GİRİŞ:
Sosyal , siyasi , hukuki , vs . alanlarda meydana gelen gelişmelerin uzun bir tarihi geçmişe sahip oldukları herkesçe bilinen bir gerçektir .
18 . yüzyıla kadar felsefe salt doktrin ve ilim alanında kalmış , halkla temasa geçmemiş , toplum olaylarına karışmamış görünüyor . Halbuki bu yüzyıldan itibaren , Dünya olaylarına karışmış , fikirleri idare etmiş ve toplumu değiştirmeye yönelmiştir . 18 . Yüzyılın "aydınlık çağı" olarak adlandırılması , felsefenin verilerinin; eskisi gibi sadece filozofların kafasında kalmayıp , bütün bir topluma ve onu meydana getiren fertlere malolmuş olmasının sonucudur . [1]
Fransız İhtilali 18 . yüzyılın başat vakasıdır ve bugün bile hızı tükenmiş denilemez . Zihni hazırlığı üç kuşak sürmüş ve bütün önemli yönleri eleştirel araştırma ve incelemelere konu olmuştur . Tartışmaların etkisi milli sınırlar gözetilmekten ziyade insani ölçülerde yoğunluk kazanarak yürümüştür ve Fransa"nın akıl çağında entellektüel önderliğinin tanınması , bu ülkenin siyasi önderliğinin kaynağı sayılmıştır; çünkü dünya üzerinde ilerici ve demokratik güçler kendilerini Fransız hürriyeti davasıyla özdeşleştirmişlerdir . [2]
Eğer akıl çağı politik anlamda İhtilal Çağı ile sona ermişse , bunun kabahati filozofların ve risale yazarlarının değil yumuşak reformlara inatla direnip köktenci ihtilali kaçınılmaz kılan geleneksel güçlerindir . Voltaire ve Montesquieu yukarı sınıfların liberal muhafazakarlarıydı ve onların amacı ihtilali kışkırtmaktan ziyade önlemekti ve sosyal anlamda bir ihtilal onların düşüncelerine uzaktı . Hayran oldukları İngiltere , müreffeh ve gözüpek aristokrasi hakimiyetindeydi . Karar yetkisi az sayıda insana verilmişti ve Parlamanto öncelikle toprak sahibi sınıfın menfaatlerini temsil ediyordu . İngiliz orta sınıfının tanınması 1832"de Montesquieu ve Voltaire"in İngiltere"yi ziyaretlerinden yüz yıl sonra gündeme geldi ve halk demokrasisinin kabulü daha da sonra belirdi .
Fransa"da bütün 18 . yüzyıl zaman ve felaket arasındaki yarıştı . Yüzyılın ilk yarısı boyunca mevcut kurumların eleştirisi kilise ve devlete karşı daha açıkça yöneltilmişti , gerçi birkez ruhbanlık otoritesi sarsıldı mı ( sarsılmıştı ) siyasi otoritenin ne olacağı tartışma alanına girmek zorundaydı . Çağın sosyal merkezleri , filozofların parlak zekalarının güzel kadınlarla ve aylak aristokratların şüpheci kayıtsızlıklarıyla harman edildiği kibar Paris salonlarıydı . Henüz halktan sözedilmiyordu; Voltaire onlardan da la canaille ( ayak takımı ) diye bahsediyor ve aydınlanmanın pek az değil , pek çok önderi efendisiz hizmetçiler , işçiler ve köylüler olarak karşılarına çıkan yığınlara aynı duygularla yaklaşıyorlardı .
18 . yüzyılın ikinci yarısında siyasi eleştiri ve felsefi ifade daha cesur ve açık hala geldi . Bu çağın anıtı , Diderot tarafından yönetilen ve dönemin önde gelen isimleri d"Alembert , Holbach , Helvetius , Turgot , Haller Morellet , Quesnay ve başlangıçta Voltaire ve Montesquieu"nün de katkıda bulunduğu Encyclopédie" dir . Ansiklopedistlerin inancı , insancı , akılcı ve bilimseldi: Tabiat ve toplumun anlaşılmaz ve keyfi kader veya ilahi inaçla değil , zihnen kavranabilir akli düzenle yönetildiğine ve insanın artan bilgisinin mutluluğu ve ilerlemesi için en iyi rehber olduğuna inanıyorlardı .
Yeni düşünceleri ve parlaklıklarına rağmen Aydınlanma"nın rasyonel bakış açısı gelenekseldi . Yunanistan"dan çıkan bu gelenek , rakibi olan kilise ve din dogmalarından daha eskidir . Aydınlanmanın tarihi başarısı aklın imkanlarını keşfetmede değil , dönemin hakim sınıfının büyük bir kısmını kendi ( aydınlanma ) hedefine döndürmesinden ibarettir . Bu rasyonalizm çağında duygu ve heyecana yer vardı ama bunlar aklın önceliğinin yedeğine alınmış ve biçim ve ifade bakımından şekillendirilmişlerdi . İlk hücum edilecek olan , şu düşünce veya bu felsefe değil , geleneksel medeniyetin asıl temelleri olmalıydı; böyle bir hücumun da bu medeniyete dahil olmayan biri tarafından yapılması gerekti: Jean Jaques Rousseau ( 1712- 1778 ) [3]
Roussaeu"nun görüşleri şu sebepler dolayısıyla incelenmelidir:
Birincisi: 1789 Fransız İhtilaline ve onunla birlikte önce Fransa"da , daha sonra bütün Avrupa"da gerçekleştirilen demokrasiye , Rousseau"nun etkisi çok büyük olmuştur .
İkincisi: Rousseau kadar üzerinde , olumlu veya olumsuz söz sarfedilen düşünürlerin sayısı çok değildir . Demokrasi veya demokratik ve liberal gelişmeler hakkında yazan ve düşünen herkes ona çağdaşlarından çok daha fazla önem ve yer vermişlerdir .
Rousseau"nun , Sosyal sözleşme"de "doğal hal" için tutkusunu yeniden dile getirdiğinde Voltaire şöyle der: " Bir maymun insana ne kadar benziyorsa , Roussaue da filozofa o kadar benziyor; Diogenes"in kudurmuş köpeğidir o! " Bununla beraber Voltaire , o kitabı mahkum ettirip yaktıran İsviçre makamlarına -ünlü ilkesine bağlı kalarak- saldırmış ve Rousseau"ya da şöyle yazmıştı: "Söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı düşüncede değilim; ancak onları söyleme hakkınızı ölünceye değin savunacağım . " Reformu isteyenler Voltaire"i izlerken , devrimcilerin kulağı Rousseau"daydı . Voltaire 1789"a kadar Fransız Devrimi"ne katkıda bulundu . Ne var ki 1789"dan sonra , onun siyasal etkisinin yerine Rousseau"nunki geçti . Devrimcilerin kutsal kitabı Sosyal Sözleşme oldu . [4]
A - J . JAQUES ROUSSEAU VE DEMOKRATİK GÖRÜŞLERİNİN ANAHATLARI:
Rousseau hakkında yazanlar; çarpıcı , ateşli , oldukça cesur ve aşırı uslup ve ifadesinden dem vuruyor , kısa zamanda Fransa"yı ihtilale sürüklemesini ve bütün Dünyayı etkilemesini bu sebebe bağlamaya çalışıyorlar . Bu çarpıcı hususiyetinden başka; Rousseau"da gerek İngiliz filozofları Hobbes ve Locke , gerekse diğer ve özellikle çağdaşı Fransız filozoflarından farklı yönleri de göze çarpmaktadır .
Bir kere; eserleri Latince yazılmış bulunan Hobbes ve Locke" dan eserlerini halk dili ile yazmış bir düşünür olarak ayrılmakta , bu bakımdan görüşlerinin halka intikali imkanı mevcut bulunmaktadır .
İkinci olarak; eserlerini halk dili ile yazmış bulunan; ferdiyetçi , liberal ve demokratik görüş taraftarı diğer filozoflardan da; kullandığı uslup ve ifade ile ayrılmakta olduğu gibi , "ihtilal yıllarında Fransa bütçelerindeki geliri karşılayan , hatta krallık hazinesinin borçları dahi kendilerinden "karşılanacak" olan "orta burjuvazi"nin kararsız ve istikbal için programsız olduğu bir zamanda , bu sınıfa bir ideoloji vermesi ve ihtilale kanalize etmesi ile de ayrılmaktadır .
Bir de yine zamanın ansiklopedistlerinden; onların , halen mevcut olan siyasi , sosyal ve hukuki düzenin , halk işe karıştırılmadan ıslah edilebileceğini kabul etmelerine karşılık; kendisinin eşitsizlik üzerine kurulmuş olan bu düzenin ıslah edilemiyeceğini , fakat bir ihtilal ve inkılabın gerekliliğini benimsemiş olması , toprağın feodal aristokratlardan alınarak dağıtılmasını savunması noktalarından da ayrılmaktadır . Bu özellikleri Rousseau"yu; bir yandan , sosyalizme ayrılan yolun öncülerinden biri zannedilmesine sebep olmuş öte yandan fakir halk yığınlarının temsilcisi kabul edilmesine sebep olarak halka maletmiştir . [5]
I - ROUSSEAU"NUN GÖRÜŞLERİNİN KAYNAKLARI , DEVLET VE HAKİMİYET HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ:
1- Rouseau"nun görüşlerinin kaynakları:
a ) Rousseau"nun Doğup Büyüdüğü Sosyal ve Siyasi Ortam:
Rousseau Avrupa"nın edebiyat sahnesinde belirmeden önce , mevcut düzenin eleştiricileri , halkı reform tasarıları içine alacak şekilde ilgi yörüngelerini yavaşça genişletiyorlardı . Fakat "halk" denilince" öncelikle zengin ve saygıdeğer tüccarlar , hukukçular ve aydınlardan oluşan seçkin Üçüncü Tabaka anlaşılıyordu . Rousseau halktan gelen ilk modern siyaset yazarıydı . Halk; adı anılmayan , karanlıkta kalmış küçük burjuvazi"nin , yoksul zanaatkarların ve işçilerin , küçük çiftçilerin , mevcut düzen içinde yeri olmayan , ümidi olmayan köksüz ve istikrarsızların , déclassé"lerin yığınıdır . [6]
Rousseau 1712 yılında Cenevre"de doğdu . Çocukluğu bu şehirde geçti . Burası o zaman zulümden kaçan kalvenistlerin sığınağı vaziyetinde idi ve bu yüzden de kültür seviyesi oldukça yüksekti . Doğrudan demokrasi ile idare ediliyordu . Ancak olağanüstü hallerde 200 kişilik bir meclis ve hatta 25 kişilik bir heyet bütün idareyi ve yetkileri eline alıyordu . [7] Ancak bu doğrudan demokrasi görünüşte idi . İlk zamanlarda Rousseau da öyle zannetmişti . "Discours de L"Inégalité Parmis Les Hommes" adlı eserinde; Cenevre halkının bütün fertlerine hitaben şöyle başlıyordu: "Muhteşem , çok haysiyetli ve hükümran senyörler" . Fakat bu doğrudan demokrasinin sadece görünüşte böyle olduğunu , aslında 25 kişilik bir heyetin demeokrasisi olduğunu sonradan anlamış; bu defa da göklere çıkardığı senyörlere "yirmi beş despotun lehine; müdafaasız; haklardan tecrit edilmiş keyfi bir iktidarın köleleri , Atina"nın ( despotları ) da otuz kadardı" diyerek önceki görüşünden döndüğünü göstermiştir .
Ayrıca Rousseau buna rağmen daha çok Fransız kültürünün insanıdır . Çünkü o kültürle yetişmiştir . Ailesi bazı yazarların "orta burjuva" , bazılarının ise "küçük burjuva" dedikleri burjuva sınıfına mensuptur . Yine ailesi protestan olup Rousseau da protestanken bir ara katolik olur , sonra tekrar protestanlığa döner . Babasından ayrıldıktan sonra 16 sene çok düzensiz bir hayat yaşayan ve adeta bütün meslekleri deneyen Rousseau bir elçilikte 18 ay sekreterlik yaptı . Bu hizmeti esnasında siyasi problemlere ilgi duymaya başladı . Oradan ayrıldıktan sonra bir müddet müzisyen olarak yaşadı , nihayet bazı filozoflarla ve Diderot ile tanıştı . Bir müddet ansiklopedistlerle beraber olduktan sonra görüş ayrılığı yüzünden onlarla da alakasını kesti . Rousseau"nun çok kararsız bir hayatı vardır . Eğitimi de bu yüzden belli bir disiplin altında geçmemiştir . Ancak bütün bunlara rağmen Rousseau bu güç hayat şartları altında dahi önüne gelen eseri okumuş ve kendisini yetiştirmiştir . Ayrıca Rousseau halk içinde geçirdiği bu uzun kararsız hayatı esnasında , halkı tanımış ve sevmiş , bu bakımdan da ansiklopedistlerden ayrılma imkanını bulmuştur . Neticede Dijon Akademisinin açtığı bir müsabakaya; yazdığı ilk eser olan , büyük bir sansasyona yol açan ve bu arada kendisinin tanınmasını sağlayan "Discours sur les Sciences Et Les Arts" adını taşıyan eseriyle katıldı . Bu suretle "Dünyayı altüst eden" eserlerini yazmaya başlamış oldu . [8]
Rousseau"nun zamanında Fransa"daki sosyal ve siyasi ortam ise "Devlet benden ibarettir . " diyen bir krallık idaresi , her türlü haklardan yoksun halk , toprak sahibi feodal aristokratlar , bunların topraklarında çalıştığı halde kimin için çalıştığını bilmiyen "köle" durumundaki köylüler , derebeyliğin yavaş yavaş ortadan kalkmasıyla şehirlerde oluşan yüksek ve orta burjuvazi , sermayedarlığın oluşmaya başlaması , mali vaziyetin bozukluğu ve bunun orta ( küçük ) burjuvazinin sırtından telafisine çalışılması , Krallığa destek durumunda bulunan ve aynı zamanda toprak sahibi bulunan kilise ve nihayet "aydınlanma çağı" nın kuvvetli filozoflarının etkisiyle doğmuş bulunan , demokratik , liberal ve ferdiyetçi felsefi zihniyet , bütün bir Fransız sosyal ve siyasi hayatının ana hatlarını meydana getiriyordu .
Bütün bu tahammül edilmez sosyal ve siyasi ortam üzerinde; bir yandan da , İngiltere ve Amerika"da meydana gelen pozitif demokratik gelişmelerin ve uzun bir tarihi teorik gelişmeyle olgunlaştırılmaya çalışılmış demokratik görüşlerin etkisiyle , mevcut düzeni olanca güçleriyle eleştirip yıpratan aydınlık çağı filozoflarının eseri sayılan sağ ve sol grupların meydana gelmesi . Burjuvazi de şuurlanmıştı . Sosyal bünye bir bunalım içindeydi ve patlama noktasına gelmişti .
Rousseau"nun içinde bulunduğu ve belki de O"nu Rousseau yapan sosyal ve siyasi ortam bu durumda idi .
b ) Rousseau"nun Görüşlerinin Teorik Kaynakları :
İnsanları , bu arada yazarları ve düşünürleri , çağlarından ve sınıflarından soyutlayarak düşünmemeli . [9]
Bu doğru , Rousseau için de geçerlidir .
Rousseau; Aristo"yu , Platon"u , tabii hukukçuları ayrıca , Hobbes ve Locke"u okumuş , toplum sözleşmesi konusunda da bir hayli düşünme imkanını bulmuş ve yine zamanında Diderot ile tanışmış , Voltaire"i ve Montesqieu"yü de okumuştur . Kısaca Yunan ve Roma demokrasileri ve ingiltere demokrasisi de olmak üzere savunduğu görüşlerin doğumunu ve şekillenmesini sağlayacak bütün eserleri okumuştur .
18 . Yüzyılda Fransız filozofları ve bilhassa ansiklopedistler de mevcut düzenden şikayetçi idiler . Ama onlar işe , halkın karıştırılmasına lüzum kalmadan bu düzenin ıslah edilebileceğini düşünüyorlardı . Ve bunu yapmak için devamlı eleştirileri ile , ihtilale giden dönemde , düzeni oldukça hırpalamışlar ve halkın felsefi zihniyetinin değiştirilmesinde önemli rol oynamışlardır .
Fakat Rousseau , mevcut düzeni; sınıflara dayalı , eşitsizliklerin hakim olduğu bir düzen kabul ederek ve hatta toprak sahibi feodal aristokratlardan , toprağın alınarak topraksız insanlara dağıtılmasını da ileri sürerek halkın hakimiyetini yani idare edenlerle idare edilenlerin bir ve aynı kimseler olmasını savunuyordu . Bunun için de ihtilal ve inkılap gerekliydi .
2 - Rousseau"nun Devlet , hakimiyet ve demokratik siyasi sistem hakkındaki görüşleri :
Rousseau görüşlerini zamanında bir hayli münakaşalara yol açan , hatta bazen de kendisinin cezai takibine sebep olan eserleri ile ortaya koymuştur .
Rousseau"nun 1750 yılında Dijon Akademisinin , "Bilim ve sanatta ilerleme insanları olumlu yönde etkilemiş midir?" konulu yarışmasına katılıp , "Bilim ve san"atlar üzerine söylev" çalışması ile bilim ve sanattaki ilerlemenin insanları bozduğunu savunmuştur . 1755"te yine Dijon Akademisinin açtığı bir yarışmaya "İnsanlar arasında eşitsizliğin kökü" adlı eseri ile katılmıştır . 1761"de "Emile" ve "Nouvelle Heloise" adlı eserlerini veren Rousseau , 1762"de Amsterdam"da "Contrat Social" adlı ünlü eserini yazmıştır . Rousseau"yu ölmezler arasında bir isim sahibi yapan da "Dünyayı altüst eden" bu eseridir . Bu eserinde Devletin meydana gelmesini sağlayan "sosyal sözleşmeyi" ve inkılaptan sonra kurulmasını hayal ettiği demokratik siyasi mekanizmayı ortaya koyar . Eserin Fransa"ya girmesi yasaklanmış ve "Emile" ( hayalindeki demokratik siyasi hayata vatandaşların hazırlanması için bir eğitim planı verir ) ve "Contrat Social" eserleri gerek Fransa"da , gerek İsviçre"de mahkum edilerek yakılmıştır . 1776 yılında "Confessions" adlı eserini yazmağa başlayan Rousseau , 1778 yılında ölmüştür . . . 1794 yılında da kemikleri Fransa"nın ünlü kişi ve devlet adamlarının mezarlarının bulunduğu Panthégon"a nakledilmiştir .
Rousseau teklif ettiği demokratik sistemin yaşaması için gerekli şartları da beraber getirmeyi düşünen geniş görüşlü ve temkinli bir düşünürdür .
a ) Rousseau"nun Devlet ve Hakimiyet Hakkındaki Görüşleri :
Rousseau , Devletin doğuşunu insanın akıl ve iradesinde yani sosyal sözleşmede bulan görüşü benimsemiş ve onunla izah etmiştir .
"Sosyal Sözleşme" eserine "insanlar eşit doğar; ama her tarafta zincire vurulmuş olarak yaşar , bu durum nasıl meşru olur; onu inceleyeceğim" diyerek başlar .
Kuvvetten hak doğmaz ve insanlar ancak meşru iktidarlara boyun eğmek zorundadırlar . Hiç kimsenin diğeri üzerinde doğal bir otaritesi yoktur; kuvvet de bir hak yaratmadığına göre , meşru otoritenin kaynağı ancak anlaşma olabilir . Öyle bir toplum biçimi bulunmalıdır ki , toplum üyesi herkesin şahsı ve malları ortak güç tarafından ortak güç tarafından korunsun ve savunulsun , toplumda herkes herkesle birleştiği halde yine kendinin efendisi olsun ve eskisi kadar özgür kalsın .
Bunun gerçekleşmesi için , toplum üyelerinden her biri tüm hakları ile kendini bütünüyle topluma bağlıyacaktır . Böylece her insan kendini tamamen topluma verince , durum herkes için eşit olacak ve durum herkes için eşit olunca da , hiçkimsenin bu durumu yararına çevirmekte bir çıkarı olmıyacaktır . Ayrıca bu bağlanma kayıtsız ve şartsız yapılacağı için , gerçekleşen birlik mümkün olduğu kadar tam ve eksiksiz olacaktır ve hiçkimse bir şey isteme durumunda olmıyacaktır . Kendini bu koşullarda topluma bağlayan kimse aslında hiçkimseye bağlanmamış sayılır , her üye kendi üzerinde başkasına tanıdığı hak kadar başkaları üzerinde hak kazanır ve böylece hiçkimse bir şey kazanmadığı gibi bir şey de kaybetmiş olmaz .
Sosyal sözleşme şöyle aktedilecektir: "Herbirimiz bütün varlık ve gücümüzü genel iradenin yüce yönetimi altına koyuyoruz ve her üyeyi bütünün bölünmez parçası olarak kabul ediyoruz . "
Bu anda sözleşmeye katılanların kişisel varlığı yerine bu sözleşme ile manevi ve kollektif bir bütün oluşturulur . Bu kollektif bütün birliğini , kişiliğini , hayatını ve iradesini de bu sözleşmeden alır . Bu kollektif kişilik devlettir , hükümrandır . Sosyal sözleşmenin boş laf olarak kalmaması için de , genel iradeye boyun eğmek istemiyen kişiyi bütün topluluk boyun eğmeye zorlayacaktır , yani bu kişi özgür olmaya zorlanacaktır .
Sosyal sözleşme sonucunda insan , doğal özgürlüğünü ve canının çektiği ve gücünün yettiği herşey üzerindeki sınırsız hakkını kaybeder . Kazancı ise , toplum içinde özgürlük ve sahip olduğu şeyler üzerinde mülkiyet hakkıdır . İnsanın kendi koyduğu yasalara uyması özgürlüktür . Sosyal sözleşme ile insanlar eşit olurlar . [10]
Rousseau"ya göre egemenliğin kaynağı ve sahibi halktır . Zaten Rousseau sosyal sözleşme ile bu gayeyi gerçekleştirmek ister . Egemenliği tek kişinin elinden alarak millete maletmek ister . Egemenlik , genel iradenin kullanılması demektir . Genel iradenin birinci özelliği devredilmez oluşudur . Genel irade başkasına verilmez , yalnızca genel irade devlet güçlerini kuruluş amacına yani ortak iyiliğe uygun olarak yönetebilir . Egemenlik genel iradenin kullanılması demek olduğuna göre genel irade hiçbir zaman başkasına verilemez ve kollektif bir kişi olan egemen kişi ancak kendi kendini temsil eder . İktidarın devri mümkündür ama irade devredilemez . Egemenliğin başkasına devredilmesi söz konusu olamıyacağı gibi temsil edilmesi de olanaksızdır . Egemenlik genel iradedir , irade ise temsil edilemez . Bu nedenle milletvekilleri diye adlandırılan kimseler ulusun temsilcileri değildir ve olamazlar da bunlar ulusun bazı işleri yapmakla görevlendirdiği görevlilerdir . Halk kendisine temsilci seçtiği anda köle olmuştur .
Egemenlik bölünmez , çünkü irade ya geneldir ya da değildir , irade halkın oluşturduğu bütünündür ya da halkın bir kısmınındır . Genel irade hata yapmaz , yanılmaz , her zaman doğru yoldadır; haklıdır ve her zaman kamu yararına yöneliktir . Ancak halkın içinde görüş ayrılıkları , tartışmalar bunun aksi bir izlenim doğurabilir . Toplum her zaman kendi iyiliğini ister ama , bu iyiliğin nerede olduğunu her zaman göremez . Genel irade ortak iyiliğe yöneliktir , ancak birbirini yok eden karşıt iradeleri birbirinden çıkarttığımız zaman geriye kalan genel iradedir der , Rousseau . Sosyal sözleşme ile oluşan sosyal bütünün bütün üyeleri üzerinde mutlak bir iktidarı vardır . İşte genel irade ile belirlenen bu iktidara egemenlik denir .
Rousseau , yurttaşların ve egemen toplumun karşılıklı olarak haklarının ve yurttaşların teb"a olarak yerine getirecekleri görevleri ile insan olarak sahip olacakları doğal haklarının belirlenmesi gerektiğini söyler . Sosyal sözleşme ile kişi ancak toplum için gerekli olduğu ölçüde gücünü , malını ve özgürlüğünü bağlar ama bu "gerekli olanın" ne olduğunu belirleme yetkisi egemen güce aittir . Kişi devletin istediği hizmeti anında yerine getirecektir ama devlet de ona toplum için yararlı olmayan bir yük getirmeyecektir . [11]
b ) Rousseau"nun Savunduğu Demokratik Siyasi Sistem :
aa ) Rousseau"ya göre fertler sosyal sözleşme ile Devleti meydana getirirken bütün tabii hak ve hürriyetlerinden topluluk lehine vazgeçiyorlar , fakat Devletin meydana gelmesinden sonra garanti altına alınmış medeni haklar elde ediyorlardı .
Rousseau; eşitlikten daha çok dem vurmaktadır . Montesquieu"nun daha çok hürriyeti işlemesine karşılık Roussea"nun eşitlik üzerinde işlediği söylenir . Montesquieu hürriyete garanti olmak üzere kuvvetler ayrılığı üzerinde , Rousseau ise hürriyetin zaruri şartı olarak eşitlik üzerinde daha fazla durmuşlardır . [12]
ab ) Demokratik Müesseseler ve İşleyişi :
Rousseau öyle bir demokrasi hayal ediyor ki; bu düzende idare edilen ile idare eden bir ve aynı şeydir . Yani Rousseau doğrudan doğruya halkın ( veya milletin ) kendi kendisini idare etmesini savunuyor .
Bu sistemde halkın kendisini oluşturan fertlerden ayrı bir varlığı ve birliği vardır . Halkın; kendisini teşkil eden fertlerin iradelerinin toplamı değil fakat sentezi olup fertlerin iradelerine üstün bir milli iradesi vardır . Bu irade "genel irade" adını alır . Rousseau sadece yasama faaliyetini hakimiyetin kullanılması olarak kabul eder . Diğer iki kuvveti ise ona bağlı kabul eder . Hakimiyeti ise bizzat ( doğrudan doğruya ) halk kullanacaktır . İktidarın kullanılması halk tarafından çok genel konularda kanun yapmakla olacaktır . Kanunlar genel iradenin açıklanmasından ibarettir . Genel irade ise halka aittir .
Rousseau; halkın doğrudan , kendi kendisini irade etmesinin mümkün bulunduğunu , temsilciler vasıtasıyla hakimiyetin kullanılmasının imkansız olduğunu savunuyor . Rousseau"nun bu noktada kendi zamanının dahi devletlerine tatbiki imkansız doğrudan demokrasi teklifi ile ütopist durumuna düştüğü söylenebilir . [13]
Tezata düşmesi şundandır: Yeni temsil sistemi milli egemenlik teorisinin bir sonucu olarak kabul ediliyor ve Rousseau da milli egemenlik teorisini benimsediği halde temsil anlayışına tamamen kapalı bulunuyor . Ancak kanunların hazırlanması işi bu işi bilen üstün zekalı kimselerce ( rehberlerce ) yapılabilir . Fakat bunların görevi burada biter .
Yürütme işlerini ve yargı hizmetini memur statüsünde bulunan , her zaman halk ( hükümdar=souverain ) ın murakabesi altında olan ve gerektiğinde görevlerine son verilebilen kimseler eliyle gördürmek hem mümkündür , hem de gereklidir . Çünkü bu hizmetler kanun yapmak gibi egemenliğin kullanılması olmayıp sadece , kanunları tatbik ve icra etmekten ibarettir .
Yürütme işlerine halk tarafından tayin edilen heyet , hükümet adını alır . Bunlar halkın ajanı ( memuru ) durumunda bulundukları , hakimiyeti kullanan halk içinde de mutlak eşitlik mevcut bulunduğu için Rousseau"nun Demokratik devletinde , Devlet başkanı olmıyacaktır .
Böylece Rousseau; doğrudan demokrasi ve başkansız Devlet teklifi ile karşımıza çıkmaktadır .
b ) Yönetim Biçimleri :
aa ) Demokrasi : Demokrasi de yasayı yapan da uygulayan da egemen toplumun çoğunluğudur . Yasayı yapanın , yasayı en iyi uygulayacak ve yorumlayacak kişi olduğu ve demokrasinin de en iyi yönetim olduğu düşünülebilir . Ne var ki Rousseau , mükemmel bir yönetim biçimi olan demokrasinin ancak tanrıların toplumunda uygulanabilecek bir yönetim olduğunu söyler . Böyle mükemmel bir yönetim insanların harcı değildir , zaten gerçek demokrasi hiçbir zaman varolmamıştır ve hiçbir zaman da var olmayacaktır . Çünkü bir defa , bu yönetimde ayrılması gereken şeyler ayrılmamıştır , egemen toplum ve yönetici aynı olunca , hükümetsiz hükümet durumu ortaya çıkmıştır . Sonra , yasayı yapanla uygulayanın aynı kişi olması da iyi değildir . Özel çıkarların kamu işlerini etkilemesi mümkündür ki , bundan daha kötü bir şey düşünülemez . Öte yandan çoğunluğun yönetmesi , azınlığın yönetilmesi de doğal düzene ters düşer . Bundan başka demokrasinin gerçekleşmesi öyle koşulları gerektirir ki , bunları bir araya getirmek de olanaksızdır . [14]
Demokrasinin uygulanması için ülkenin çok küçük olması gerekir , halkın toplanması kolay olmalıdır , her yurttaş kolaylıkla diğerlerini tanıyabilmelidir . Sonra örf ve adetler çok sade olmalı , herkes kamu işlerini kolayca kavrayabilmeli , çetin tartışmalara girme gereği olmamalı . Bundan başka sınıflar ve insanlar arasında zenginlikte eşitlik olmalı , aksi halde eşitlik uzun ömürlü olmaz , sonra lüks olmamalı , lüks zenginliği gerektirir , zenginlik ise , zenginin de yoksulun da ahlakını bozar . Bu nedenlerle der Rousseau , Montesquieu"ya atıf yaparak , erdem cumhuriyet yönetiminin ilkesi sayılmıştır . Bunlara ek olarak , demokrasi kadar iç savaşlara ve karışıklıklara açık başka bir yönetim daha yoktur Rousseau"ya göre , çünkü bu yönetim sürekli biçim değişikliklerine kayabilir , bu nedenle bu yönetimi korumak için sürekli uyanık kalmak ve çok yürekli olmak gerekir . Demokraside yurttaş her dakika kendi kendine "tehlikelerle dolu özgürlüğü , köleliğin rahatlığına tercih ederim" diyebilmelidir .
bb ) Aristokrasi : Bu yönetimde egemen toplumun yanında bir de hükümet vardır . Aristokrasi yönetiminde egemen varlık ile yönetim birbirinden ayrıdır . Genel iradenin yanı sıra , hükümet üyelerine özgü başka bir irade görülür . Her hükümet kendi iç örgütünü dilediği gibi düzenler ama , halka söz söylerken ancak üstün varlık adına konuşabilir . Aristokrasinin temeli , ilk toplumlarda aile başkanlarının kendi aralarında birleşerek kurdukları yönetimdir . Daha sonra toplumsal kurumları gelişmesi , yaş farkı gibi doğal eşitsizliğe dayanan bu yönetim biçimine bir değişiklik getirdi , zenginlik yaşlılığın yerini almaya başladı . Yöneticilerin atanması seçime bağlanınca , zenginlerin çoğunluğu ele geçirdikleri görüldü . Servetin babadan oğula kalmasıyla da soylular sınıfı ortaya çıktı , seçime başvurmadan iktidara doğrudan doğruya el koydu . Aristokrasi yönetimini üçe ayırabiliriz: Doğal aristokrasi , seçimli aristokrasi , babadan oğula geçen aristokrasi . [15]
Bu üç tür aristokrasiden şüphesiz en iyisi seçime dayanan aristokrasi olacaktır . Aristokrasi de yasama egemen gücün yani toplumun , yürütme ise bir azınlığındır . Bu yönetimde bilgiye , doğruluğa , tecrübeye önem ve değer verilir . Toplantılar daha kolay gerçekleştirilir , işler daha iyi tartışılır , daha dikkatli ve düzenli görülür , devletin dış ülkelerde temsili saygıdeğer ve yetenekli kişilerin elinde olur . Kısaca , bilge kişilerin kendi çıkarlarına göre değil de , toplum çıkarlarına uygun olarak toplumu yönetmesi en doğal ve en iyi düzen olacaktır .
Aristokrasi yönetimi için ülke çok büyük yada çok küçük olmamalıdır , orta büyüklükte olmalıdır , nüfusun da çoğunluk ve yoğunluk bakımından az yada fazla olmaması gerekir .
Bu yönetimde , zenginlerin ölçülü davranması , yoksulların da az ile yetinmeleri gereklidir . Bu yönetimde insanlar arasında mutlak bir eşitlikte aranmaz . Bazı servet eşitsizliklerinin olması da gerekli olabilir , yönetim , bu işlere vakit ayırabileceklere bırakılır , ancak bu varlıklıların her zaman üstün tutulması anlamına gelmez . Bazen yoksullar arasından da atama yapılarak , insanların değerinin zenginlikten başka kriterlerle de belirlenebileceği gösterilmelidir .
cc ) Monarşi : Monarşide egemen güç yasaları yapar ve tek kişi yasalara göre hükümet eder . Ancak bu yönetimde yönetici halkın mutluluğunu gözetmez ve yönetim gücü devletin zararına işler . Krallar kişisel çıkarlarını halkın yoksul ve güçsüz kalmasında görürler , halk güçsüz ve yoksul kalsın ki , kendisine karşı duramasın . . .
Büyük devletlerde uygulanabilecek olan monarşide , önemli görevlere yeteneksiz , bilgisiz , entrikacı , düzenbaz , aşağılık insanlar getirilir . Monarşilerin bir sorunu da hükümetin el değiştirmesidir . Kral ölünce , yeni bir kral seçmek gerektiğinde , kralın ölümü ile seçim arasında tehlikeli bir zaman boşluğu kalır . Bazı krallıklarda taht babadan oğula geçer biçime sokulmuştur ve kralın ölümü ile doğabilecek kavgalar önlenmek istenmiştir . Monarşi tutarsız bir yönetimdir , işler kralın ve çevresindekilerin keyfine , karakterine göre şu yada bu yönde iyi yada kötü gelişir .
dd ) En İyi Yönetim : Özgürlüğün her iklimde yetişen bir meyva olmadığını söyler Rousseau . Toplum hayatı kalmadı mı , özgürlük de kalmaz . Toplu yaşama ise , insanoğlunun yalnız kendi emeğiyle elde edeceğinden fazlasına toplum sayesinde kavuşmasına bağlıdır . Bunu sağlayan yönetim en iyi yönetim biçimi sayılır . Ama , bu durum ülkeye göre değişebilir . Gerçi , üretimin tüketime oranı iklime , bir takım doğal koşullara bağlıdır ama , hükümetler arasında da kimi çok , kimi az tüketicidir . Bir hükümet içinde genel giderler kaynakları ne kadar aşarsa , yurttaşların gücü de o kadar ağırlaşır . Bu yükü ölçerken , kişilerin ödedikleri vergilerin tutarından çok hangi ellere gittiklerini göz önünde bulundurmalıdır . Vergi olarak ödenen bir para , kısa zamanda gene mükellefin eline dönüyorsa , yük ağır sayılmaz . Buna karşılık , çıktığı ele dönemeyen , mükellefin yararına harcanmayan bir vergi , ne denli hafif olursa olsun , yurttaşa ağır gelir . Sürekli olarak ufak vergiler ödeyen bir kimse , karşılığında hiçbirşey kazanamazsa , günün birinde elde avuçta bir şey kalmadığını görür . Bundan bir takım sonuçlar çıkarıyor Rousseau : Bir kere vergilerin ağırlığı , halk ile yönetim arasındaki mesafeyle doğrudan doğruya orantılıdır . Bundan ötürü en hafif verginin demokrasilerde ödendiğini görürüz . Aristokraside bu yük daha ağırlaşır , krallıkta ise dayanılmaz bir hal alır . Şu halde , krallık zengin ulusların , aristokrasi orta hallilerin , demokrasi de küçük ve yoksul toplumların yönetimi olmalıdır .
Yönetimlerin hangisi en iyisidir? Bu sorunun çözümlenemiyeceğine inanıyor Rousseau . Ancak , bir takım belirtilere bakarak , bir ulusun iyi yönetilip yönetilmediğini anlayabiliriz diyor . Bu belirtilerin en önemlisi , düzenin sürekliliği ve kişilerin mutluluğudur . İnsanlar bu amaçları gerçekleştirmek için kendi aralarında siyasal bir ortaklık kurarlar . Kişilerin mutlu olup olmadıkları ise , nüfus artışından anlaşılır . Dışarıdan katılmaları bir yana bıraktığımız halde , yurttaş sayısının çoğaldığını görürsek , o ülkede iyi bir yönetim kurulduğuna inanabiliriz .
ee ) Yönetimlerin Bozulması : Bir devlet içinde değişikliğin kaynağı , hükümet iradesinin genel irade üzerindeki sürekli baskısıdır . Her yönetici , insan olarak bir takım doğal eğilimlerden kurtulamıyacağı için , kendi isteklerini toplumun isteklerinden üstün tutmaya kalkışır . Bunun sonucu olarak da yönetim biçimlerinin bozulduklarını görürüz . Yönetimlerin bozulma nedeni ikidir . Birisi , yönetim kadrosunun daralması , diğeri devletin dağılmasıdır . Hükümetin daralması , yönetici sayısının kısılması , yani demokrasiden aristokarsiye , aristokrasiden de krallığa geçilmesi demektir . Her hükümette böyle bir eğilim vardır . Devletin dağılması da iki türlü olur; Yöneticiler devleti yasalara göre yönetmemeye başladıkları gün , kendilerine verilen bir yetkiye değil , zorla ele geçirdikleri bir etkiye dayanmış olurlar . Yasalara uymadıklarına göre , toplum dağılmış , devlet içinde devlet kurulmuş , yani bir sıkışma olmuş demektir . Hiçbir iradesi kalmıyan halk karşısına bir zorbanın dikildiğini anlar . Bu durumda , artık genel iradeden söz açılamıyacağına göre , toplum sözleşmesi bozulmuş sayılır . . Dolayısıyla , halk yöneticiye uymak zorunluluğundan sıyrılır , doğal yaşama döneminin özgürlüklerini benimser . Genel iradeyle birlikte yasama kuvveti de ortadan kalkmış , siyasal toplum çökmüştür . Hükümet üyelerinin birlikte kullanmaya zorunlu bulundukları kuvveti , her üyenin tek başına ele geçirmesi de aynı duruma yol açar . Bu sefer de , hükümet üyesi sayısınca ayrı ayrı hükümetler kurulmuş , yasalara ve genel iradeye karşı gelinmiş demektir . Böyle bir devlet ya parçalanıp yok olur yada biçim değiştirir .
En iyi yönetim biçiminin bile zamanla bozulacağını söylüyor Rousseau . Siyasal düzen de , insanoğlu gibi , doğmasıyla birlikte ölüme doğru yol almaya başlar . Ne var ki , hayatını uzatmak insanoğlununelinde olmadığı halde , örgütü sağlam bir toplum uzun süre yaşayabilir . Diriliği , yasama kuvvetinin üstünlüğünü sağlamasına bağlıdır . [16]
II - ROUSSEAU"NUN GÖRÜŞLERİNDEKİ GERÇEKLİK PAYI :
1 - Gerek doğal yaşama hali ve gerekse ona dayanılarak açıklanan toplum sözleşmesi birer faraziyeden ibarettir . Yine tarihin bilinmeyen çok eski devirlerinde yapılmış olduğu farzedilen bu sözleşmenin - yapıldığı doğru olsa bile - bugün artık geçerliği olamazdı . Ayrıca bu noktaları Rousseau da aynen bizler gibi kabul ediyor fakat , feodaliteye , kiliseye , sosyal sınıflara , zulme dayalı olarak kabul ettiği zamanının mutlak monarşisini yıkıp yerine , demokrasiyi getirmek için bu faraziyeleri basamak yapıyordu .
2 - Bazı tereddütlere rağmen Rousseau milli egemenlik teorisini savunmuştur . Fakat bu konudaki görüşlerde ittifak yoktur . Burdeau Rousseau"nun genel iradeyle , toplumu meydana getiren bireylerin iradesini birbirinden ayırmakla , halkın iradesi konusunda çeşitli sosyolojik görüşlerin gelişmesine yol açtığını ileri sürmektedir . Halk egemenliği , bir başka deyişle halkın iradesi , basit matematik bir işlemle ortaya konulamadığı anda , çeşitli açıklama yolları ortaya çıkmış , böylece halk iradesi , Burdeau"nun deyimiyle , siyasi kavgaların ortasında rengi pek belli olmayan bir bayrak haline gelmiştir . Nitekim Rousseau"nun , milli egemenlik kuramının da kurucusu sayılmasına yol açan husus , genel iradenin , toplumu meydana getiren bireylerin iradesinden ayrı ve ona üstün olduğunu ileri sürmek zorunda kalmasıdır . İşte Rousseau"nun , genel iradenin toplum içinde yaşayan bireylerin iradelerinden ayrı olduğu iddiasıyla , halk egemenliği anlayışının sakatlandığı ileri sürülmüş ve buradan hareketle -genel irade vatandaşların iradesinin toplamı olmadığına göre- bireylerin iradelerinin dışında bir milli iradenin varlığı iddia edilmiştir . Ayrıca Rousseau"nun savunduğu iktidarın bölünmezliği ilkesi de bu iddiayı desteklemektedir . Böylece halk egemenliği yanında , milli egemenlik kuramının kurucusu da Rousseau sayılmıştır . [17]
3 - Rousseau milli egemenlik kuramını savunmasına rağmen onun bir sonucu olarak kabul edilen temsili demokrasiyi kabul etmez ve doğrudan demokrasiyi bir mecburiyet olarak kabul eder . Ona göre egemenliğin devri mümkün olmadığı gibi , kullanılmasının devri de mümkün değildir . Çünkü egemenlik ve onun kullanılması genel irade ve genel iradenin açıklanmasından ibarettir . Genel iradenin ise devri imkansızdır . İngiliz halkı kendini hür zannetmektedir , ama hakikatte O sadece temsilcileri seçerken hür olup seçimden sonra köle durumuna düşmektedir .
Bugün hiçbir düşünür doğrudan demokrasi lehinde görüşe sahip değildir . Artık bugün hatta Rouseau"nun yaşadığı devirde devletleri küçültmek imkanı olmadığına göre , bu sistemin savunulmasına da imkan olamaz . Uygulamada İsviçre"nin iki kantonu hariç doğrudan demokrasiyi uygulayan devlet bulunmamaktadır . Aynı şekilde temsili rejimin bir sanucu olan siyasi partiler de Rousseau"nun reddine rağmen demokratik siyasi hayatın "vazgeçilmez unsurları" haline gelmişlerdir . Bugün demokrasiler doğrudan demokrasi değil ama yarı doğrudan demokrasiye yönelmişlerdir .
Rousseau çoğunluğun kararını , genel iradenin açıklanması sayıyor , genel iradeyi şaşmaz kabul ediyor . Burada azınlığın durumu Rousseau"nun eleştirilmesi gereken bir yanıdır . Bu görüşü ile akıl sahibi vatandaşların mutlak eşitliğini savunmasına rağmen bir tezata düşmektedir . Rousseau burada çoğunluğa başvurmakla hata etmez . Çünkü , her konuda bütün halkın ittifakının sağlanamıyacağı herkesçe kabul ediyor . Ancak çoğunluğun kanaat ve kararını mutlak gerçek olarak kabul etmekle hataya düşüyor . Aksinin de doğru olabileceğini , bu itibarla azınlığın da bazı haklara sahip kılınmasını kabul etmemekle de; önce savunmuş bulunduğu eşitlik ilkesinden ayrılarak tezata düşüyor . Ferdin "özgürlüğe zorlan"ırken , özgürlüğünden edildiğini farketmemişe benziyor . Eğer kişi , kendi payına düşen oranda egemen ise , azınlığın çoğunluğa tabiyeti açıklanamaz . Daha doğrusu azınlığın çoğunluğa boyun eğmesi kabul edilince bireyin egemen olmadığı sonucuna varmak gerekir . Aynı eleştiriyi Rousseau da kendi kendine yapmış ve bir cevap bulmaya çalışmıştır . Bilindiği gibi , eğer diyecektir Rousseau , sosyal sözleşme varsayımı kabul edilirse kişinin çoğunluğun iradesine boyun eğmesi ile özgür ve egemen sayılması arasında bir çelişki doğmaz . Çünkü bireyler sosyal sözleşme ile çoğunluğun iradesini kabul etmişlerdir . Kişi tüm yasaları , kendinin muhalif kaldığı yasaları da kabul etmiş , çoğunluk iradesini benimsemeyi göze almıştır . Bu nedenle çoğunluğun hakim olması halinde de yine birey , egemenliğinden bir şey kaybetmeyecektir . Ne var ki bu savunma , pek güçlü bir savunma olmayacaktır . Birey kayıtsız ve koşulsuz genel iradeye boyun eğecektir , malı , hakları ve hatta hayatı genel iradeye yani çoğunluğun iradesine yani devlete tabii olacaktır . Rousseau"nun öngördüğü bu sistem bireyin tümüyle devlete tabii olduğu ve kişinin devlet tarafından yutulduğu bir sistemdir . [18]
Rousseau"nun benimsediği , doğrudan demokrasi ve egemenliğin kullanılmasının devredilemeyeceği konusundaki görüşlerinin bir sonucu sayılabilen; yürütme ve yargı kuvvetini de yasama kuvvetine bağlı kabul etmesinin de eleştirilmesi gerekir . Rousseau her ne kadar kuvvetler ayrılığını benimsemese de , yürütme ve yargı hizmetlerinin ayrı organlar tarafından görülmesini zaruri görür . Rousseau; " . . . Yasama faaliyeti içinde halk temsil edilemez; fakat yürütme faaliyeti içinde temsil edilebilir ve edilmelidir , çünkü icra faaliyeti kuvvetin kanuna tatbikidir . . . " der . Yargı görevi de uzman kimselere verilmelidir . Rousseau kuvvetler ayrılığını kabul etmemekle beraber fonksiyonların ayrı organlar tarafından ifasını teklif etmektedir . Ne var ki , icra ve yargı görevi ve organları , yasama görevi ve organına bağlı bulunmaktadır . [19]
4 - Hak ve hürriyetler konusunda Rousseau , ferdiyetçi , liberal ve demokratik görüşün 18 . yüzyılda en hararetli savunucusu olmuştur . Rousseau eşitlik üzerinde; özgürlüğün ve önerdiği demokratik sistemin zaruri şartı olarak durup , toprağın; feodal aristokratlardan alınarak dağıtılmasını şiddetle savunmuş ve bu suretle mülkiyet hakkını işlemiştir . Bunun önemi ihtilalden sonra 1848 ihtilaline kadar solcu çevrelerin Rousseau"yu kendilerine mesnet yapmalarında görülür .
B - ROUSSEAU"NUN GÖRÜŞLERİNİN ETKİLERİ :
Rousseau"nun görüşleri ile ilgili değişik değerlendirmeler yapılmıştır . Bzaılarına göre Rousseau bir devrimcidir . 1789 Devriminin fikir kaynağını oluşturmuştur , diğer bazılarına göre ise , Rousseau"nun Fransız Devrimine hiçbir etkisi ve katkısı olmadığı gibi siyasal bir doktrini de yoktur . Diğer bazıları "Rousseau"nun düşüncesi devrimcidir ama , kendisi devrimci değildir" demişlerdir . Diğer bazılarına göre ise , Rousseau mutlakiyetin savunucusudur .
Ne var ki , Rousseau incelenirken , çoğunlukla eserlerindeki görüşleri değil de , daha sonraki dönemlerdeki etkisi ele alınır ve değerlendirilir . Öte yandan Rousseau"nun siyasal görüşleri ile Cenevre"nin siyasal yapısı arasında bağlantı kurulmak istenmiştir , ancak Rousseau"nun "Sosyal Sözleşme" eserini yazdığı zaman Cenevre"nin siyasal düzeninden habersiz olduğunu kanıtlayan eserler de vardır .
Bir görüş Rousseau"yu liberal bireyciliğin yani klasik demokrasinin öncüsü olarak görmektedir . Buna göre Rousseau , sosyal sözleşme görüşü ile siyasal iktidarların insanlar üzerindeki otoritesini rasyonel bir temele dayandırmıştır . Toplum kaynağını insanların iradesinde bulmaktadır , insanların toplumdan önce haklara sahip oldukları kabul edilmektedir . Toplumun varlık nedeni de insanların sahip olduğu bu hakların korunmasıdır . Bir iktidar bu haklara saygı göstermediği taktirde , emretme gücünü kaybeder ve kişilerden kendisine itaat etmelerini istiyemez . İşte sosyal sözleşmenin bu ilkeleri daha sonraları Fransız ve Amerikan devrimlerinde benimsenecek ve geliştirilecek olan insan hakları teorisinin temel ilkelerini oluşturmuştur .
Klasik demokrasinin temel ilkelerinden olan "egemenlik halktadır" ilkesinin de kaynağının yine Rousseau olduğu ileri sürülmüştür . Egemenlik toplumun tümüne aittir ve egemenliğin tek kaynağı toplumdur .
Rousseau"nun düşüncesinin uzun süre etkili olmasının ve canlılığını koruyabilmesinin nedeni olarak da , onun eşitlik düşüncesine verdiği önem gösterilmiştir . Rousseau insanlar arasında tam ve mükemmel bir eşitlik öngörmüş ve sosyal bütünün üstün gücü ile kişilerin özgürlüğünü bir madalyonun iki yüzü olarak görmüştür . Demokrasinin ruhunun eşitlik olduğunun kabul edildiğinde , mükemmel eşitlik mükemmel demokrasiye götürecektir , birey ile toplum arasındaki çelişkiyi de çözümleyecektir . Bu açıdan Rousseau"nun eşitlik ilkesini , düşüncesinin temeli yapması onu marxist görüşe yaklaştırdığı ileri sürülmüştür . Rousseau eşitliği hukuki eşitlik olarak değerlendirmiş ve hak eşitliğini savunmuştur , buna karşılık marxisme eşitliği sosyal ekonomik eşitlik olarak değerlendirmiştir . Bu nedenle ayrıcalıkların kaldırılmasını amaç alan Rousseau ile sınıfların kaldırılmasını savunan Marx"ın temeldeki düşüncelerinin aynı olduğu noktası üzerinde durulmuştur .
I - ROUSSEAU"NUN FRANSIZ İHTİLALİNE ETKİSİ :
Rousseau"nun eserlerini vermeye başlamasından önce ( 1750 ) Fransa; pozitif ve teorik gelişmelerin etkisi altında sosyal ve siyasi bir bunalım içindeydi . Aydınlık çağın diğer düşünürleri özellikle Voltaire , Diderot ve Montesquieu eserlerini vermişler , her ne kadar mevcut düzenin ıslahı için çalışıyorlarsa da , Fransa"nın siyasi hayatını sarsmışlar , yavaş yavaş cemiyetin felsefi zihniyetinin değişmesini hazırlamışlardır . Aynı zamanda bu devirde burjuvazinin her iki sınıfı da ortaya çıkmış ve bilinçlenmeye başlamıştı . Bu arada halk içinde muhafazakar ve devrimci gruplar doğmaya başlamıştı .
Rousseau , bu ortamda yetişmiş ve sosyal ve siyasi buhranların başlaması zamanlarında eserlerini vermeye başlamıştır . Rousseau"nun ferdiyetçi , liberal ve demokratik görüşler bakımından diğer düşünürlerden çok farkı olmadığını , fakat meseleleri ele alış ve halka sunuş bakımından oldukça değişik bir düşünür olduğunu , bu sebeple bu teoriyi ( ferdiyetçi , liberal ve demokratik teoriyi ) halka malettiğini biliyoruz .
Rousseau"nun ihtilale etkisini iki şekilde incelemek mümkündür .
1 - Rousseau"nun görüşleri ile ihtilale etkisi :
Kullandığı uslup dolayısıyla eserlerinin zevkle okunması , geniş halk kitlelerinin; savunduğu demokratik görüşleri benimsemesine yol açmıştır . Yani Fransız halkının zaten değişmekte olan felsefi zihniyetini bu suretle daha kısa zamanda değiştirme imkanını bulmuştur .
İhtilale giden dönemde şehirlerde yüksek ve orta ( küçük ) burjuvazi ortaya çıkmış ve bilinçlenmeye başlamıştı . Yalnız orta burjuvazi kararsız , gelecek için programsızdı . Ne yapmak durumunda olduğunu bilmiyordu . Üstelik bu kitle şehirlerdeki nüfusun çok büyük bir kısmını teşkil ediyordu . Rousseau bu geniş kitleye ideoloji verdi ve bunları da hızla ihtilale doğru kanalize etti .
Rousseau"nun toprağın feodal aristokratlardan alınıp topraksız halka dağıtılmasını savunması da O"nun görüşlerinin benimsenmesinde ve kitlelerin ihtilale sürüklenmesinde etkili oldu .
Nihayet Rousseau bütün bunlara ek olarak fikirlerini kendisi kadar hararetle savunan ve halka maletmiye çalışan; Marat , Robespiérre , Saint-Just gibi ateşli devrimcilerin de yetişmesini sağladı . Böylece Rousseau ihtilalcileri de yetiştiren bir düşünür olarak görünmektedir . [20]
2 - Rousseau"nun metodu ve üslubu ile etkisi :
Rousseau"nun en etkili yönü burasıdır . J-L Lecercle şöyle diyor : "Rousseau"nun ihtilale etkisi sadece fikirleriyle izah edilemez , fakat onun kalplere ilham veren stili ile de izah edilebilir . Fikirle birlikte ateşli söyleyiş ihtilalin hazırlanmasında yeni bir safha teşkil eder . " Aynı şekilde M . İbanez "La Democratie Moderne" adlı eserinde Rousseau hakkında şöyle söylüyor : " . . . Biz insanlığın mukadderatı üzerinde en büyük ve en çabuk etki yapan kimsenin Rousseau olduğunu düşünüyoruz . . . Yalnız aşırı , ateşli ve görünüşte yeni doktrinler; fikirleri çelmek ve kitleleri sürüklemek özelliğine sahiptirler . İşte Rousseau"nun eserlerinin . . . kadınlar dahil bütün dünyanın tutkusu olmasını açıklayan sebep . . . " Paul Janet de; Rousseau"nun ekolünün ihtilal ve inkılaptan ibaret olduğunu , söylüyor ve "Contrat Social" 1764"ten 1789"a kadar her gün tesirini gösterdi . Denilebilir ki ihtilali bu eser yapmıştır . Kurucu meclisin münakaşa ve müzakerelerinde onun dili hakimdir . Düşünceler , sözler ve formüller Rousseau"nundur . Ve birçok pasajlar Contrat Social"dan alınmıştır . " diyor . Bu sebeplerden dolayıdır ki A . K . Yörük Contrat Social için "Dünyayı altüst eden eser" diyor . Kısacası denilebilir ki 1789 İhtilali Rousseau"nun eseridir , veya en büyük etkenlerinden biri Rousseau"dur . Sadece şu etkisi ile Rousseau demokrasiye özellikle Fransız demokrasisine çok şey vermiştir .
II - İHTİLALDEN SONRAKİ DEMOKRATİK SİSTEME ETKİSİ :
Rousseau"nun ihtilalden sonra etkisi sadece sistem üzerinde olmamış aynı zamanda ve belki ondan daha fazla fikirler üzerinde olmuştur . Yani Rousseau teori üzerinde etkisini uzun zaman sürdürmekle beraber , bu asra kadar görülmemiş bir işi de başarmış , doktrininin uygulamaya intikal ederek bir siyasi sistemin unsurları arasına girmesini sağlamıştır .
1 - Rousseau"nun demokrasi teorisine etkisi :
Rousseau uzun zaman fikirler üzerinde etki yapmış ve bu suretle , görüşlerinin daima yaşamasını ve hatta her yeni sistem değişikliği sırasında bilhassa Fransa"da teklif edilen bir alternatif olmasını sağlamıştır . Bundan başka Rousseau , teoride iki bakımdan daha etkilidir ve etkili olmaya devam edecektir .
Bir kere görüşleri her devrin demokratik fikirleri üzerinde besleyici bir kaynak niteliğindedir . Demokrasi denilince akla gelen ve demokrasinin en büyük nazariyecisi olduğu kabul edilen bir kimse , herhalde bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da yaşayacaktır .
İkinci olarak; Rousseau savunduğu mutlak eşitlik , toprak mülkiyeti ve doğrudan demokrasi fikirleri ile Karl Marx"a kadar bütün solcu ve sosyal demokrasicilerin ilham aldıkları kimse olmuştur .
2 - Rousseau"nun yeni demokratik sisteme etkisi :
Bu etkiler iki gurup altında incelenebilir .
a ) Rousseau"nun fert hak ve hürriyetleri yönünden demokratik sisteme etkisi :
Kaynaklar bu konuda ittifak halindedirler . Rousseau; ihtilalden sonra kurulan demokrasi anayasalarının , felsefesini ve iktidarın sınırını teşkil eden ve birbirinin tekrarı şeklinde bulunan haklar beyannamesine bu konudaki bütün teklifleriyle girmiştir . A . Fuat Başgil şöyle diyor : " 1789 İnsan ve Yurttaş hakları bildirisinin 2 . maddesi <Her siyasi cemiyetin gayesi insanın tabii haklarını himayedir . > . . . bu madde 18 . yüzyılın mesela Rousseau gibi tabii hukukçuların düşüncelerine tercüman olmakta ve asırlar içinde olgunlaşan tabii hak ve kanun fikrini en güzel şekilde belirtmekte idi . " Devletin korumak mecburiyetinde olduğu , Rousseau"nun etkisi ile insan ve yurttaş hakları bildirilerine giren tabii haklar şunlardır :
- Hürriyet , - Mülkiyet , - Güvenlik , - Baskıya karşı direnme , - Eşitlik .
Burada bildirinin Rousseau"dan ayrıldığı tek husus; kanunların bazen gayri adil olacağını düşünerek baskıya karşı direnme hakkını kabul etmiş olmasıdır . Oysaki Rousseau çoğunluğun iradesi olan genel iradenin şaşmazlığını kabul etmiş ve direnme hakkı diye bir şey tanımamıştır .
Öte yandan Rousseau"ya göre "Her kanunun düzenlenmesinin amacı , eşitlik ve özgürlüğün sağlanmasıdır" Bu görüş bildirilere "siyasi iktidar bu hakları ortadan kaldıramaz , onlara dokunamaz . . . " şeklindeki bir anlayışla geçmiştir . Böylece ferdiyetçi doktrinin devlet iktidarını bu tabii haklarla sınırlaması amacı gerçekleşmeye başlamıştır . Hukuk devleti yolunda adımlar da bu suretle atılmaya başlamıştır . Böylece Rousseau"nun , istediği halde , "genel irade şaşmaz" diye gerçekleştiremediği ferdin hak ve hürriyetleri teminat altına alınıyordu .
Bir de; Rousseau"nun sosyal haklar yönünden etkisinin olup olmadığını araştırmak gerekir . Rousseau"nun her bakımdan mutlak eşitlik ilkesini savunması; bilhassa 1848"e kadar sosyal demokrasi ve sosyal haklar teorisi üzerinde çalışan düşünürlerin daima O"na dayanmaları sonucunu doğurmuştur . Ancak denilebilir ki , zamanında sosyal ve iktisadi eşitlik şuuru doğmamış bulunduğu için Rousseau"da "her bakımdan mutlak eşitlik" terimi ile ancak hukuki eşitliği kastetmiş olabilir .
b ) Rousseau"nun ihtilalden sonra gerçekleşen demokratik sisteme etkisi :
Bu konularda Rousseau"nun etkisi pek gözle görünmez . Bunun iki sebebi vardır . Birincisi; ihtilalden sonra yapılan anayasalar , çok çabuk değişmekte ve bu suretle adeta hangi sistemin gerçekleştirmek istendiği pek tesbit edilememektedir .
İkincisi de , temsili sistemin benimsenmesi , Rousseau"nun reddedilmesi veya ondan uzaklaşma olarak nitelendirilmiştir .
Esasen Rousseau bu konuda da reddedilmemiştir . Taraftarları pek çoktur . [21] P . Janet"in dediği gibi; "kurucu meclisin müzakerelerinde onun dili hakimdir , düşünceler , sözler , formüller Rousseau"nundur . Ve birçok pasaj Contrat Social"dan alınmıştır . " Rousseau"nun demokrasi fikri kabul edilmiştir . Bu demokrasinin ruhu da onun görüşlerinden oluşmuştur . Ama demokrasi şekli olarak Rousseau"nun teklif ettiği doğrudan demokrasi şekli değil fakat temsili demokrasi kabul edilmiştir . Yani Rousseau"nun "halk idaresi" teklifi kabul edilmiş "bizzat halk tarafından" teklifi kabul edilmemiştir .
Ayrıca Rousseau"nun teklif ettiği başkansız devlet teklifi de gerek teoride gerek tatbikatta yaşatılmak istenmiş , ama neticede başkansız devlet olamıyacağı sonucuna varılmıştır . İhtilalden sonra Montesquieu"nun tesiriyle kabul edilen kuvvetler ayrılığı prensibine ise , -bilhassa fonksiyonların yerine getirilmesi bakımından- Rousseau"nun fazla itirazı yoktu .
Başlangıçta seçim hakkının zaman zaman sınırlanmasına bazı anayasalarda yer verilmiş , bu bakımdan Rousseau"dan ayrılma olmuş , eşitlik ilkesi zedelenmiştir .
Netice olarak denilebilr ki , Aydınlık çağın bu kadar düşünürü arasında yalnız birinin bütün görüşlerinin olduğu gibi alınması zaten düşünülemezdi . O"nun düşüncelerinin aynen kopye edilmesi değil , fakat sadece tesiri , ama ne derece tesir ettiği sözkonusu olabilirdi .
III - GÜNÜMÜZ DEMOKRASİLERİNİN ROUSSEAU"DAN ALDIKLARI PRENSİPLER :
Rousseau"nun düşündüğü; menfaatinden çok , akıl gücünün etkisi altında olan vatandaşlar; o zaman hukuki eşitlikle yetiniyorlardı . Ama bugün o vatandaşın yerine çıkarından başka düşüncesi olmıyan "toplum içi insanı" geçmiştir . ( Burdeau ) Bu toplum içi insanı , sadece hak ve hürriyetlerin anayasalarda tanınması ile yetinmemekte , bu hak ve hürriyetlerden faydalanabilmesi için gerekli şartların ve imkanların sağlanmasını da istemektedir . Devlet de , bu isteklere cevap vermek mecburiyetini duymuş , ferde talep ettiği bu sosyal ve ekonomik hak , özgürlük ve imkanları sağlamayı üzerine almış , fakat bu sorumluluk yanında; bir yandan girişimci gibi iktisadi sahada teşebbüse girişirken öte yandan aşırı liberalizmin sakıncalarını ortadan kaldırmak için bazı müdahelelerde bulunma yetkileriyle donatılmıştır . [22] Böylece 1848"de teori sahasında ağırlık kazanmaya başlıyan sosyal haklar ve sosyal demokrasi , nihayet İkinci Dünya Savaşı sonrasında , hemen bütün devletlerin anayasalarında benimsenerek tamamen gerçekleştirilmiştir .
Bu gelişmelerle birlikte , bir yandan siyasi demokrasi sosyal bir karaktere bürünürken , öte yandan da aynı demokrasi klasik diye vasıflandırılan ilk şeklinden uzaklaşmış , realist veya Burdeau"nun deyimi ile "yöneten demokrasi" karakterini kazanmıştır . Bu suretle anayasalarda bir değişiklik yapılmadığı halde , belki seçime katılan seçmenlerden çok daha fazla , siyasi iktidar üzerinde etkili bulunan , adlarına "fiili iktidarlar" denilen menfaat ve baskı grupları ve kamu oyu teşekkül etmiştir . [23]
Bir de bütün bunlara ek olarak; Rousseau"ya rağmen temsili rejimin benimsenmesini , emredici vekaletin kabul edilmeyip seçmenlerine karşı bağımsız , hiçbir sorumluluk tanımıyan yeni temsil anlayışı kabul edilmiştir .
1 - Modern demokrasiler :
Kelsen; temsili rejimi kabul etmekle ve partileri zaruri görmekle beraber , demokrasiyi; "iktidarı elinde tutanlara tabi olanların , idare edenlerle edilenlerin aynı olduğunu" dolayısıyla , Rousseau"nun demokrasi tarifinin bugün de geçerli olduğunu kabul ediyor .
Bu son gelişmeler karşısında; demokrasiyi "halk tarafından , halkın hükümeti" yapabilmenin imkanları araştırılmış ve Kubalı"nın "yarı temsili" , birçoklarının ise "yarı doğrudan" dedikleri demokrasi şekline geçilmiştir . Bu yarı doğrudan demokrasiyi gerçekleştirmek için zaruri unsurlar olarak getirilen müesseler şöyle sıralanabilir Kelsen"e göre :
- Refarandum ve plebisit usulleri ,
- Halk teşebbüsü ,
- Millet vekillerinin dokunulmazlığı ,
- Millet vekillerinin seçmenlere karşı mesuliyeti; Millet vekilliği sıfatının kaybedilmesi ve marksist demokrasilerde azil hakkı ,
- Nisbi temsil usülü , millet vekillerinin tekrar seçilebilmeleri ,
- Hürriyet ve halk egemenliği anlayışına dayalı parlamento ,
- Çift meclis , milli ve mesleki temsil usulleri vs .
Bütün bu müessese ve prensipler , Rousseau"nun etkisiyle olmasa bile onun doğrudan demokraside ısrarında haklı olduğunun kabulüdür . Rousseau bugün ihtilalin sonrasında olduğundan daha fazla kabul ve onay görmüştür . [24]
2 - Otariter ve totaliter devletler :
Bu devletlerde her ne kadar hak ve hürriyetler mevcut gibi görünüyorsa da; ferdin doğuştan hak ve hürriyetleri kabul edilmez , toplum sayesinde varlık ve değer kazandığı kabul edilir .
Otoriter ve totaliter toplumlarda , fertler arasında eşitlik değil hiyerarşi vardır . Toplumun menfaati fertlerin menfaatine üstün olduğundan , fert için önce mensup olduğu sosyal sınıfın meslek ve hizmet disiplini ve onun üstünde de devlet otoritesi ve disiplini vardır .
Rousseau hürriyet ve eşitlik üzerinde çok titiz olduğu gibi , bütün demokrasilerde , hürriyet ve eşitlik iki temel şart olarak kabul edilir . Bu sebepten Kelsen otoriter ve totaliter devletlerin her iki çeşidini de; "demokrasiye karşı çıkan devletler" olarak nitelendirmektedir . Bu böyle olmakla beraber bu grup altında toplanan faşist ve sosyalist-komünist devletler kendilerine demokrasi adını vermektedirler . Hatta sosyalist devletler Rousseau"nun doğrudan demokrasisine yaklaşmak için -sözde- halka bütün hak ve hürriyetleri sağlamak ve eşiltiği gerçekleştirme vadinde bulunmuşlar , bu hak ve hürriyetleri anayasalarına da koymuşlardır . Bu devletlerde seçim hakkı da fertlere değil mensup bulundukları sosyal sınıflara , hem de sadece bunların idarecilerine tanınmaktadır . Gerçek halkın doğrudan demokrasi ile idaresini hedef alan komünizm bu suretle hiyerarşik meclislerden meydana gelen bir siyasi sisteme varmış , değil doğrudan demokrasiye parlamentolu demokrasiye bile varamamıştır . Faşizm ise nihayet tek iktidar partisi olan faşist partisinin hazırladığı listelerin halk tarafından kabulüne varan bir sistemi gerçekleştirmiştir .
Sosyalist sistem taraftarları Rousseau"yu kendilerinin öncülerinden kabul ettiklerini söyliyerek , Rousseau"nun , bu sistem ( sosyalist devletler ) üzerinde de etkisini sürdürdüğü söylenebilir . [25]
SONUÇ :
Rousseau"da kendinden önceki veya çağdaşı bulunan düşünürler gibi felsefi ve teorik gelişme zincirinin bir halkasıdır . Ama düşünceleriyle olduğu kadar , kullandığı uslüp ve ifade ile ferdiyetçi , liberal ve demokratik görüş taraftarı hemfikirlerinden ayrılır . Doğup büyüdüğü sosyal ve siyasi ortam , beslendiği teorik kaynaklar , meydana getirdiği derli toplu eserleri ve bu eserlerin , zihniyeti değişmeye başlamış bulunan halk tarafından , sözü edilen sosyal ve siyasi bunalım devrinde çok okunması gibi hususlar başarısının önemli sebeplerini oluşturur .
Rousseau , ihtilale olduğu kadar , ihtilalden sonra gerçekleştirilen demokratik sisteme , hem de günümüze kadar etkili olan bir düşünürdür .
Fert hak ve hürriyetleri konusundaki teklifleri tamamen yeni anayasaların başında , onların maddeleri halinde kabul edilen "insan ve yurttaş hakları bildirilerine" girmiş , demokrasi kabul edilmekle beraber temsili demokrasi kabul edilerek Rousseau"dan ayrılma olmuştur .
Demokrasi teorisi üzerinde Rousseau bu güne kadar olduğu gibi bundan böyle de etkisini sürdürecektir .
[1] Erdinç , Tahsin: Jean Jaques Rousseau , Görüşleri ve Demokratik Sistem Üzerindeki Etkileri s . 6
[2] Ebenstein , William: Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri s . 197
[3] Ebenstein , William: a . g . e , s . 199
[4] Tanilli , Server: Voltaire ve Aydınlanma , s . 205
[5] Erdinç , Tahsin: a . g . e , s . 10
[6] Ebenstein , William: a . g . e , s . 201
[7] Akın , İlhan: Kamu Hukuku , Devlet Doktrinleri , Temel Hak ve Özgürlükler , s . 158
[8] Erdinç , Tahsin: a . g . e , s . 12
[9] Tanilli , Server: a . g . e , s . 227
[10] Göze , Ayferi: Siyasi Düşünceler ve Yönetimler , s . 202
[11] Göze , Ayferi: a . g . e , s . 204
[12] Erdinç , Tahsin: a . g . e , s . 20
[13] Erdinç , Tahsin: a . g . e , s . 22
[14] Göze , Ayferi : a . g . e , s . 208
[15] Akın , İlhan : Kamu Hukuku , Devlet Doktrinleri , Temel Hak ve Özgürlükler , s . 170
[16]Akın , İlhan : Kamu Hukuku , Devlet Doktrinleri , Temel Hak ve Özgürlükler , s . 173
[17] Sarıca , Murat : 100 Soruda Siyasi Düşünce Tarihi , s . 88
[18] Göze , Ayferi : a . g . e . , s . 213
[19] Erdinç , Tahsin : a . g . e . , s . 26
[20] Erdinç , Tahsin : a . g . e . , s . 29
[21] Erdinç , Tahsin : a . g . e . , s . 34
[22] Akın , İlhan : a . g . e . , s . 67-73
[23] Erdinç , Tahsin : a . g . e . , s . 35
[24] Erdinç , Tahsin : a . g . e . , s . 36
[25] Erdinç , Tahsin : a . g . e . , s . 38