FELSEFİ DÜNYA GÖRÜŞÜ
Scheler , insanı tanımak ve açıklamak iddiasındaki yaklaşımların çoğunu “yetersiz ve dar” bulur . Bütün çabasını , insanın “kozmostaki özel yerini gösterme”ye , onun diğer canlılardan “apayrı” bir varlık olduğunu kanıtlamaya yönelir .
Ona göre , insan , bir “nesne” ya da “şey” değil; “geistle” ( ruhsallıkla ) donanmış bir mikrokosmos-küçük evren'dir . Bir başka deyişiyle , makrokosmosu temsil eden bir varlıktır .
Bu özelliği insanı , “kendi başına varlık ( ensoi ) 'la ( tanrıyla ) benzer kılar; Onun diğer canlılardan “apayrı”lığını oluşturur: Sahip olduğu geist sayesinde biyolojik yanından kurtulur , “otonom bir varlık” olur . Bu nedenle , diğer canlılarla insan arasında bir derece farkı değil , bir nitelik ( mahiyet ) farkı vardır .
Scheler , aşağıdaki metinde , “psi-kolojinin bile araştırma konusu yapamayacağı” geist'in varlığını ( özel varlık alanını ) belirterek insanın sahip olduğu imkana dikkat çekiyor o , bu açıdan felsefi antropolojinin bir numaralı temsilcisi durumundadır .
“Yığın hiç bir zaman filozof olamaz . ” Platon'un bu sözü bugün de geçerlidir . Çoğu insanlar dünya görüşlerini dinsel veya herhangi başka bir gelenek yoluyla edinirler . oysa felsefi bir dünya görüşünü amaçlayan kimse , kendi aklına dayanma cesaretini göstermelidir . O , alışılagelen bütün kanıları kuşkuyla karşılamak ve kendi kişiliğince açık seçik ve temellendirilebilir olmayan hiçbir düşünceyi kabullenmemek zorundadır . Gerçi felsefe her zaman üstün bir düşünür kişiliğinin çevresinde toplanan seçkinlerin işi olmuştur , fakat felsefi dünya görüşü hiçbir zaman insanlık tarihinin gidişi üzerinde etkisiz kalmaz . Bütün tarih aslıda seçkinlerin ve onları izleyenlerin bir ürünüdür . felsefi seçkinler zümresinin etkileyici gücüne örnek Platon ve Aristoteles'in kilise üzerindeki; Kant , Fichte , Schelling ve Hegel'in özgürlük savaşları Almanya'sında politika , askerlik , edebiyat ve eğitim alanındaki etkileridir .
Kısa bir süre öncesine kadar Alman felsefesi özellikle akademik felsefe bir dünya görüşünün ortaya konulmasından vazgeçmişti . Akademik felsefe yıllarca pozitif bilimlerin yalnızca bir hizmetçisi olmak ve bunların yöntem ve amaçlarını incelemekle yetindi . Böylece 19 . yüzyılın son çeyreğinde felsefi araştırmalar bilgi kuramı ile deneysel psikoloji çerçevesi içinde kapalı kaldı . Oysa felsefe ne bir dinin ne de bilimlerin hizmetçisi olabilir .
Bu görüş ışığında felsefe son yıllarda niteliği ve amaçları bakımından derin bir değişikliğe uğradı . Felsefe uzun çabalar sonucunda “metafizik” denilen problemleri belli bir çözüme götürmek için , pozitif bilimlerin önderliği altında değil , ama onlarla iş birliği içinde , yeniden temelli ve kesin yöntemler kazandı . Metafiziğin her türünü reddeden üç büyük düşünce akımı pozitivizm , Yeni Kantçılık ve historizm ( tarihselcilik ) günümüzde geniş ölçüde etkisini yitirdi . Pozitivizm gerek varlık gerekse bilgi formlarını duyu verilerinden türetti ve bütün metafizik sorular ile bu sorulara verilen cevapların anlamsız olduğunu , ( Ernst Mach , Avenarius ) . Günümüzdeki Kant araştırmalarınca Kant'ı hemen hemen tümüyle yanlış anladığı belirtilen Yeni Kantçılık gerçi metafizik problemleri insan aklının kalıcı problemleri olarak gördü , gerek felsefi bütün dünya görüşleri değişen tarihsel ve toplumsal yaşam koşullarının birer anlatım biçimiydi ( Karl Marx , Dilthey , O . Spengler ) . Bu üç düşünce akımının metafizik karşısındaki olumsuz tavrı günümüzde artık geçerli bir tavır olmaktan çıkmıştır .
Fakat asıl gerekli olan bu tavrın geçersizliğini kanıtlamak değil , yeni , olumlu bir düşünceyi ortaya koymaktır . İnsan istediği gibi metafizik bir düşünce kurma yada kurmama özgürlüğüne sahip değildir . Metafizik düşünce , kendi başına olan , varlığını yalnız kendisinden alan ve bütün diğer var olanların kendisine bağlı olduğu , insanın ve dünyanın temeli olan şey üzerindeki düşüncedir . İnsan , bilinçli veya bilinçsiz , kendi çabası veya gelenek aracılığı ile her zaman böyle bir düşünceyi , böyle bir duyguyu zorunlu olarak kendisinde taşır . O mutlak olan üzerinde ancak iyi ve akla uygun yada kötü ve akla aykırı bir düşünce kurma özgürlüğüne sahiptir . Kendi bilinci önünde mutlak bir varlık alanının bulunması insana özgü bir niteliktir . Bu alanın bilincini insan kasıtlı olarak arka plana iterek , dünyanın duyusal kabuğuna yapışabilir . Bununla insandaki manevi kişiliğin merkezi , insanın duygu hayatı körleşir . İnsan mutlak varolanın , en yüksek değerin alanını bilerek veya bilmeyerek , kendi , yaşamında sanki mutlakmış gibi gördüğü sonlu bir şeyle , sonlu bir değerle de karıştırabilir: para , ulus veya sevilen bir insana bu gözle bakılabilir . Bu ise eşyaya tapma ve putperestliktir . Böyle bir ruh durumunu aşması için , insanın şunu öğrenmesi gerekir: insan kendisiyle hesaplaşarak , mutlak bir varlığın , mutlak bir değerin yerine geçen kendisindeki “put”'un bilincine varmalı ve onu parçalamalıdır; büyük sevgiyle bağlandığı şeyi sonlu dünyadaki yerine geri vermelidir . O zaman mutlak olanın alanı yeniden ortaya çıkar ve ancak o zaman insan mutlak varlık üzerinde bağımsız olarak felsefe yapabilecek duruma gelebilir .
Mutlak varlık üzerinde özgür felsefi araştırmayı olanaklı kılan , yalnızca metafiziğin gerçekliği değil aynı zamanda insanın , dikkatli ve titizce , keskin belirlenebilen sınırlar içinde kalarak , bütün şeylerin temelini bilmeyi sağlayan bilgi araçlarına da sahip olmasıdır . Bu gerçi her zaman eksik , ama somut , apaçık ve objesine uygun bir bilgidir . Ve insan kendi kişiliğinde şeylerin temelinden pay ama , şeylerin temeline katılma yeteneğini de taşır . Bunun nasıl olanaklı olduğu burada gösterilecektir .
İnsan üç türlü bilme yetkisiyle donatılmıştır: egemen olmanın yada başarının bilgisi , öz bilgisi ve metafizik bilgi . Bu üç tür bilginin hiç biri kendisi için değildir . Her bilgi türü belli bir varolanın , ya nesnelerin , ya insanın kendisinin yada mutlak olanın şekillendirilmesi amacını güder .
I
Bilgini birinci türü , başarı ve egemenliğin bilgisi , insanın doğa , toplum ve tarih üzerinde teknik güce erişmesini sağlar . Bu , bütün Batı uygarlığını taşıyan pozitif uzmanlık bilimlerinin bilgisidir .
Bu bilginin en yüksek amacı , bizi çevreleyen ve belli sınıflar içinde düzenlenmiş görünüşlerin zaman uzay bağıntısının yasalarını; görünüşlerin rastlantısal şimdi burada böyle olma'larının yasalarını ortaya çıkarmaktadır . Biz bu tür yasaları , dünya ve kendimiz üzerinde egemenlik kazanmak için bulmaya çalışırız . Ancak yasalara bağlı olarak yinelenen olaylar önceden bilinebilir ve ancak önceden bilinen olaylar üzerinde egemenlik kurulabilir . Bu tür yasaları bulmak kolay değildir; bilim her gün bunların yenilerini keşfetmekte ve eskileri değişikliğe uğratmaktadır . Fakat bu tür yasalar bulmak ilkece olanaklıdır . Bunun nedeni , her tür gözlem ve ölçmeyi olanaklı kılan görme , işitme , koklama gibi duyusal işlevlerin bütün canlılarda itki ve ihtiyaç sistemi yönünden gelişmiş olmasındandır . Örneğin en hafif bir hışırtıyı duyabilen kertenkele bir silah sesini duyamaz . Her canlı dünyada ancak “benzer nedenler , benzer etkiler” kuralına göre aynı biçimde tekrarlanan öğeler alanı üzerinde güç ve egemenlik kurabilir . Bu yüzden , insanı da içine almak üzere her hayvanın duyusal deneyi dünyanın benzersizlerden çok benzer öğelerini algılama yasasınca yönetilir .
Bu olguya dayanarak günümüzde fizikçiler son , en küçük parçacıklara ait doğa yasalarını salt statik türden , “büyük sayı”'nın yasaları olarak görme eğilimindedirler . Geleneksel fiziğin zorunluluk yasalarına ise insanın bir ürünü gözüyle bakılmaktadır . Bu görüşe uygun olarak , zaman uzay algısı da , Kant'ın gösterdiği gibi , kökünü duyu içeriklerinde bulmaz , tersine her türlü duyusal deneyde , bu deneyin tek tek içeriklerinin bir ön taslağı , bir şeması olarak önceden yer alır . Zaman uzay algısı somut , görülen veya düşünülen bir nesne olmadan önce , bizim bütün etkinliğimizin , eylem ve davranışta kendimizi değişikliğe uğratmamızın temelini oluşturur . Ancak sonradan biz kendi hareket temelimizi nesnelere yükler ve bunu nesnelerin hareket temeli olarak görürüz . Bütün hareket ve değişmelerin algılanabilmesini temeli olarak zaman ve uzay , son çözümlemede , insanın gerçeklik üzerinde egemenlik kurma istemine hizmet eder . Salt bir bilgi varlığının hiçbir gerçekliği yoktur . Gerçeklik hareket ve yönelişlerimizin karşısında duran , hareket ve yönelişlerimize direnç gösteren şeylerin bütünüdür . İnsanın doğal dünya görüşünde yatan ve uzun süre bilimlerin ilerlemesini engelleyen büyük yanılgı bu noktada açığa çıkar . Bu , zaman ve uzayı kendi başına varolan sonsuz “boş formlar” olarak örmenin yanılgısıdır . Buna göre , zaman ve uzay etki gücünden yoksun , bizden bağımsız olarak vardır; nesneler , madde ve enerji akımları ortadan kalksa bile zaman ve uzay varlığını sürdürür; oluş ve değişmelerin yer aldığı sonlu dünya ise bu boş formların içinde bir “ada” olarak kalır . İnsanın doğal ve bilimsel dünya anlayışındaki bütün temel varlık formları , Kant'ın sandığı gibi , yalnızca insan aklının yapısına değil , aynı zamanda insanın doğa üzerinde egemenlik kurma güdüsüne de bağlıdır .
II
İnsan bilgisinin ikinci türü , Aristoteles'in “ilk felsefe” adını verdiği , felsefi temel bilimin , diğer bir değişle varolan bütün şeylerin varlık tarzlarının , öz yapılarının bilgisidir . Kendine özgü yöntemiyle felsefi araştırmanın geniş bir alanını kapsayan ve egemenlik bilgisine bütünüyle karşıt olan bu bilgi kısa bir süre önce Edmund Husserl ve öğrencileri tarafından yeniden keşfedildi . Egemenlik bilgisinde rastlantısal dünya gerçekliklerinin zaman uzay içindeki bağıntı yasaları alınır . Öz bilgisi olan bu ikinci tür bilgide ise rastlantısal zaman uzay durumu kesinlikle dışarıda bırakılır . Bu bilginin soruları şöyledir: “Dünya nedir?”; “cisim” adı verilen şey nedir?; canlı nedir?; bitki , hayvan ve insanın değişmeyen yapısı , temel nitelikleri , özü nedir? . Yada: “düşünme” , “sevme” , “güzelliği duyma” , bu eylemleri gerçekleştiren şu veya bu insanın rastlantısal , zaman içindeki bilinç akışından bağımsız olarak ele alındığında nedir?
Bu bilgi türünde , dünya karşısındaki egemenlik tavrının tersine bitki ve güdülere bağlı tavır bütünüyle terk edilir . Her türlü gerçeklik izlenimi her türlü rastlantısal şimdi burada böyle olma algısı ve zaman uzay tasarımı temelini itkilere dayanan tavırda bulur . Doğa yasalarına yönelen ve yasalara bağlı olay ve nesnelerin özüyle ilgilenmeyen egemenlik tavrına karşılık öz bilgisinde dünyanın temel fenomenlerini , “ide”'leri arayan bir tavır yer alır .
Bu bilgide nesnelerin gerçekliği , nesnelerin bizim yöneliş ve davranışımız karşısındaki direnci , dolayısıyla bize duyu algılarıyla verilen her türlü rastlantısal şimdi burada böyle olma dışarıda bırakılır .
Öz bilgisi bütünüyle deneyden değil , ama deneyin niceliğinden , “tümevarım”'dan bağımsızdır . Bu bilgi her türlü tüme varımdan olduğu kadar , her türlü gözlem ve ölçmeden de önce gelir . Bütün bir alanın özüne ilişkin bilgi , o alandaki tek bir örnekten kalkarak kazanılabilir . Bu tür bir bilgi , örneğin canlılığın özü bir kez kazanıldığında , söz konusu öze ait bütün rastlantısal , gözlemlenebilen olaylar için sonsuz bir genellik ve zorunluluk , alışılagelen deyimle , “a priori” geçerlilik taşır tıpkı doğadaki olay çeşitliliklerini ve bu çeşitliliklerde ortaya çıkan zorunlu bağıntıları , olaylar gözlem ve ölçmelerle araştırılmadan önce veren salt matematiksel yargılar gibi .
Öz bilgisinin geçerliliği , bize duyusal deney ile verilen ve pratik amaçlarımıza her zaman destek olan gerçeklikler dünyasının dar alanını aşar . Bu bilginin geçerli olduğu alan , kendi başına ve kendi içinde varolanın alanıdır . Duyularla verilmiş olanın bilgisi ve bu bilginin genişletilmesi , “anlayış yetisi”'nin çıkarımlarına dayanır . Bundan kesinlikle ayrılan öz bilgisi ise tam anlamıyla “akıl” bilgisidir . “Anlık” yada “zeka” , bir canlının kendisindeki doğuştan iç güdüyü ve çağrışıma dayanan hafıza mekanizmasını aşarak , birden bire ve önceki denemelerin sayısına bağlı kalmaksızın , yeni durumlara uyabilme yetisidir . Bu yalnız insanda değil , bir ölçüde hayvanda da bulunan bir yetidir: meyveyi almak için kolunun uzantısı olarak birden bire sopa kullanan maymun örneğinde olduğu gibi . Çıkarımlar yapan anlama yetisi ( anlık ) yaşam itkilerinin beslenme , çoğalma , güçlenme itkilerinin ve çevreden gelen uyarımlara gereği gibi karşılık vermenin hizmetinde olduğu sürece , henüz insanın özgül bir niteliği değildir . Zeka ancak aklın hizmetine , yani rastlantısal deney olayları üzerinde önceden gerçekleştirilen a priori öz bilgisinin hizmetine ve objektif değerler düzeni bilgisine , yani bilgeliğin ve ahlaki bir idealin hizmetine girdiğinde , insana özgü bir nitelik kazanır .
Bundan başka öz bilgisinin iki tür uygulama alanı vardır . Öz bilgisi pozitif bilimlerin ( matematik , fizik , biyoloji , psikoloji vb'nin ) en genel ve en temel prensiplerini verir . Metafizik için ise öz bilgisi , Hegel'in deyişiyle , “mutlak olana açılan pencere”'dir . Çünkü dünyada ve insanın kendi dünyasında kurduğu ve kavradığı eylemlerde özsel olan , katıksız temel fenomen ve ide olan her şey; nesne ve davranışların rastlantısal zaman uzay göreceliği dışında değişmeden kalan her şey , bütün pozitif bilimsel açıklamalara aşılmaz bir sınır koyar . Gerek katıksız özün kendisi gerek katıksız öz niteliğindeki herhangi bir şeyin varlığı pozitif bilim tarafından ne açıklanabilir ne de anlaşılır kılınabilir . Pozitif bilim bütün başarısını , öze ilişkin sorulara , örneğin “canlılık nedir?” türünden sorulara kesinlikle yanaşmamasına borçludur . Bu nedenle , dünyanın gerek öz yapısı gerekse varlığı , mutlak olana; dünyanın ve insanın kendisinin en yüksek temeline geri götürülmelidir .
Böylece metafizik dünya görüşünün felsefe tarafından şekillendirilmesinin en yüksek amacı , mutlak olanı , dünyanın , dünya gerçekliğinin ve her türlü rastlantısal böyle olma'nın öz yapısına uygun düşecek biçimde kavramaktır . En yüksek varlığın iki temel niteliği , bu söylenenlerden çıkarılabilir . En yüksek varlık ideler oluşturan sonsuz bir “manevilik”; dünyanın ve insanın iz yapısını kendisinden dışarıya bırakan bir “akıl”'dır . Aynı zamanda o , gerçekliği ve rastlantısal böyle olma'yı ortaya koyan , her türlü bilinebilirlik sınırını aşan bir “atılım”; gerek organik doğanın güç merkezleri ile güç alanlarının gerekse bütün canlılarda bireyler ve türlerin doğum ve ölümü biçiminde kendisini açığa çıkaran “yaşam”'ın temeli olan bir güçtür . En yüksek varlığın bu iki niteliğini artan bir biçimde birbiriyle kaynaşması , iç içe geçmesi , “dünya” adını verdiğimiz , zaman içindeki olaylar akışının , yani tarihin , anlamını oluşturur . Bu kaynaşma ve iç içe geçme , başlangıçta ideler ile en yüksek değerlere karşı kör olan yaratıcı “atılım”'ın giderek “tinsel”'leşmesi ve başka yönden bakıldığında , başlangıçta güçsüz olan , yalnızca ideler ortaya koyan sonsuz “tinsel”'liğin giderek “güç kazanma”'sıdır .
Bu oluşum , çıkar ve tutkularla iç içe geçen ideler ve ahlaki değerlerin , çok yavaşta olsa , güç kazandıkları insanlık tarihinde açıkça kendini gösterir .
III
İnsan bilgisinin üçüncü türü metafizik bilgidir . Dünya ve insan üzerindeki öz bilgisi yada “ilk felsefe” gerçi bu üçüncü tür bilgi için bir sıçrama tahtasıdır , ama henüz metafiziğin kendisi değildir . Ancak gerçekliğe yönelik pozitif bilimlerin sonuçları ile öze yönelik ilk felsefe ve bu ikisi ile değerler bilgisi , estetik , etik ve kültür felsefesinin sonuçları arasındaki bütünleştirici bağ bizi metafiziğe götürür . Bu bağlantıda metafiziğin iki yönü ortaya çıkar: pozitif bilimlerin “sınır problemleri”'nin ( örneğin “canlı” nedir? , “madde” nedir? Sorularının ) metafiziği ve mutlak olanın metafiziği .
Matematik , fizik , biyoloji , hukuk , tarih gibi pozitif bilimlerin sınır problemlerinin metafiziği ile mutlak olanın metafiziği arasında ise günümüzde oldukça ilgi ve önem kazanan diğer bir araştırma dalı , felsefi antropoloji yer alır . Bu araştırma dalının sorusu , Kant'ın deyişiyle , kendisinde bütün felsefi temel problemlerin bir araya geldiği “insan nedir?” sorusudur . Kant'dan önceki metafizik , mutlak varlığa dünyanın varlığından , objenin varlığından girmeye çalışmıştı . Kant akıl kritiğinde bunun imkansız olduğunu gösterdi . Kant için , iç ve dış dünyanın varlığı insanla ilgisi açısından ele alınmalıdır . Bütün varlık formları insanın varlığına bağlıdır . Bütün objeler dünyası ve objeler dünyasının varlık tarzları “kendi başına varlık” değil , kendi başına varlığın insan yapısına uygun bir kesitidir . Ancak felsefi antropolojinin araştırdığı insanın öz yapısından en yüksek varlığın , bütün şeylerin temelinin , nitelikleri çıkarılabilir .
Dünya varlığı kuşkusuz ki , yeryüzü insanı varlığından ve onun deneysel bilincinden bağımsızdır . Fakat belli manevi eylemler ile bu eylemler aracılığıyla girebildiğimiz belli varlık alanları arasında özsel bağlılıklar vardır . Dolayısıyla gelip geçici yaratıklar olan bize bu girmeyi sağlayan eylemler bütün şeylerin temeli olan varlığında nitelikleri olarak görülmelidir . Başka türlü söyleyecek olursak: içinde hareket ettiğimiz uzayın varlığını bir yandan insanın hareket durumlarına bağlı olarak görüyor . Öte yandan uzaylı dünya düzeninin yeryüzünde insan bulunmadan önce de varolduğunu kabullenmek zorunda kalıyorsak , bu iki şıktan hangisine karar vermemiz gerekir? Veya: değerler düzenini insanın değişen değer bilincinden ayırıyor . Buna karşılık , seven tinsel bir varlık olmaksızın değerle düzeninin de olmayacağını düşünüyorsak ne yapabiliriz? Aynı şekilde , düşünen bir varlık olmaksızın , bizden bağımsız bir ideler düzeninin varlığı da anlamsızdır . Bu durumda yapılacak şey , kısa süreli insan yaşamından bağımsız varolan alanları , tek ve bireyüstü manevi bir varlığın eylemlerine bağlamak ve bu tinselliği “ilkvarolan” ın insanda gerçeklik kazanan , insanla birlikte , insan aracılığıyla gelişen bir niteliği olarak görmektir . Diğer bir değişle: insan “küçük bir evren” olduğu ve bütün bir varlık alanları fiziksel , canlı ve manevi varlık insanda bir araya geldiği , insanda kesiştiği için , “büyük evren” in en yüksek temeli insanda incelenebilir . Küçük bir tanrı olarak insanın varlığı , tanrıya giden ilk geçittir .
Çağımız mertafiziği artık kosmoloji ve objeler metafiziği değil , insan ve eylem metafiziğidir . Burada şu düşünce belirleyicidir: objeleştirebilen bütün şeylerin temeli olan şey objeleştirilemez; kendisini sonsuzca gerçekleştiren varlığın gerçekliği , ancak birlikte gerçekleştirebilir . Bundan ötürü , tanrıya giden biricik geçit kuramsal ( teorik ) , objeleştiren bakış değil , insanın kendisini tanrı için , tanrının kendini gerçekleştirmesinin oluşumu için , kişisel ve aktif olarak ortaya koymasıdır . Bu , sonsuzca sürüp giden tanrısal aktivitenin birlikte gerçekleştirilmesidir . Tanrısal aktivitenin iki niteliği , ideler oluşturan tinsel eyleme ile içkinsel yaşamda kendisini duyuran itki gücüdür . Bu iki niteliğin ortak katıksız ve en yüksek sonlu görünüş biçimi insandır . Tanrıyı objeleştirmek onu nesne yapmak , bu tür metafizik için putperestliktir . Buradan tanrısal olan'a katılma; tanrıdaki yaşam , eylem , isteme , düşünme ve sevgiye katılma geçerliktedir . Dünya , kendimiz ve başkasını gözleme de aldığımız her türlü objeleştirici tavır burada bütünü ile terk edilir .
İnsanın manevi kişiliği de bir “substans” , nesne türünden bir varlık olmaktan çıkar insan kendisine , kendi kişiliğini ancak aktif olarak gerçekleştirebilir . Kişi manevi eylemlerin bir bütünüdür . Bu bütün , objektif dünyanın da öz yapısını oluşturan bir ve aynı sonsuz tinselliğin bir defalık bireysel görünüş biçimidir . İnsanın itkin ve güdülere dayanan biyolojik varlığıda kökünü doğadaki tanrısal “yaşam atılımı”nda bulur .
İnsan , kendi başına varolan veya yaratılıştan önce tanrıda hazır bulunan bir “ideler dünyası” nın sonradan şekillendirici değil , dünyada ve kendisinde oluşum içinde bulunan ideler düzeninin birlikte şekillendiricisi , birlikte yapıcısı , birlikte gerçekleştiricisidir . İnsan , “ilk varolan”ın kendine onda ve onun aracılığıyla kavradığı yer olmakla kalmaz , aynı zamanda , onun özgür karar vermesinde tanrının kendini gerçekleştirmesi olabilirlik kazanır . İnsanın dünyada ki yeri , ne yalnızca “kul” ya da uysal bir hizmetkar nede kendi içinde tam ve eksiksiz bir tanrının “çocuğu” olmaktır . karar verme varlığı olarak insan , tanrının birlikte savaşçısı , birlikte eylemcisi olmanın yüce onurunu taşır . Onun görevi tanrılığın bayrağını; kendisinin dünyanın oluşumunda gerçekleştiren tanrılığın bayrağını , dünya kasırgasında en önde taşımaktır . Her insanın bireysel kişiliği , kökünü doğrudan doğruya sonsuz varlık ve tinsellikte bulduğu için , doğruluk derecesi genel geçer değil ancak , bireysel geçerlikte olan ve eksiksizliği ve uygunluğu ölçüsünde tarihsel koşullara bağlı olan bir dünya görüşü vardır . Buna karşılık , her insanın “kendi” metafizik gerçeğini bulabileceği yöntem kesin ve genel geçerdir . Bu yöntem yukarıdaki açıklamalarda gösterilmeye çalışıldı .