa da ilgisiz de kalmamıştı . Einstein buluşuyla ilgili haberin coşkuyla karşılanmasını şöyle değerlendirmişti: "Gizemin rengini ve çekiciliğini taşımakta . "
Ne var ki bu büyük olay Alman basınında pek önemli bir yer kaplamayacaktı . Ancak bir ay sonra 14 Aralık günü Berliner Illustrirte Zeitung Gazetesi'nde , altında "Dünya tarihinin yeni düşünürü" açıklaması bulunan , düşünen bir Einstein portresi yayımlandı .
Einstein bundan sonra 20 . yy'ın diğer önemli bir gücüyle daha tanışacaktı . Bilim adamını kısa sürede keşfeden medya onu kültleştirerek adeta evrensel bilimin bir pop yıldızı haline getirdi . Ve Albert Einstein 7 Kasım Cuma günü yeniden doğmuştu . O artık tüm devirlerin efsanesi , mitosu , idolü ve ikonu olarak yaşamaya devam edecekti .
Einstein bir insanın sahip olabileceği prestije üstün başarısı ve etkileyici kişiliği sayesinde kavuştu . 1919 yılından itibaren yaşadıklarıyla ama özellikle de fizik alanında büyük yankılar uyandıran ve bugüne değin geçerliliğini koruyan dünya görüşüyle geniş bir kitleyi etkisi altına aldı .
Kopernik , Darwin ve Freud gibi bilginlerin tarih boyunca insanlığa sundukları teoriler , taşınması güç bilgiler olarak algılanırken Einstein bilim yoluyla adeta bir teselli kaynağı yarattı . Kopernik dünyanın aslında evrenin merkezinde olmadığını , Darwin de onların Tanrı tarafından yaratılmadığını öne sürerken , o zamana kadarki inançları alt üst etmişlerdi . Darwin'in etkisinde kalan Freud ise Tanrı'yla ilgili bilinmezleri "Ben" teorisiyle açıklama cesaretini göstererek , insanların o güne kadar taşıdıkları düşünceleri çıkmaza sürüklemişti .
İşte Einstein tüm bunlara rağmen gerçekte insanoğlunun ne kadar mükemmel bir varlık olduğunu ve yalnızca düşünme yoluyla evrenin derinliklerindeki gizlere ulaşılabileceğini göstermişti . Einstein kendisine otorite sağlayan büyük başarısını , hümaniter ve politik amaçlarda kullanabileceğini de kavradı . Ve böylece bilginin ağzından çıkan her söz büyük yankılar uyandırmaya başlamıştı .
Tüm basın kuruluşlarına egemen davranışları sayesinde adeta bilimsel bir "marka" haline geldi . Einstein "markası" , dağınık profesörün barışa yönelik cesur savaşları , insan hakları , silahsızlanma ve dünya yönetimiyle bağdaşmaktaydı .
Ve Einstein hayatının gün batımında dünyaya ve geleceğe doğru dilini çıkardığında aslında kendi kişiliğini çizerek insanlığın mecaza dönüşmesini haber vermekteydi: Tabuları yıkan , Galile ve Gandhi 'nin karakteristik özelliklerini kendi kişiliğiyle birleştiren bu bilgin , sanatçının özgürlüğünü ( Dali ) filozofun gücüyle ( Diogenes ) harmanlayarak mükemmel bir sentez yaratmıştı . Fakat fotoğraf aynı zamanda , onun naifliğini ve büyüklüğünü örtemeyen bir ifadeyi de yansıtmakta: Hiroşima ve Nagasaki 'ye atılan atom bombaları , yıldızına bir gölge düşürmüştü .
Yüzyılın beyni
Einstein vasiyetinde yalnızca eserlerini , fikirlerini ve dünya görüşünü miras bırakırken ölümcül olan bedeninin yakılmasını , küllerinin de bilinmeyen bir yere gömülmesini istemişti . Tanrıların mezarı yoktu ve o zaten başlı başına bir abideydi .
Ne var ki vasiyetini yazarken beynini 240 doku parçasına ayırarak saklamayı başaran patolog Thomas Harvey'i hesaba katmamıştı . Harvey , olayı bir süre gizlemeyi başardıysa da sonunda hırsızlığını açıklamak zorunda kaldı: Einstein'ın oğlu Hans Albert sözde sadece araştırma amacıyla kullanılmak şartıyla , babasının beyninin alınmasına razı olmuştu .
Harvey , Princeton Üniversitesi'ndeki işini kaybettikten sonra elindeki değerli malzemeyi emin ellere teslim etmek için büyük bir çaba harcadı . Ne var ki , büyük sansasyonlarla duyurulan araştırma sonuçları hiçbir beyin uzmanı tarafından desteklenmedi . En saygın Einstein araştırmacılarından biri olarak kabul edilen Jürgen Renn , beyin dokusunda zekâ kalıntılarını arayan primitif inancı "Fetişizm" olarak açıklıyor . "Einstein'ı bilimsel gelişme içinde anlamaya çalışmalıyız" diyor Renn , Berlin Max Planck Enstitüsü Bilim Tarihi Bölümü Başkanı .
Renn , Einstein'ın yaratıcılığı çerçevesinde , bugüne kadar uzanan kayıtlar görmekte: Filozof sınırlı bir alanda uzmanlaşma ve erken teşhis yerine , geniş bakış açısına felsefi bir derinlik kazandıran bir barış örneği sergilemişti .
Filozofun ilk çocukluk döneminde , kariyeriyle ilgili tohumlara pek rastlanmaz . Örneğin , Einstein'ın köşeli bir kafası olduğunu , geç konuştuğunu , kötü bir öğrenci olduğunu söylemek neyi gösterir? Ama onun henüz 12 yaşındayken bir geometri kitabı dolusu problemi büyük bir hızla tek başına çözebilmesi ve 13 yaşında Immanuel Kant 'ın "Kritik der reinen Vernunft" ( Salt Aklın Eleştirisi ) adlı eserini okuması şaşılacak bir durumdu . Ve 17 yaşındayken kendi çabalarıyla öğrendiği yüksek matematik ve teorik fizik temellerini kavraması , onun yüksek zekâsını açıkça ortaya koyuyor .
Öğrencilik döneminde okumuş olduğu Aoran Bernstein 'ın doğa bilimleriyle ilgili tüm kitapları , bilime anlaşılır bir bakış açısı sağladığı gibi fizik dünyasındaki iddialarını ifade etme yetisini de kazandırmıştı .
Bernstein'ın eserlerinde , filozofların düşüncelerinde önemli bir yer edinen bir sözcükten de söz edilir: Spekülasyon . Onu düşünür olarak eşsiz kılan ve kısmen de başarıya götüren şeyler zaman zaman maceracı bir zihin araştırmasına da dönüşmeliydi . Einstein beynini kurcaladığı zamanlar spekülatif düşüncelerle aradığının peşine düşüyordu: "Işığın peşinden koşmak nasıl olurdu" veya "Işığın üzerine binebilseydim" gibi hipotetik düşünceleri , Einstein kendisine daha öğrencilik dönemlerinde sorabilmişti . Bu soruların kaynağı kuşkusuz Bernstein'ın eserlerinde aranmalıydı . Soruların cevabı ise "sınırlı bağıllılık -rölativite- teorisi" idi .
Boşluğa atılan adım
Einstein dünyaya geldiğinde evler mum ışığı , sokaklar da henüz gaz lambalarıyla aydınlatılmaktaydı . Genç fizikçi bundan bir çeyrek yüzyıl sonra parladığında ise endüstrileşmiş dünya da elektrik enerjisiyle ışıldıyordu .
İnanılmaz bir hızla gelişen köklü bir teknolojik devrim olmaksızın Einstein'ın başarısı açıklanamazdı . Genç filozof aydınlanma mucizesini bile ilk elden yaşamıştı .
Babası Hermann , kardeşi Jakob 'un "Elektrotechnischen Fabrik J . Einstein" fabrikasının hissedarıydı . Einstein'ın dâhiyane fikirleri daha 1886 yılında elektrik enerjisine yansımıştı . Ve fabrika daha sonraları sokakları da aydınlatacaktı .
O tarihlerde Isaac Newton 'un 200 yıldır monopol haline gelen fizik teorisine karşı yeni bir rakip doğmuştu . Hemşerisi James Clerk Maxwell , elektromanyetizma teorisiyle "alanlar" ile ilgili bir sistem yaratmıştı . Belki de dünya sonunda tümüyle dalgalar ve alanlarla açıklanabilecekti . Yoksa iki bölge birbirinden bağımsız olarak gelişen iki farklı tarihin bir bütününü mü temsil ediyordu?
Einstein tek tarafın zafere ulaşması yerine birleşmeden yana tavır almayı yeğlemişti . Bu karar onu ilk mesleki başarısızlıklara sürüklemiş olsa da daha sonraki bilimsel başarılarında büyük katkıları olduğu kuşkusuz .
Fizik eğitiminden sonra Zürich'te asistan olarak çalışmayı umut ederken , 1900 yazında diplomasını aldıktan sonra geçici öğretmenlik görevine başladı . Einstein "ikinci uzmanlık eğitimini" Bern'deki federal patent dairesinde 1909 yılında tamamladı .
Buradaki görevinden arta kalan zamanlarında çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan büyük problemler üzerinde düşünme fırsatını bulmuştu . Hatta daha çok elektroteknik buluşlar üzerine çalışan patent dairesi , onu uzmanlığa öylesine çok yaklaştırdı ki bunu üniversite çevresinde bile daha zor elde edebilirdi .
Einstein da diğerleri gibi önce , nispetsizliği , mevcut fizik kurallarıyla çözmeye çalıştı . Ama ışık hızı , daha o zamanlar bile o günlerdeki bilimsel çerçeve içine oturtulmak istenmemekteydi . Ve bu sırada Berlinli profesör Max Planck , tüm doğa bilimlerini altüst eden devrimsel bir kanunu ortaya attı: Natura non facit saltus - Doğa atılım yapmıyor .
Planck'ın , araştırmalarının temeline dayanarak , elektrik ampullerinin standartlaştırılması üzerinde bulduğu bir formül aynı zamanda ışıma enerjisini de açıklamaktaydı . Fakat bununla klasik fizikte bir devrim yaratacağına inanmamıştı . Bunu ancak Einstein idrak edebilecekti .
Planck içinde bulunduğu durumu şu şekilde açıklamıştı: "Fizikteki bu teorik buluşu deneyimlere aktarma çabalarım bir türlü sonuç vermiyor , bulunduğum yer benim sağlam bir zemin gösterme fırsatını beklemeden ayağımın altından kayıp gidiyordu . " İşte onun boşluğa atmak zorunda kaldığı adım , Einstein'ı diğerlerinin önüne geçirecekti .
O zamanki fizik işaretlerinde birbirine bağlı olmayan alanlardaki yaygın şüpheciliğe karşı atomların gerçek varlığını Planck'ın kuantum problemlerini çözerek görebilmişti Einstein . 1905 yılında ışığın belli şartlar altında bir birikimin parçacıkları gibi hareket ettiğini formüle eden dâhi , böylece 1921 yılında kendisine Nobel ödülü de getiren bu çalışmayla , Max Planck tarafından yıllarca büyük bir mukavemetle hesaplanan ve modern fizikte görelilik teorisinden sonra ikinci büyük teori yapıtı sayılan kuantum teorisini bulmuş oldu .
Yeni bir Kopernik
Newton'un eserlerinden de esinlenen Einstein , aslında soruşturulması mümkün olmayan fakat dünya oluşumunun çerçevesinde gelişen , mekân ve zaman gibi temel kavramlarla ilgili sorularla da uğraştı . Ve böylece sonunda sınırlı görelilik teorisini geliştirmeyi başardı .
Çok öncesinden boşluğu doldurduğu varsayılan "eterin" elektromanyetik dalgaların yayılmasında teorik bir bünye teşkil edip etmediğini sormaya başlamıştı . Onu bu düşünceye iten problem , eterin deneysel olarak tespit edilmemesiydi . Ve sonunda onu gereksiz bularak tümden ortadan kaldırdı . Bu çok parlak bir fikir olmakla birlikte pek de orijinal sayılmazdı , çünkü aynı şeyi diğerleri de düşünmüştü . Einstein'ın düşüncelerinde gerçekte eşsiz olan şey , bu tür uzmanlık sorularından mekân ve zaman için yeni bir madde anlayışı üretmekti .
Zaman kavramını yalnızca fiziksel olarak değil felsefi olarak da araştırdı . İnsan zaman kaybettiği zaman gerçekte ne yapmış oluyordu? Veya iki farklı olayın aynı anda gerçekleşmesi ne anlama geliyordu? Einstein , saniye problemini tümüyle çözdüğünü kabul ettiği zaman müthiş bir an yaşamış olmalı . Yalnızca genel mantık prensibine dayanan bir buluşun , insanlara sağlam bilgiler sağlayabileceğini kavrayabilmişti . Örneğin "Perpetuum mobile" ( sonsuz hareket ) ile ilgili prensip gibi . "Görelilik prensibini" de , iki mutlakiyeti bir kenara bırakıp bir yenisini üreterek bulmuştu .
Newton'a göre tıpkı sağlıklı bir sağduyunun her gün yaşadığı gibi , dünya oluşumunun tümü de "mutlak mekân olarak adlandırdığı bir sahnede hareketlenmekteydi . Ve sükûnet içindeki tüm hareketler , ışık da dahil olmak üzere tümü bu mutlak mekân içerisinde ölçülebiliyordu . Newton'un zamanla ilgili tezi daha da ilginçti . Çünkü "zaman doğası gereğince hep aynı biçimde akıp gidiyordu" . İnsan da ömür boyu aynısını yaşamıyor mu?
Einstein , bilimi bu çıkmaz sokaktan çıkarabilmek için Newton'un dünyasını adeta tersine döndürmek zorunda kalmıştı . Işık hızını , doğa sabitesine çevirerek bir anlamda mutlak ve değişmez olarak kabul etti . Fakat zaman ve mekân kavramından mutlakiyeti çıkararak "görelileştirdiğinde" tüm karşıolumlar da birdenbire ortadan kalkıvermişti . Böylece fizik kuralları , karşı karşıya hareket eden sistemlerle aynı şekilde formüle edilebilir hale geldi .
Bu görelileştirme işlemi , Einstein'ın dünya görüşlerini birleştirme konusunda attığı en büyük adımdı . Ama ne var ki bunun da bir bedeli vardı: Zaman ve mekânın paradoksal hareketi
Yavaş çalışan saatlerin veya hızlı hareket eden objelerin kısaltılması gibi , teoriden mantıksızmış gibi algılanan sonuçları , Einstein bile garip bulmuştu . Ama ne var ki zaman makinelerinin Science-Fiction dünyası birdenbire teorik bir buluşa sahip oluvermişti . En ünlüsü ikizler paradoksudur: İkizlerden biri dünyada kalırken , diğeri büyük bir hızla uzaya gider . Bir yıl sonra geri döndüğünde kardeşinin 50 yıl birden , kendisininse yalnızca iki yıl yaşlandığını anlar .
Einstein zaman ve mekânı içten içe birbirine bağlar . Nasılsa tuğla gibi mekânsal bir cisim yalnızca üç koordinat uzunluğu , genişliği ve yüksekliğiyle açıklanabiliyorsa , zaman da diğer göreli bir büyüklük olarak tanımlanmakta ( "Mekân/Zaman" kavramı ) .
Dünyanın en ünlü formülü
"Uzayı sarsmak bu kadar gerekli miydi" diye sormuştu Fransız doğa filozofu Gaston Bachelard . "Bir düşünce tek başına , iki ila üç yıllık rasyonalist düşünceyi ayağa kaldırmaya yetecek miydi?
Einstein'ın orijinal eserinde sınırlı bağıllılık teorisinden çıkan zengin açıklamalara değinmemiş olması bilim tarihinin bir ironisidir . Kütlenin doğrudan doğruya cismin içindeki enerji olduğunu daha sonraki bir makalesinde açıklayacaktı bilgin . Fakat çekirdek enerjisinin kullanımıyla ilgili denklem ve atom bombasının başlıca formülü olan bu elementer buluş dünyanın en ünlü formülüydü: E = mc2
Gerçi Einstein'ın bilim dünyasında tanınması uzun bir zaman almıştı ama , Max Planck onu keşfettiğinde , dünya ikinci bir Kopernik ile tanışıyordu .
Einstein'ın bu büyük başarısı tarihte ikinci bir kişiye daha mal edilmek istendiyse de , o bunu daha sonra değiştirecekti . "Emma" dergisi 1983 yılında dâhinin eşi Mileva Mariç 'i , okurlarına "görelilik teorisinin anası" olarak sunuyordu . Derginin bu iddiası 1969 yılında Sırpça olarak yayımlanan ve daha sonra Almancaya çevrilen kitaptan alınan bir cümleye dayanmaktaydı .
Einstein 27 Mart 1901'de , yani teorinin açıklanmasından dört yıl önce eşine yazdığı mektupta şöyle sesleniyordu: "Sevgili Miezschen , seninle birliktegörecellik üzerine yaptığımız çalışmaları başarıyla tamamlayabilirsek , ne kadar mutlu olacağımı bilemezsin" . Tabii ki , bu sözü edilen çalışma için bir "analık" hakkı vaat etmiyordu , ama eğer karşısındaki kişinin bu çalışmayla ilgisi yoksa , hiç kimse böyle bir cümle sarf etmezdi .
Her ne kadar Einstein yalnız kalmaktan hoşlanıyorsa da , fikir alışverişinde bulunmak onun için çok önemliydi . Einstein yakın dostlarıyla birlikte Ernst Machs'ın "Mekaniğin Gelişimi" adlı eserinden "Don Kişot"a kadar birçok kitabı okuyup tartışıyordu . Hayatında oldukça başarılı bir matematikçiydi . Onun yardımı olmaksızın Einstein Genel Görelilik Teorisi'ni 1915 yılında tamamlayamazdı .
Kendinden altı yaş büyük Besso ile bir ömür boyu dost kaldı . Besso'nun esere katkısı öylesine büyüktü ki , Einstein özel bir teşekkür yazısı bile yayımlama gereğini duymuştu .
Fizikçiler ve kadınlar
Mileva erkeklerin sohbetlerine pek karışmazdı . Ama onun evlilik içinde Einstein'ın düşüncelerini etkilemediği de söylenemez . Bitirme sınavlarında iki kez başarısız olduktan sonra fiziği bıraktı . Ama onu başarısız kılan not ortalaması kocasınınkinden çok düşük değildi . Einstein 4 , 91 ile diplomasını alırken Mileva 4 , 0 ile kalmıştı .
Mileva'nın 1901 ilkbaharında diplomadan daha başka sorunları da vardı . O hamileydi . Ama evlilik dışı bir çocuk sevdiği adamın kariyerine engel olacaktı . Ve kısa süre sonra İsviçre'yi terk ederek baba evine döndü . 1902 yılında da bir kız çocuğu oldu . Çiftin ilk çocuklarının kaderini hiç kimse bilmiyordu . Tahminlere göre bebek bir buçuk yaşına geldiğinde evlatlık verilmişti .
Fakat dâhinin ilk çocuğunu bir buçuk yıl içinde hiçbir zaman görmeye gitmemesi ve doğum sırasında bile gelecekteki karısının yanında bulunmaması her zaman merak konusu olmuştur . Einstein karşı cinse ne kadar kötü davransa da , karşısında hep yenilerini buluyordu . "Einstein kadınları seviyordu . Onlar ne kadar sıradan olur ve o kadar çok terlerlerse daha çok beğenirdi" demişti doktorunun oğlu . Ne var ki anlatılanların yalnızca yarısı doğruydu .
Einstein'a tapan kadınların çoğu cemiyetin güzel kadınlarıyla da görüşüyorlardı . Dâhi bunlarla çıkıyor ve onlarla birlikte olduğu kadının evinde geceliyordu . 1998 yılında dâhinin Sovyet casusla da ilişkisi olduğu ortaya çıktı .
Fizikçinin aşk hayatı Einstein bilmecesini çözmeye pek elverişli değildi . Onun bu yaşam biçimi kısıtlı olan zamanına da bağlanamazdı . Evinde anaç bir hanımefendi isteyen dahi , aşk maceralarını dışarıda aramaktaydı .
Mileva 1914 yılında iki oğluyla birlikte Berlin'e döndüğünde Einstein Prusya Akademisi'ndeki görevine başlamıştı . Onunla birlikte yaşamak isteyen karısına inanılmaz şartlar sıraladı . Evde kesinlikle onun sözü geçecek , ondan şefkat beklemeyecek ve kesinlikle sitem etmeyecekti . Mileva bu hayata yalnızca birkaç hafta dayanabildi ve çocuklarıyla birlikte İsviçre'ye döndü . 1919 yılında büyük mücadeleler sonucu boşandılar .
Aradan dört ay bile geçmeden kuzini Elsa ile evlenen Einstein , daha sonra kuzininin 18 yaşındaki kızına bile evlenme teklifi etmişti . "Biz Einstein'ı böyle tanıdık" diyor "Einstein Paper Project" yöneticisi Robert Schulmann . "Onunla ve başkasıyla , kiminle evleneceği hiç önemli değildi . "
Tarihçi 1986 yılında Einstein'ın büyük oğlu Hans Albert 'ın evlatlık kızı Evelyn Einstein ile karşılaştığında Einstein'ın özel hayatıyla ilgili inanılmaz bilgiler elde etmişti . Evelyn'in üvey annesi Frieda , Mileva'nın ölümünden sonra ( 1948 ) İsviçre'deki evde Einstein'a yazılan ve ondan gelen bir sürü mektup bulmuştu .
Mektuplar 1987 yılında "Collected Papers" adı altında John Stachel tarafından yayımlandığında , dünya , dâhinin evlatlık verilen kızı "Lieserl" ın varlığını da öğrenmişti . Schulmann ayrıca aynı soyadını taşımaya hak kazanan Evelyn'in de aslında Einstein'ın evlilik dışı bir kızı olduğunu da öğrenmişti . Bir söylentiye göre Evelyn , New York'lu bir dansçıdan doğmuştu .
Evlatlık alınan torunun gen testleri başarılı sonuç vermedi . Çünkü Einstein'ın beynindeki DNA kalıntıları bugünkü araştırmalar için yetersiz kaldı . Bu bilmece de böylece 2006 yılında yayımlanması düşünülen mektuplara kadar bir sır olarak kalmaya devam edecek .
Einstein'ın olgunluk çağında evlilik üzerine sarf ettiği sözler de pek hafife alınır türden değildi . Einstein evliliğin fantezi sahibi olmayan bir domuz tarafından keşfedildiğini söylüyordu . Elsa 1936 yılında ölüm döşeğinde kıvranırken o aldırmaksızın çalışmalarına devam edebilmişti .
Özellikle oğulları Einstein'ın kayıtsız davranışlarından bıkmışlardı . Eduard öğrencilik dönemlerinde ağır bir depresyon geçirmiş ve 1932 yılında tedavi görmek zorunda kalmıştı . Einstein şizofren olan oğlunu 1933 yılında bir kez ziyaret etmişti ama sonraki 20 yıl içinde bir daha görmedi .
Gezi günlüklerinin birinde psikolojik oto-analiziyle ilgili değerlendirmelere de yer vermiş Einstein: "Kayıtsızlığa dönüşen hiperduyarlık , gençlikte yaşanan tutuk davranışlar ve dünyadan kopma , diğer insanlarla arasında camdan bir duvarın örülmüş olması , sebepsiz itimatsızlık ve zorlu hevesler" bunlardan bazıları . Dostu doktor Janos Plesh "vücut duyarlığını yitirmiş bir insandan" bahsetmekte .
"Uyandırılana kadar uyuyor , uyuması gerektiği söylenene kadar asla uyumuyordu . Önüne yemek konana kadar aç kalıyor veyahut da patlayana kadar yiyordu" diye anlatmıştı Plesh .
Duygunluğunu ayarladığı ölçü ve bilimsel düşüncelerine yerleşen hırsı belki de teorik düşüncesine ait inanılmaz derinliğin bir bedeliydi .
Görelilik Kuramları
Görelelik konusundaki ilk makale ( bugün özel görelelik kuramı olarak biliniyor ) , Newton , un zaman ve devinimle ilgili sabit ölçüm görüşünü alt üst etti . Einstein , bütün hareketlerin göreleli olduğunu , bütün ölçebildiğimizin , bir başka şeye göre ne kadar hzlı hareket ettiğimiz olduğunu gösterdi . Hareket eden nesnelerin kütlesi ile enerji arasında E=mc² denklemiyle dile getirdiği bir ilişki vardır . Bu denklem , bir madde parçacığının sakaldığı enerjinin ( E ) , o madde parçacığının kütlesinin ( m ) ışık hızının karesiyle ( c² ) çarpımına denk olduğunu söyler . Bu formül , bütün nükleer enerji elde etme yöntemilerinin temelidir .
Einstein , 1915'de görelelik konusunda ikinci bir makale yayımladı ( Genel Görelelik kuramı ) . Bunda bir nesnenin hızlanıp yavaşlarken neler olduğunu ele aldı . Yazısında ışığın bir kütlesi olduğu , bunun için de yerçekimden etkilendiği düşüncesini ortaya attı . Bu kuram , 1919'daki güneş tutulması sırasında iki yıldızdan gelen ışığı fotoğrafı çekildiğinde , ışığın yer çekimiyle büküldüğü fark edilince doğrulanmış oldu . Einstein'ın buluşları heyecan yarattı , ona uluslararası bir ün sağladı .
Kütleçekim Enerjisinin "Ağırlığı" Einstein'ı Doğruluyor
Genel görelilik ve kuantum mekaniği , temel doğa kuvvetlerini başarıyla açıklamalarına karşın , birbirleriyle bir türlü bağdaşmıyorlar . Zayıf ve şiddetli çekirdek kuvvetleriyle elektromanyetizmayı tanımlayan kuantum kuramları büyük bir uyum içinde .
Gelgelelim , kütleçekimini uzay-zamanın geometrisine bağlayan Einstein'ın kuramı kuantum mekaniğinin kapsamına girmiyor . Fizikçileri yıllardır peşinde koşturan hedefse , işte bu dört kuvveti tek ve temel bir kuvvetin çatısı altında birleştirmek . Başka bir deyişle , her türlü etkileşimi açıklayan , tüm boyutlarda ve enerji düzeylerinde geçerli olacak bir büyük kuram .
Öteki pek çok fizikçi gibi Seattle'daki Washington Üniversitesi araştırmacılarından Blayne Heckel ve Eric Adelberg de iki kuramın nasıl evlendirilebileceğini bilemiyorlar . İki araştırmacı , bu durumda kuramları birleştirmek yerine , böyle bir evlilikten doğabilecek çocukların ne olabileceği üzerinde düşünmüşler . Bunlardan biri , kütleçekiminin , kütleyle bizzat kütleçekim enerjisi üzerindeki etkilerinde ortaya çıkması gereken bir fark . Ancak Heckel ve ekibi , bazı "kuantum kütleçekim" kuramlarınca öngörülen böylesine bir farkın olmadığı sonucuna varmışlar .
Einstein'ın genel görelilik kuramı , kütleçekimin her türden kütleyi ( yani enerjiyi ) eşit biçimde etkileyeceği düşüncesi üzerine kurulu . Deneysel fizikçiler daha önce temel parçacıkları birbirine bağlayan çekirdek kuvvetiyle elektromanyetik etkileşimlerden doğan enerjilerin gerçekten de bu "eşitlik ilkesi"ne uyduklarını göstermişlerdi . Örneğin bir proton ve nötron birleştiklerinde , kütlesi iki parçacığın kütlelerinin toplamından daha az olan bir parçacık oluştururlar .
Ancak iki parçayı birbirine bağlı tutan enerji , toplam kütledeki bu açığı kapatır . Ne var ki şimdiye değin hiç kimse , kütleçekim enerjisinin de , kütleçekimin uyguladığı kuvvete tüm öteki kütle=enerji türleriyle aynı tepkiyi verdiğini kanıtlamamıştı . Kuantum kütleçekim kuramları içinde başı çeken "sicim kuramı" , kütleçekim enerjisinin kütleçekime ötekilerle aynı tepkiyi göstermeyebileceğini söylüyor . Heckel'e göre "pek çok kuramcı , bir noktadan sonra böylesine bir farkın ortaya çıkacağı görüşünde" .
Şu var ki bu varsayımı laboratuvarda sınamak olanaksız . Çünkü laboratuvara sığacak boyuttaki cisimlerin birbirlerine uyguladığı çekimde bağlı olan enerji çok küçük ölçeklerde . Bunun için bakılması gereken şey , Montana Üniversitesi'nden Kenneth Nordvedt'in yıllar önce söylediği gibi , Güneş'in Dünya ve Ay üzerinde uyguladığı çekim . Gerçi Dünya'nın kütleçekim enerjisi küçük; kilogram başına yalnızca yarım mikrogram . Ama Dünya büyük olduğundan bu , kütlesinin 3 trilyon tonunun saf kütleçekim enerjisine dönüşmesini sağlıyor .
Ay'ın kütleçekimsel enerjisi , bunun 2000'de biri . Fakat bu bile , Güneş'in kütleçekiminin , kütleyle kütleçekim enerjisine farklı davranması halinde , Ay'ın yörüngesinin Dünya'ya göre konumunda küçük bir farklılık yaratması için yeterli . Böylesine bir oynamayı fark etmek için , Dünya ile uydusu arasındaki uzaklığı çok duyarlı biçimde ölçmek gerekiyor . Apollo astronotlarının ay yüzeyine bıraktıkları aynalardan lazer ışınları yansıtan Nordvedt ve arkadaşları , Dünya ile Ay'ın Güneş'e aynı hızla "düştüklerini" saptamışlardı .
Ancak Nordvedt'in kendisi , deneyin bir noktayı açıkta bıraktığını kabul etmekteydi: Bazı kuantum kütleçekim kuramlarına göre Dünya ile Ay'ın yapılarındaki farklılık , örneğin Dünya'nın demirden bir çekirdeği olması gibi nedenlerle , kütleçekimin , bu iki gökcismi üzerindeki etkileri farklı olabilir .
Seattle ekibi , bunu sınamak için yaptıkları deneyde bir burulma terazisi kullanmış . Düzenek , ince bir telle , buna asılı küçük bir tepsiden oluşuyor . Tepsi , teli burarak kendi ekseni etrafında dönebiliyor . Tepsi üzerine her biri onar gram çeken dört ağırlık yerleştirilmiş . Bunlar , Dünya'yı ve Ay'ı temsil ediyorlar .
İki "Dünya" da , gezegenimizin demir çekirdeğini temsilen çelikten yapılmış . "Ay"lar ise , gezegenimizin ve uydusunun mantolarının yapısını yansıtacak biçimde kuvars ve silisyum ağırlıklı maddelerden oluşmuş . Düzenek öyle bir biçimde döndürülüyor ki , iki "gökcisminin" bir "günü" , yani Güneş önünden geçmesi 40 dakika sürüyor .
Güneş'in model Dünya ve Ay'dan birine karşı kütleçekimsel bir "eğilim" duyması durumunda , askıdaki terazide hafif bir burulma olacak . Oysa deney sonunda böyle bir burulma saptanmamış . Lazerle yapılan uzaklık ölçümleriyle birleştirildiğinde deneyden çıkan sonuç , kütleçekimsel enerjinin de , Güneş'e tüm öteki kütle=enerji türleriyle aynı şiddette çekildiği yolunda .
Sicim kuramcıları , deneyi çok akıllıca bulmalarına karşın , öngörülerinden vazgeçmiş değiller . Washington Üniversitesi ( St . Louis ) araştırmacılarından Clifford Will , değişik cisimlerin düşme hızlarındaki farklılığın , günümüz deneylerinin duyarlılık sınırının ötesinde olabileceği düşüncesinde . "Bir noktada bu eşitliğin bozulması olasılığının var olduğuna hâlâ inanıyoruz" diyor . Heckel ise , "bir an için bile kuşku duymadığı gibi" Einstein'ın bir kez daha zafer kazanmasından mutlu .
Göreliliğin temel taşlarından biri yanlış olabilir .
Çekici güç: Uzak galaksiler dünya üzerindeki parçacıkları etkileyebilir . Enstein'ın Görecilik Teorisi ile kuantum mekaniğinin yeni bir çatışması ortaya çıktı . New Mexicolu bir fizikçiye göre kuantum mekaniği dünya üzerindeki parçacıkların milyonlarca ışık yılı ötedeki büyük kütleli nesnelerden etkilendiğini gösteriyor . Eğer haklıysa , Einstein'ın temel varsayımlarından biri yanlış olmalı .
Görelilik Teorisi'nin ana önermelerinden biri , yoğun kütleli bir nesneye serbest düşüş ile hiç çekim alanı olmayan bir yerde bulunma arasında hiçbir fark hissedilmeyeceğidir . Yani , örneğin kütle kabuğuna doğru düşen bir kapsülün içindeki bir insan , kabuğun içinde tüm çekim alanlarının sıfır olduğu bir noktada bulunan kapsülün içindeki insanla aynı şeyleri hissedecektir . İkisi de bir çekim hissetmeyecektir . Başka bir deyişle , nesneler çekimsel potansiyellerinin farkında değildirler .
Fakat , Los Alamos Ulusal Laboratuvarı'ndan Dharam Ahluwalia , kuantum mekaniğinin nesnelerin kendi potansiyellerini hissedemeyeceği düşüncesini yıkacağını söylüyor . Kuantum mekaniği , klasik teoriyi -elektromanyetizm kanunları gibi- şimdiden altüst etti .
Kuantum teorisinden önce , fizikçiler ideal bir solenoidi -içinde manyetik alan bulunan fakat dışında bulunmayan bir tüp- geçen elektronun manyetik alandan etkilenmediğini düşünüyordu . Fakat , gerçekte elektronların "yapışkanlığı" yüzünden , "öremeyecekleri" bir alandan etkilenirler .
Ahluwalia , çekimi farklı elektromanyetik potansiyellerdeki taneciklerin davranışını açıklayan Schrödinger denklemine koydu ve solenoid etkisinin çekimsel bir analoğu olduğunu gördü: Parçacıklar çekimsel potansiyeli "hissedebilir . "
Ahluwalia , bunun nötrinoları bir tipten diğerine geçişte etkileyeceğini söylüyor . Bilim adamları bu davranışın kanıtlarını daha önce farketmişlerdi . Ahluwalia , kütlesi olan nötrinoların çekimsel potansiyellerini "hissedebileceklerini" ve kabuğun içinde çekimsiz ortamdaki nötrinonun bir tipten diğerine kabuk dışında çok uzaktan serbest düşüş yapan bir nötrinoya göre çok daha yavaş geçeceğini söylüyor . Eğer , bu yeni fikir doğruysa görelilik teorisinin tahminlerinde yanlışlıklar olmalı .
Sitemizde yer alan tüm içerikler internet ortamından toplanmış ve derlenmiştir. Yer alan bilginin doğruluğu garanti edilmemektedir. Yanlış bilgi için tarafımıza sorumluluk yüklenemez. Yanlış bilginin doğuracağı etkenlerden sitemiz ve yöneticileri sorumlu tutulamaz.